Şaibeli hayvan dernekleri işi nasıl çözümsüzleştiriyor?

İsmail Kılıçarslan, sokak köpekleri konusunda gerekli adımları atmayan yerel yönetimlerin ve hayvan derneklerinin sorumluluğunu hatırlatıyor.

İsmail Kılıçarslan / Yeni Şafak

Nasıl olacak bu sokak hayvanları işi?

Yine gelip dayandık o anlamsız ayrışmaya. Bir tarafta sokak hayvanları yasasıyla sokak köpeklerinin bire kadar kırılacağını, katledileceğini düşünen sözüm ona hayvan severler; diğer tarafta “öldürelim, bunun başka yolu yok” diyenler.

Meseleyi biraz geriden ve etraflıca konuşmaya mecalimiz kaldı mı bilmem ama an itibariyle bunu sonuna kadar konuşmamız gereken yere geldik.

Öncelikle bazı basit ilkelerde anlaşmayı denesek. O ilkelerden biri şu olsa: “Allah’ın yarattığı her canlı varlık, kendine uygun varlık bölgesinde özgürce yaşamayı hak eder.” Bir başkası şu olsa: “İnsan, yaratılmış varlıkların en yücesi olabileceği gibi, en aşağısı da olabilir.” Bir başkası şu olsa: “İnsanın, dahası insan yavrularının hayatına kast eden sorunlarla mücadele etmek gerekir.”

Daha da geriye gidelim. Bugün Türkiye’de büyük bir soruna dönüşen sokak hayvanları meselesinin bu noktaya gelmesinin üç temel nedeni var. Birincisi, hiç şüphe yok ki, sokak hayvanları konusu uhdelerine verilen yerel yönetimlerin süreç içerisinde bu işi dört başı mamur şekilde çözmemiş olmaları. Hayvanları usulünce kısırlaştırıp barınakta “gerçek hayvan severlerle organize olacak şekilde” yaşatamamaları.

İkincisi, yine hiç şüphe yok ki bir yasal zemine çok geç de olsa kavuşturulmasına rağmen Türkiye’de evcil hayvan sahibi olmanın hala büyük bir pazar olarak varlığını sürdürmesi. İlan siteleri, “sahiplendirme” adı altında yasaklı türler de dâhil olmak üzere satılık hayvanlarla dolu. Burada dahası da var. “Üç günlük heves” ile alınıp, bir evcil hayvan beslemenin ne büyük bir sorumluluk gerektirdiğini kavrayamayan insanlar, sokaklara on binlerce hayvan bırakmış durumdalar Türkiye’de.

Üçüncüsü ise pazar payı milyarlarla ölçülen ve Allah’ın belası bir duygu sömürüsüyle insanları her seferinde kandıran mama lobisinin yediği haltlar tabii. “Bu lobinin içerisinde kimlerin olduğu ortaya çıksa Türkiye’de yer yerinden oynar” demekle yetineyim şimdilik. Vekiller, sanatçılar, bürokratlar, şunlar bunlar.

Şimdi gelelim işin bam teline. Mama lobisinin pek umurunda olmasa da an itibariyle sokak köpekleri, Türkiye’de bilhassa çocuklarımızın hayatına kasteden bir olguya dönüşmüş durumda. Fiziki saldırıların yanı sıra, kuduz vakalarında oransal olarak Hindistan’ı yakalamak üzereyiz. Dolayısıyla, sayıp döktüğüm üç nedenin süreç içerisinde oluşturduğu olumsuzluklara rağmen Türkiye, insan canına kasteden bu sokak hayvanları meselesine bir çözüm bulmak zorunda.

Çıkacağı konuşulan yasanın “kademeli” yaklaşımında herkesin gözünü diktiği yer “işin en sonu” oldu malum. Yani, yapılacak her şeyi yaptıktan sonra son çare olarak sokak hayvanlarını uyutmak.

Oysa yasa, barınak sayılarının artmasını, bakımevi olmayan yerlerde hemen bakımevi kurulmasını, kısırlaştırma merkezlerinin artırılmasını ve kısırlaştırma operasyonlarının çoğaltılmasını ön görüyor.

Bununla birlikte sahiplenme konusunda bir kampanya süresi de ön görülüyor. Bütün bu sürecin sonunda, bu hayvanları acısız şekilde uyutmaksa son seçenek.

Burada iki şey yapılabilir. Birincisi ve bence en önemlisi yerel yönetimlerin tamamına “bu sokak hayvanlarını barındırmaları için baskı ve destek çalışmaları” yürütülebilir. Belediyelerin sokak hayvanlarını uyutmaması için hem destek hem denetim işlerine ağırlık verilebilir. Burada en önemli şey, hayvan severlerin mama lobisinin yediği haltlardan uzak kalmalarını sağlamaktır.

İkincisi, hiçbirine hiçbir şekilde güven olmayacak hayvan dernekleri yerine şeffaf, denetlenebilir, hesap sorulabilir oluşum ve girişimlerle bu hayvancağızlar için özel barınaklar inşa edilebilir.

Şimdi size bu söyleyeceğim çok tuhaf gelebilir ama sokak hayvanları IHH, Yetim Vakfı ve benzeri “şeffaf, denetlenebilir, hesap sorulabilir” insani yardım kuruluşlarının hayvanlar için gayret eden versiyonlarının ortaya çıkmasıyla kurtulur. “Atın oradan adam başı 200 lira da hayvanlara mama alalım” diyen sosyal medya üçkâğıtçılarıyla değil.

Bu hususta niye ısrar ediyorum biliyor musunuz? Mesela IHH topladığı yardımların yüzde 25 kadarını “gider” olarak gösterebilecekken, yıllık bağışların sadece yüzde üçü ile yürütüyor faaliyetlerini. Örneğin Yetim Vakfı kanalıyla bir yetime sponsor olduğunuzda dilerseniz sponsor olduğunuz yetimin annesini arayıp “bu para size ulaşıyor mu?” sorusunu yöneltebiliyorsunuz ona.

Dün İstanbul’da dolaşırken sokakta iki iyi cins kaniş, bir çov çov kırması ve daha epeyce “cins” sokak köpeğine tesadüf edip şöyle düşündüm: “Ulan adamlara bak be, hem bu hayvanları satarken yolmuşlar milleti, hem de şimdi besliyoruz ayağına bir daha yolacaklar.”

Diyeceğim odur ki, Türk halkının iyilik duygusunu paraya tahvil edip keyif çatan mama lobisinden ve son derece şaibeli hayvan derneklerinden kurtulmadan bu konuda alınacak bir mesafe yok. Gerçek hayvan severler silkinip kendilerine gelmezler ve hayvanların asıl düşmanlarının iktidar ya da devlet değil, bu üçkâğıtçı zırtapozlar olduğunu fark etmezlerse bu hayvanların başına geleceklerden de sorumlu olurlar. Çünkü insanlar çocuklarını sokak hayvanlarına kurban vermek istemiyorlar ve bu konuda da sonuna kadar haklılar. Benden söylemesi.

Yorum Analiz Haberleri

İran kendi ipini çekiyor…
Ekran karşısında beyni çürüyen bir nesil...
Mimaride insani saiklerin yerini; kârlılık ve verimlilik aldı...
Siyonist çeteye karşı direnişle geçen bir yıl...
“Devrimci zihniyet ahlâkını kaybederse her şeyini kaybeder”