Türkiye'nin karşı karşıya olduğu en büyük tehlikelerden biri hemen her zaman “siyasi alanın yeniden daralması, siyaset mekanizmasının zaten eksik olan gücünün biraz daha kırılması” olmuştur.
Siyasi alanın daralması, yetkilerin devlete, daha doğrusu devlet aktörlerine aktarılmasına, temsili meşruiyetin zedelenmesine ve toplumsal taleplerin devre dışı bırakılmasına zemin hazırlar. “Siyaset-toplum arasındaki kopukluğa yol açar”. Bu kopukluk ise toplumu demokratik kurallar içinde yönlendirmeyi imkânsız kılar. Böyle oldukça “yönetimden devlete uzanan, otoriterleşmeyi tahrik eden, tahrik ettikçe sorunları azdıran bir kaosa işaret eder”.
Siyasi alanın daralması aynı zamanda “siyasetin doğal işlevlerinden de arındırılması” demektir.
Türkiye'de bir rejim ve sistem tehlikesinden bahsedeceksek, o da bu sorundur. Bu sorun olmalıdır. Çünkü siyaset tartışabilmek; kararları müzakere ederek almak demektir. Siyaset temsil demektir; bir ya da birden çok kesimin ortak isteğini hem siyasal hem toplumsal alana taşımak demektir. Bir toplumdaki farklı beklenti, öneri ve taleplerin belirli kurallar, yasalar, ilkeler çerçevesinde karşı karşıya gelmesi, birbirlerini etkileyerek kararlara zemin oluşturması demektir.
Nasıl daralıyor siyasi alan?
Türk siyasal sistemine egemen olan, toplumsal, siyasi, kültürel her sorunu asayiş meselesi olarak gören “milli güvenlik ideolojisi” bu daralmada tayin edici rol oynar.
Bu anlayış etrafında örgütlenmiş devlet kurumları ve üretilmiş mevzuat, siyasi asayiş mantığı dışındaki her tür politika ve tartışmayı imha edilesi hedefler olarak görür.
Örneğin AB politikalarına, AB süreci etrafında genişleyen sivil alana, devletin yeniden yapılanmasına ve temel hak ve özgürlükler sahasının genişlemesine bir tehdit olarak bakar.
Ve harekete geçer…
İşin özü siyasal sistem üzerindeki askerî vesayet halidir.
Türkiye'nin bugün yaşadığı her kriz bu sorun etrafında ortaya çıkıyor...
Bu doğaldır zira askerî vesayet sistemi sadece askere değil devlete, devletin toplum ve siyaset karşısındaki hükümranlığına da işaret eder.
Bu noktada gözden kaçmaması gereken önemli nokta şudur:
Vesayetçi otoriter anlayışların hemen her dönemde, hemen her diyarda denetim altında tutmakta en arzulu olduğu husus “bilgi”dir. Bilgi üzerindeki denetim, toplumun gönüllü itaatini besleyecek kanallar demektir. Zira bilgi üzerinde tahakküm toplum üzerinde tahakkümdür...
Bilgi tekeli üç şey ifade eder:
Devlet ve siyaset nezdinde asayiş bilgisinin diğer tüm toplumsal bilgi karşısında galebe çalmasını...
Bu asayiş bilgisinin üretimi, kullanımı ve dağıtımıyla devlet bürokrasinin tekelinde olmasını...
Toplumsal, kültürel merkezkaç her tür bilginin önünün kesilmesini ve kovuşturmaya uğramasını...
TSK bu bilgi tekelini kırmaya çalışanlara sık ve sert tepki verir…
STK andıcını hatırlayın… Andıç'ta sıralanan, basından üniversitelere, sivil örgütlerden derneklere uzanan, sayısı 300'e ulaşan “kuruluş”, aslında toplumsal ve sivil alanda bilgi üreten, bilgi depolayan, bu bilgiyi kamuoyu ve siyasetçiye sunan yapılardı.
ANDIÇ bu yapıları “kamuoyu oluşturma ve karar süreçlerini etkileme” olarak tanımlamıştı.
O günkü andıç, bugünkü andıç hepsi askeri tahakkümü koruma çabalarıdır…
Sahte peşinde koşanlar gerçek olanı unutmasınlar…
YENİ ŞAFAK