Türkiye'deki köpek dokunulmazlığı giderek Hindistan'daki inek dokunulmazlığı ile benzer bir hâl alıyor. Bu ilkel tutum aynı zamanda insanın yeryüzünün halifesi ve mahlûkatın şereflisi olma konumuna meydan okuyor ve insan ile hayvanı eşitliyor.
Gerek örf ve kültürümüz gerekse inancımız, hayvanlara merhamet konusunda yüzlerce örnek üzerinden insanlığa bir bilinç aşılamaktadır. Kötü ahlaklı bir kadının susuz bir köpeğe merhamet gösterip su vermesi üzerine günahlarının affolunduğu en bilinen örnektir. Ashâb-ı Kehf kıssası da.
Hadis âlimlerimiz yemi bir uzatıp bir çekerek atını kandıran adamdan dahi hadis rivayet etmemiştir. Peygamberimiz (sav) bir sahabeye ‘Kedilerin Babası’ anlamında güzel bir isim takmış ve kedileri ev halkının bireyi olarak zikretmiştir. Kuşu ölen çocuğa bile taziyeye gitmiştir.
Buna benzer örnek hakikaten çoktur. Ancak İslâm ümmeti, ilhamını inançtan alan tüm medeniyet ve kültürel formlarıyla ölçülü ve vasattır. Her konuya hakkını vermek ve her konuda ölçülü olmak adaletin de gereğidir. Pek tabiî hayvan meselesi de böyledir.
Gelelim batı dilinde stray dogs olarak bilinen sahipsiz köpek sorununa. Son yıllarda karşılaştığımız sorunu birkaç kategoride değerlendirmek mümkündür:
1-Saldırgan sahipsiz köpekler
2-Saldırgan fıtratı bozulmuş köpekler
3-Kuduz
4-Mama ve aşı lobisi
5-Bireyselleşme
7-İsraf
8-Marjinal akımlar ve taklitçilik
9-İnsanın görev ve misyonunun unutulması
10-Uzun vadeli ve çok yönlü proje eksikliği
Şimdi sırasıyla bu başlıkları inceleyelim.
Saldırgan köpek sorunu tüm dünyanın sorunudur. Ancak en fazla etkilenen ülkeler Asya ülkeleri ve gelişmemiş ülkelerdir. İstatistikler AB ve ABD'de köpek sorununun diğer ülkelere nazaran daha kontrol altında olduğunu gösteriyor. Dünya Sağlık Örgütüne göre tüm dünyada 200 milyonun üzerinde sahipsiz köpek var. Bu köpeklerin başat rol aldığı salgın vakalarında yılda 55 bin insan kuduz nedeniyle ölüyor. Tüm kuduz vakalarının %80-90'ı köpek kaynaklı. Her yıl 10 milyonlarca insan köpek saldırısına uğruyor.
Gelişmiş ülkeler gerek uyutma gerek kısırlaştırma gerekse sahiplendirme yoluyla soruna daha rahat çözüm buluyorlar. Hayvan barınaklarının oranı artıyor. Ancak Hindistan, Tayland ve diğer pek çok ülkede sorun çözülemez bir hal almış durumda.
Diğer sorun saldırgan ve fıtratı bozulmuş köpek sorunudur. Genetik kodlarıyla oynanan ve her biri adeta bir Frankenstein olarak tanımlanabilecek köpekler, sorunun en önemli parçası. Zaten fıtratın ve doğanın bozulması her zaman kaosa ve yaratılış düzeninin tahribatına neden olur. Dünyada 80 ülkede kuduz virüsü kontrol altına alınmamış salgın olarak devam ediyor. Kontrolden çıkmış muhtemel bir salgın durumunda pek çok ülkenin yeterli aşısı yok ve kuduz hastalık sonrası tedavi edilemiyor. Medyaya da yansıdığı üzere yakın zamanda Bitlis'te bir yavrumuzu kuduz nedeniyle kaybettik.
Komplo teorilerine pek itibar etmiyorum. Ancak dünyada ilaç ve özellikle de aşı konusunda devasa ekonomik çıkarların olduğu hiç kimseye sır değil. Aşı firmalarının köpek sorununa dönük makul tepkileri mahkûm etmek hususunda aldıkları rol bence incelenmeye değer. Soruna bir şekilde dâhil olan diğer bir aktör ise mama sektörüdür. Dünyada evcil hayvan gıdası pazarı 100 milyar dolara ulaşmış durumdadır. Yakın zamanda ABD'de bir tasarının geçişini engellemek için 500 milyon dolar harcadıkları basına yansıdı. Mama lobisinin rolü nedir? Birçok devletin milli gelirinden daha büyük bir paya sahip bir sektörün gerek Türkiye gerekse küresel ölçekte evcil ve sahipsiz hayvan tartışmalarına, medyanın meseleyi ele alış süreçlerine, siyaset yapıcıların kararlarını etkileme çabalarına bigâne kalmak naiflik olacaktır. Bir konu oldukça dikkat çekicidir. Bir çocuk köpekler tarafından öldürüldüğünde verilen tepki ile bir köpek dövüldüğünde ya da öldürüldüğünde verilen tepki arasında ne kadar fark var değil mi? Sizce bu tesadüf mü?
