Türkiye'nin güney doğusundaki Suriye ve Irak'la sınır topraklarındaki mayınlı arazilerin temizlenmesi ve bunun karşılığı olarak bu toprakların 44 yıllığına kullanımının Siyonist İsrail firmalarına devri ihalesinin, Tevrat’ın Arz-ı Mev'ud kavramını Türkiye ve Müslümanların gündemine getirdiği gözlemlenmektedir.
Yaklaşık dört bin yıllık mazisi olan Yahudiliğin, ayakta kalmasının en önemli argümanlarından biri olan Arz-ı Mev'ud dogmasının, dört bin yıl sonra Türkiye sınırlarına kadar uzandığı görülmektedir. Bu sebeple bu yazımızda genel olarak Arz-ı Mev'ud topraklarının kapsam alanını ve günümüze mütekabiliyetini ele alacağız.
Öncelikle bir Müslüman olarak şu tespiti yapalım: Allah, Tevrat metinlerinde yer alan “vaat edilmiş topraklar/Arz-ı Mev’ud” kavramının muharref içeriğini; Tevrat ve İncil sonrası nazil olan Kur’an’ı Kerim’de aslî konumuna getirmektedir. Buna göre; Tevrat’taki “Arz-ı Mev’ud” kavramını, dünyanın diğer yerlerinden istisna edilmiş güzellikleri olan ayrı bir toprak parçasının kutsanmasını olarak değil, tevhide dayalı yaşanabilecek özelliği olan bir toprak parçası olarak kabul etmek gerekmektedir. Hz. İbrahim bunun için şirk topraklarından hicret ederek vaat edilen topraklarda iskân olmuş tevhidi yaşam sürmüş ve o topraklara tevhidi egemen kılmıştır. Hz. İsmail ve Hacer Mekke topraklarına Tevhidi gayeler için yerleştirilmişlerdir.
Bu yüzden, Kur’an’ı Kerim’de anlatılan İbrahim kıssasında, Hz. İbrahim’in tevhid mücadelesinin, detayları verilerek, Ur’daki mücadele sonrası uğradığı vatanından sürgünün karşılığının; vaat edilmiş topraklar” ile ödüllendirdiği bildirilmektedir. İbrahim’den sonra onun zürriyeti; Mısır “çıkış”ı vatansız kalan, Musa(a.s) dönemi İsrail oğullarına vatan olarak, tabii ki, Allah’a itaat şartı ile verilmiş olduğu gerçeğinin altı çizilmektedir. Kur’an bu yüzden “vaat edilmiş topraklara”, “şirkten temizlenmiş topraklar” (El’Ard-el’ Mukaddes) demektedir.
Hz. Muhammed’in(a.s) resullüğü ve Kur’an’ın inzali ile birlikte tüm yeryüzü “El’Ard-el’ Mukaddes /Arz-ı Mev’ud” olarak etnik ayrım yapılmadan tüm Müslümanlara vaat edilmiştir. Allah’ın dinini yani tevhidi tüm yeryüzüne egemen kılanlara, tüm tevhid hâkim kılınan yerler “Arz- Mev’ud” haline gelmiştir.
Müslümanların görevi geçmişte “Kenan”da; Musa / Yuşa / Talût / Davud / Süleyman’ın (a.s) Tevhid’i egemen kıldığı gibi şimdi ve kıyamete kadar tüm yeryüzüne tevhidi hâkim kılarak dünyayı “Arz-ı Mev’ud / El’Ard-el’ Mukaddes” hale getirmektir.
Bu tespiti yaptıktan sonra bir realite olan Tevrat’ın Arz-ı Mev’ud kavramının günümüz gündemi açısından incelemesine girelim.
Hz. İbrahim’in doğup büyüdüğü ve resullükle görevlendirildiği Mezopotamya’nın Ur şehrinden başlayan hicretler silsilesindeki göçebe hayatı, Yehova’nın kendisine bahşettiği vaat edilmiş topraklar “Arz-ı Mev’ud” içindeki Hebron (El Halil) şehrini mesken edinmesiyle yerleşik hayata döner.
