Agustín Joel Fernandes / Fikir Turu
Hakikat soğan gibidir – kat kat!
2020’li yıllar hakikat tartışmalarıyla geçecek gibi görünüyor. Teknolojik değişimin çılgın bir hız aldığı bu dönemde, bilgi ve olgusal gerçekler, pek çok kişiyi ikna edecek (ya da ikna olmaya hazır kitleleri) şekilde çarpıtılıyor, manipüle ediliyor ve eğilip bükülüyor. Neyin gerçek, neyin sahte veya yalan olduğunu ayırmak güçleşiyor. O yüzden bu döneme Hakikat Ötesi (Post-truth) diyenler giderek daha fazla taraftar buluyor.
Böylesi bir dönemde gerçeği arayanlar filozoflara yöneldi. Yıllardır ihmal edilen filozoflar ve felsefe akademisyenleri üzerlerine düşeni yapıyor ve insanlara hakikat arayışlarında rehber olabilecek makaleler kaleme alıyor. İspanyol akademisyen Agustín Joel Fernandes Cabal bunlardan biri. Fernandes, The Conversation’da yayınlanan makalesinde hakikati bir soğana benzeterek dikkatleri üzerine çekti. İspanyol akademisyen benzetmesini şöyle açıklıyor:
“Hakikatin varlığı felsefi bilginin şafağından beri tartışılıyor. Hepimiz gerçeklerden bahsediyoruz. Hepimiz gerçeği soruyoruz. Bazen varlığını inkâr etsek de hakikatleri öğrenmek istiyoruz. Bu makale, şimdilik gerçek olduğuna inandığım şeye başka bir bakış açısı getirmeye çalışacak.
Gazetecilikte hakikat, çoğu zaman olgusal gerçeklerle bir tutulur: “Filanca köşede, falanca gün, falan saatte bir kaza oldu ve şu kadar insan yaralandı.” Bu, “5N1K” (Kim, ne, nasıl, ne zaman, nerede, neden) kuralına dayanan, tamamen bilgilendirici bir hakikat anlayışıdır.
Ama bir olgusal gerçeği hakikat olarak kabul edemeyiz. Ya birisi gelip, “Bu bir kaza değildi. Sürücülerden biri sarhoştu” derse? İşte burada yorumların dünyasına gireriz.
“Gerçek yoktur, sadece yorumlar vardır”
Alman filozof Friedrich Nietzsche’nin ölümünden sonra yayınlanan pasajlarında en ünlü sözlerinde biri yer alıyor: “Gerçekler yoktur, sadece yorumlar vardır.”
Bu ifade ilginç olduğu kadar tartışmalıdır ve yanlış yorumlanmıştır. Bu sözler çoğu zaman, “Gerçeğin öldüğü” dolayısıyla “herkesin kendi yorumuna, yani kendi gerçeğine sahip olabileceğini” iddia etmek için kullanıldı.
Çelişkili bir biçimde, Nietzsche’nin cümlesi kendi yorumlama tuzağına düştü. Oysa o, yorumlardan söz ederken, hakikat kavramını göreceleştirmeye çalışmıyor, bir şey olduğunda insanların olaya ilişkin farklı yorumlarda bulduklarını söylemeye çalışıyor.
Fransız filozof Michel Foucault da Nietzsche’nin teorisini kendi alametifarikalarından olan “iktidar” kavramını ekleyerek destekliyor. Foucault’ya göre, olguların birden fazla yorumu vardır, ancak iktidar, onun yorumunu (hakikatini) empoze etmek ve onu bütünleştirmekle görevlidir. İktidarı tahayyül ettiğimizde, genellikle zihnimizde bir masa etrafına oturmuş pahalı takım elbiseli beylerin “Evet, şimdi neyi düzenleyelim?” diye birbirlerine soru sorduğu canlanır.
