Şaibeli iddiaları kapıya dayanmadan

Önümüzdeki (29 Mart 2009) yerel seçimler şimdiden bazı çevrelerce “şaibeli” damgasını yedi bile. Cevdet Selvi (CHP) “Seçim şaibe altında” diyor. CHP eski milletvekili Bülent Tanla daha da ileri giderek, YSK'nın açıkladığı ve 6 milyon artış gösteren seçmen sayılarıyla kütüklerdeki yanlışlığın, “Temmuz 2007 genel seçimlerini de 'şaibeli' hale getirdiğini” iddia ediyor. Tanla'ya göre, “22 Temmuz'da seçilemeyen milletvekillerinin AİHM Sözleşmesi'nin 'milletvekili seçme ve seçilme haklarını ve özgürlüklerini düzenleyen' ek protokolüne göre başvuru hakkı doğmuştur” diyerek talebini şöyle formüle ediyor: “2007 seçimleri yenilenmeli.” (!)

“Şaibe-şaibeli” iddiaları sadece CHP kanadından gelmiyor. MHP yöneticileri de bu fikirde. Mesela MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural'ın şu sözleri: “YSK, bu artışa inandırıcı bir açıklama yapmalı.”

Gazete ve televizyon ekranlarında bugünlerde sıkça önümüze gelen haber-yorumları da hatırlayın. Geçen gün –adını unuttum- kanallardan birinin haber saatinde muhabir kameramanla bizi arkasına takmış, seçmen listelerine göre bilmem kaç bin seçmenin var olması gereken –gerçekten- gayri meskun bir siteyi gezdiriyordu.

Önümde duran haber, Cumhuriyet gazetesinden naklen “Listelerde dönen oyun”dan söz ediyordu. “Batıkent Kent Koop Mahallesi Muhtarı Şükran Ayaz'a göre, mahallede kaydı bulunan Ahmet Karaca adlı yurttaşın aynı zamanda aynı ilçedeki Uğur Mumcu Mahallesi'nde kaydının ortaya çıkması” akılları karıştırmış...

Bir başka köşe yazarı (Yalçın Bayer-Hürriyet) konuya ilişkin yazısına “Seçmen Kaçakçılığı” başlığını atmış. vs vs.

Dünkü yazıda belirtmeye çalışmıştım: Bu ülkede her şey tamamlanmış, geriye sadece yarım yamalak işleyen “temsili demokrasi”nin şaibe altında kalması kalmıştı... Bu gidişle 29 Mart akşamı bu eksik de giderilecekmiş gibi görünüyor...

“Eski Rejim”den kalmış bir siyasi partiler yasasını esas alarak hiç değilse 60 yıldır yürütmeye çalıştığımız “temsili demokrasi”nin ortaya koyduğu sonuçlar da –sanki- yeni bir “meşruiyet tartışması”na konu olacak gibi görünüyor.

Dün de söyledim: Bu ülke-toplum artık bu kadarına dayanamaz herhalde...

Manzarayı görüyorsunuz.

Görüyor ve belki siz de benim gibi “Mutlaka bir şeyler yapmak lazım” diyor musunuz?

Yapılması gerekenler hususunda dün Tarhan Erdem'in (Radikal) bir önerisini hatırlatmıştım. Erdem, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkındaki Kanun'un iki maddesine eklenen fıkraların yürürlükten kaldırılarak YSK'nın sorumluluğunda bulunan eski (42 milyon 629 kişilik) kütüğün 29 Mart seçimlerinde de esas alınması gerektiğini söylüyordu. Yapılacak değişiklikler seçimlerden sonraya bırakılmalıydı.

Olabilir, tartışılabilir bir öneridir bu.

Ancak bana göre yapılması gereken, her şeyden önce, kamuoyunun bir bölümünü içine çeken şu “şaibe” tartışmalarının açıklığa kavuşturulması için hükümet tarafından ortaya inandırıcı açıklamaların sürülmesidir. Muhalefet partileri ve medyanın bir bölümü sabahtan akşama “listelerde dönen oyun”dan söz ederken, sessiz kalınması anlaşılabilecek bir tutum değildir.

Tamam, hükümet, “Seçim işleri madem ki Anayasa ve yasalar gereği YSK'nın sorumluluğu ve yönetimi altındadır, bu durumda bize laf etmek düşmez” diyerek kendilerince haddini bilir bir tutumu benimsemiştir.

Ama görüldüğü kadarıyla “yasallığı-legaliteyi” esas alan bu tutum –yaşadığımızın ülkenin adı Türkiye olduğu için- benim iki yazıdır dikkat çekmeye çalıştığım çok daha geniş bir sorunun, yani “seçim sonuçlarının meşruiyeti” sorununun ortadan kalkması ya da en aza inebilmesi yönünde bir ilaç değildir. Dolayısıyla kamuoyunun bir bölümünde mevcut olan bu tereddüdü ortadan kaldırmak tabii ki herkesten önce hükümete düşmektedir.

Türkiye gibi artık neredeyse her evde bir bilgisayar bulunan bir ülkede seçmen sayısının bir yılda 6 milyon arttığının ilanı tabii ki affedilemez bir kusurun sonucudur. Bir ülke ki daha kaç vatandaşı olduğunu bilmiyor, böyle bir ülkede hangi alanda doğru dürüst planlama vs yapılabilir? Söz konusu kusurdan –tabii ki- sadece AK Parti hükümetleri sorumlu değildir. Ama unutmayalım ki o da epeyce bir zamandır aynı ülkeyi yönetiyor.

Biz yine de “Neyse”, diyelim, “Olamaz ama diyelim ki olabilir” diyelim. Hatta “Bir yılda 6 milyon seçmen yarattık her yaştan” diye övünmelerine de izin verelim.

Ama bu hükümet, “temsili demokrasi”nin birinci kriteri olan serbest seçimlere ilişkin ortaya dökülen iddaları ortada bırakamaz. Hem kendisinin hem de ülkedeki “temsili demokrasi”nin selameti açısından bu iddialar karşısında sessiz kalamaz.

Tarhan Erdem, son yazısında “1946 seçimleri”nden söz ediyordu. Söz ederken araya “kızım sana söylüyorum” kabilinden cümleler de yerleştirmişti.

Şu unutulmaz “1946 seçimleri”. Şu, “açık oy gizli tasnif” yöntemini benimsemiş, “hileli”, galibi “tahrifat”la belirlenen 46 seçimleri...

Erdem, Celal Bayar'ın seçimlerin hemen ardından yaptığı açıklamadan da bir bölüm aktarmış. Bayar, “İşte iddia ediyorum, hatta itham ediyorum; seçim işlerine fesat karıştırılmıştır. Seçimler millet iradesini göstermekten uzaktır” diyor.

Ama biliyorsunuz; o günden bugüne –nihayet- “gizli oy açık tasnif” sonucunda yapılan seçimler benzer bir suçlama karşısında kalmadı. Ne güzel...

O zaman bize neler oluyor? Bu ülkede 60 yıl sonra “temsili demokrasi”yi de mi tartışılır hale getirmeye uğraşıyoruz?

YENİ ŞAFAK