Tevrat, Hz. İbrahim’e “Arz-ı Mev’ud”un verilmesi için, Ur şehrinden hicret emri verildiğini şöyle ifade etmektedir. “Tanrı Avram'a(İbrahim), "Bu toprakları sana miras olarak vermek için Kildaniler'in Ur Kenti'nden seni çıkaran Rab benim" dedi.” [Tevrat; Tekvin,15/7]
Böylece Yehova, doğduğu ve yaşadığı topraklarda yaptığı muhteşem tevhid mücadelesi sonucu vatansız kalan, tereddütsüz iman ve itaat sahibi ve tevhid önderi İbrahim’i (a.s) inancını rahatlıkla yaşayabileceği ve yayabileceği başka bir vatan’la ödüllendirmektedir.
Hz. İbrahim, Hebron’da (El-Halil) sakin oluncaya kadar Tevrat verilerine göre; Ur, Haran, Kenan’ın bazı şehirlerinde –Şekem (Nablus), Beyt-el, Ay- ve Mısır’da geçici göçebe bir hayat sürmüştür.[ Tevrat; Tekvin,12/6-10]
Tevrat’ın, İbranice “Tora”, Hristiyanlar’ın “Pentatök” adı verdiği beş ana kitabından biri olan Tekvin kitabında; vaat edilmiş topraklar “Arz- Mev’ud”un mahiyeti, bu toprakların Hz. İbrahim ve soyu ile ilgisi ve İsrail oğulları ile bağlantısına ayrıntılarıyla yer verilmektedir.
Tekvin kitabında, yaşadığı ve tevhid mücadelesi verdiği Keldanî’lerin Ur şehrinden hicret eden İbrahim(a.s), Kenan topraklarındaki Şekem şehri –Bu günkü Filistin’in Nablus şehri- sınırlarında iken; “Arz-ı Mev’ud” müjdesinin, bizatihi Allah tarafından ve ilk defa verildiği bildirilmektedir. Kanaatimizce bu vakıa, Arz-ı Mev’ud’un sahih sınırlarını tespit etmek açısından çok önemli bir husustur. “Avram(İbrahim) ülke boyunca Şekem'deki More meşesine kadar ilerledi. O günlerde orada Kenanlılar yaşıyordu.” “Rab Avram'a görünerek, "Bu toprakları senin soyuna vereceğim" dedi. “ [Tevrat; Tekvin, 12/7]
O halde Tevrat’ta geçen Kenan tanımlamasının üzerinde durmak gerekmektedir. Hz. İbrahim ve daha sonra zürriyetinin üzerinde yaşadıkları “Kenan” olarak isimlendirilen Arz-ı Mev’ud topraklarının kökeni Hz. Nuh’a kadar dayanmaktadır. Tevrat, “Arz-ı Mev’ud” topraklarının sahibi “Kenan”ın atası Ham’ın, Nuh’un(a.s) tufandan kurtulan üç oğlundan biri olduğunu bildirmektedir. “Gemiden çıkan Nuh'un oğulları Sam, Ham ve Yafet idi. Ham Kenan'ın babasıydı.” [Tevrat; Tekvin, 9/18]
Nuh peygamberle birlikte tufan sonrası yeryüzüne ayak basan Nuh(a.s)’un oğlu Ham; Tekvin kitabında anlatılanlara göre babasının çıplak halini görmüş ve bu yüzden Nuh(a.s)’un bedduasını almıştır. “Nuh çiftçiydi, ilk bağı o dikti.” “Şarap içip sarhoş oldu, çadırının içinde çırılçıplak uzandı.” “Kenan'ın babası olan Ham babasının çıplak olduğunu görünce dışarı çıkıp iki kardeşine anlattı.” [Tevrat; Tekvin, 9/20-22]
Nuh(a.s) yaşanan bu vakıadan sonra oğlu Ham’a öfkelenip ona ve soyuna bedduada bulunur. Kendisinin çıplak halini bir esvap ile kapatan iki oğlu Yafet ve Sam’a; Ham’dan üreyen nesil olacak Kenan topluluklarının, köle olması için Yehova’ya niyaz eder. "Kenan'a lanet olsun,” “Köleler kölesi olsun kardeşlerine.” “Övgüler olsun Sam’ın Tanrısı Rab'be, Kenan Sam'a kul olsun.” “Tanrı Yafet'e bolluk versin, Sam'ın çadırlarında yaşasın, Kenan Yafet'e kul olsun." [Tevrat; Tekvin, 9/25-27]
Yeryüzüne dağılıp üremeye başlayan Nuh’un oğullarından, Mezopotamya bölgesinde yaşayan, Sam neslinden İsrail oğulları ürerken; Nuh’un diğer oğlu Ham’dan, Kenan bölgesinde yaşayan Kenanî’ler nesli türemiştir.