Hâlbuki Foucault için iktidar, kabaca tarif edersek, kişinin kendi yorumunu genel gerçek olarak konumlandırma yeteneğidir. Bu kabiliyete bir aktif sosyal medya kullanıcısı da herhangi bir ideolojiden bir politikacı da bir iş kadını veya mahallede bir söylenti başlatan ve bunu mutlak gerçek olarak kabul eden bir komşu da sahip olabilir. Hakikat Ötesi kavramı da buradan doğar.
Gerçek katmanlardan oluşur
Hakikat kavramını anlamanın daha basit, ama daha az karmaşık olmayan bir yolunu önermek istiyorum.
Her şeyden önce, tüm teoriler kısmen doğrudur. Bir kavram olarak hakikat kendi içinde geniştir. Hakikat, geçmiş ve şimdiki tüm yorumların, yani gerçeklerin toplamıdır. Geçmişin, bugünün gerçeğiyle ne ilgisi olduğu merak edilebilir. Varoluşçu filozof Jean-Paul Sartre’ın bir sözü bunu çok iyi açıklıyor: “Biz kil öbekleri değiliz; önemli olan insanların bize nasıl anlam verdiği değil, onların bizi anlamlandırdığına bizim nasıl anlam verdiğimizdir.” Şimdiki zaman geçmişten ayrılamaz, çünkü biz onun sonucuyuz. Dünü anlamadan bugünü anlamak mümkün değildir.
Bunu daha açık hale getirmek için hakikat kavramını bir soğana benzetelim. Soğan, bir çekirdeği kaplayan birkaç katmandan oluşan bir sebze. Paralellik kurarsak, çekirdek somut bir gerçek, örneğin bir caddede trafik kazası olur. Onu örten katman, o kazanın tanıklarının ve kahramanlarının görüş açısı olacaktır. Bir sonraki katman, kazaya dâhil olanların geçmişi olacaktır ve böylece katmanlar üst üste binerek olayın kendisinden gittikçe uzaklaşır.
Ama kaçınılmaz olarak, öyle ya da böyle, tüm katmanlar analiz ettiğimiz olguya dâhil oluyor. Bu nedenle, gerçek o soğandır. Hakikat, mümkün olan tüm gerçeklerin genel ve eksiksiz bir resmini oluşturan yorumlar ve makro düzeyde görüşler dizisidir.
Gerçek bizim ulaşabileceğimiz mesafede değil
Peki, gerçek diye bir şey var mı? Verebileceğim cevap, “evet”tir. Hakikate sahip olmak mümkün mü? Cevabım koca bir “hayır”dır. Tanrı ya da her yerde bulunan, her şeye gücü yeten, zamandan bağımsız bir varlık değilseniz, ona sahip olmak ya da onu elde etmek imkânsızdır.
Ancak bir gerçeğin varlığına olan inanç esastır. İspanyol filozof José Ortega y Gasset, “Modern Tema” adlı çalışmasında bunun neden önemli olduğunu şöyle açıklıyor: “Hakikat olmadan hayat yaşanmaz. Bu şekilde, insana bir karşılık gelen bir hakikat var olur. İnsan olmadan gerçek olmaz. Ama tam tersi, gerçek olmadan insan da var olmaz. İnsan, mutlak hakikate ihtiyaç duyan varlık olarak tanımlanabilir. Bir başka deyişle hakikat, insanın esasen ihtiyaç duyduğu tek şeydir ve onun tek koşulsuz ihtiyacıdır.”
Bu da hakikat kavramını bir ütopya haline getirir. Peki, ütopya nedir? Uruguaylı gazeteci ve yazar Eduardo Galeano, bir arkadaşının aktardığına göre, durumu olağanüstü bir şekilde açıklayan su sözlerle ütopyayı tarif ediyor:
“Ütopya ufuktadır. Ben on adım yürüyorum ve o on adım uzaklaşıyor. Peki, ütopya ne için var? Ütopya bize yürümemiz için bir sebep vermek için vardır.””