Konu mütalaa edilirken dikkate alınması gereken diğer mesele ise bireyselleşmedir. İnsan “e-ne-se” kökünden türetilmiş, ünsiyet kuran ve sosyalleşen varlık demektir. İnsan yalnız yaşayamaz. İnsanlar topluluk içinde ve denkleriyle yaşar, hayatı paylaşır ve duygusal bağ kurar. Toplum düzeni bozulduğunda, geleneksel aile/akrabalık bağları, makul ve sağlıklı insan ilişkileri harap olduğunda bireyselleşme baş gösterir. Bu da insanların ünsiyet kurma ve sosyalleşme ihtiyacının -abartılı anlam yüklemesine eşlik ederek- hayvanlara yönelmesine yol açar. Bu benim şahsi gözlemim. Elimde istatistiki bir veri yok. Ancak hayvan sahiplerinin en azından hatırı sayılır bir kısmının, asosyal, bireysel, içine kapanık ve hatta kriminal tipler oluşu dikkatsiz bakışlardan bile kaçmıyor. Elbette tüm hayvan sahipleri böyle değil. Kanaatimce insanların çöplerden yiyecek topladığı günümüz dünyasında yine çöplerden hem on milyonlarca hayvanın hem de devasa oranda insanın doymasına yetecek kadar yiyecek maddesinin elde edilebilmesi en yaman çelişki. Bir kesim müsrifçe harcayıp atıyor, diğer kesim mahrum. Ümmet ve millet olarak bu denli israf etmesek köpek popülasyonunun bu kadar rahat artıp artmayacağı da irdelenmeye değer bir konudur. Çevremde yaptığım gözlemler sahipsiz hayvanların rahat beslendiği ve bu nedenle de sınırsız çoğaldığını gösteriyor. Bu da incelenmeye değer.
Sorunun bir parçası ise Batı taklitçiliğidir. Özellikle vahşi köpek sahipliği meselesi bir moda ve kimliğe dönüşmüş vaziyette. Köpeğini alıp gezdirmek elitist bir sınıfa üye olma iması taşıyor. İnsanlar evladını doyuramıyorken köpeğine büyük masraflar yapmak bir refah alameti sayılıyor.
Modern anlamda, av, çobanlık, narkotik ya da bekçilik vb. misyonları dışarıda bıraktığımızda köpekler, fareler, yılanlar ve zehirli kurbağalar gibi hayvanları sahiplenmek ne dinimizin ne örfümüzün teyit ettiği alışılmadık pratiklerdir. Batı kaynaklıdır. Taklitçidir. Marjinal akımlar, LGBT+ (+ neyse artık), vegan ve toplumsal cinsiyet taraftarları ve diğer bazı uç kesimlerin ve müreffeh devletlilerin köpek, hatta aslan, kaplan gibi evcil hayvanlara özel bir ilgisi var; konunun tartışılmasını bile istemiyorlar. Aralarında eşgüdüm var. Bence bu eşgüdüm ve korelasyon sosyologların konuyu kimlik ve yalnızlaşma bağlamında incelemesi için yeteri kadar dikkat çekici. Çeşitli akademik araştırmalar meselenin daha net anlaşılmasına katkı sağlar.
Gelelim son maddeye:
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”
(Ey insan evladı! Kendine saygıyla/hürmetle yaklaş; çünkü sen kâinatta yaratılmışların özü/göz bebeği olan insansın.)
Yaratılmışlar piramidinde en zirvede insan var.
Tüm tağutlar ve firavuni sistemler insanı, köleleştirmek, aptallaştırmak ve onu yaratılış misyonundan uzaklaştırmak ile yönetilebilir kılar. İnsanın varlık gayesinden uzaklaştırılması ise onun fıtratına müdahale ile olur. Fıtrat ise çoğunlukla aşırı tüketim ve haramla bozulur. Allah'ın helal kıldıklarını haram, haramları helal yapmak, GDO'lu gıdalar, insanın fıtratını değiştirmek onu aptallaştırır, nesneleştirir, yönetilebilir ve sömürülebilir kılar. Onu zayıflatır, iradesini kırar, misyonsuz bir nesneye çevirir. Bu bağlamda insan fıtratına, onun dünyadaki konum ve haklarına kasteden tüm akımların birbiriyle gözden kaçmayan bir ilişkisi bulunur. İnsana ait yeryüzünde hayvanlar da yaşayacak ancak onları ev sahibi kendimizi kiracı görmek, insanı köpeklerle eşitlemek akıl kârı değil. Sokak köpeklerinin evladını parçaladığı babaları adeta köpeklerden özür dilemeye davet eden bu zihniyet normal ve tabiî değil. Ardında mutlaka bir ideoloji, ekonomik ve siyasi bir güç ve gizli ajanda var.