Ham’ın 11 çocuğu olduğu ve bunların, Kenan adı verilen bölgeye dağılarak yaşamaya başladığını belirten Tevrat’ın Tekvin kitabında, Ham oğullarının yaşadığı Kenan bölgesi sınırları şöyle tarif edilmektedir: “Kenan'ın sınırı Sayda'dan Gerar, Gazze, Sodom, Gomora, Adma ve Sevoyim'e doğru Laşa'ya kadar uzanıyordu.” “Ülkelerinde ve uluslarında çeşitli boylara ve dillere bölünen Ham oğulları bunlardır.” [Tevrat; Tekvin, 10/19-20]
Tevrat’ta yer alan Hz. Nuh’un oğlu Ham ve soyuna bedduası, Hz. İbrahim’in Mısır dönüşü Kenan’ın bir şehri; “Kryat Arbada”; daha sonra İbranice Hebron adı verilen, bu gün El-Halil olarak da bilinen bu şehre yerleşmesi ile gerçekleşmiş ve Kenanlıların yurtları, Nuh’un oğlu Sam’ın soyundan olan İsrail oğullarının eline geçmiştir.
Bu yüzden Tevrat’ta, “Arz-ı Mev’ud”dan eski ismine izafeten “Kenan” olarak da bahsedilmektedir. Ancak bu aşamada çok önemli bir hususun altını tekrar çizmemiz gerekmektedir. Tevrat metinlerinde müteaddit defalar tasvir edilen “Arz-ı Mev’ud” topraklarının; yine Tevrat metinlerinde tasvir edilen “Kenan” toprakları sınırlarından çok daha geniş ve değişik bir coğrafya olduğunu kaydetmemiz gerekmektedir. Dolayısıyla “Kenan” tanımlaması Tevrat’ta tarif edilen muharref “Arz-ı Mev’ud” sınırlarının tamamını kapsayıcı bir tanımlama olmamaktadır, bunun altını kalın bir hatla çizmemiz gerekmektedir.
Tevrat’ta, Hz. İbrahim’e ve onun nesline, dolayısı ile İsrail oğullarına, vaat edilen topraklar “Arz-ı Mev’ud” ile ilgili birçok ifade bulunmasına mukabil tarif edilen “Arz-ı Mev’ud” sınırları muğlâktır. Bu durumu önemli bir ayrıntı olarak görmekteyiz. Hz. İbrahim Kenan topraklarına giriş yapmasından hemen sonra “Arz-ı Mev’ud” müjdesi verilmesi anlamlıdır. Dikkat edildiğinde Tevrat’ta, Yehova; “Kenan” toprakları sınırları haricinde bu hususu dile getirmemiş, Hz. İbrahim’in “Kenan” sınırlarına dâhil olması ile birlikte Arz-ı Mev’ud konusu açılmıştır.
İbrahim(a.s) Harran’da iken Yehova ona şöyle bildirimde bulunmaktadır. RAB Avram'a, "Ülkeni, halkını, babanın evini bırak, sana göstereceğim topraklara git" dedi, "Seni büyük bir ulus yapacağım, Seni kutsayacak, sana ün kazandıracağım. Bereket kaynağı olacaksın.” [Tevrat; Tekvin,12/1-3] Dolayısıyla Tevrat'taki bu ifadeye göre Hz. İbrahim'e, Haran topraklarında iken Arz-ı Mev'ud müjdesi verilmemiştir. Bundan dolayı Arz- Mev’ud toprakları içersine Haran ve civarının sokulması yine Tevrat mantığına ters bir olgudur. Kanaatimizce bu durum Tevrat üzerindeki Arz-ı Mev’ud kavramında, İsrailoğulları Rabbi’lerin tahrifatını gündeme getirmektedir. Bu yüzden Tevrat’ta tasvir edilen Arz-ı Mev’ud sınırları karmakarışık ve tenakuz doludur. Şimdi bu hususun üzerinde duracağız.
Tevrat ifadelerinde çizilen Arz-ı Mev'ud sınırları değişkenlik gösterse de kabaca, Nil İle Fırat nehirleri arası olarak sınırlanabilecek şekilde tasvir edilmektedir diyebiliriz. Nitekim bu günkü Siyonist İsrail bayrağındaki iki çizginin bu sınırları remzettiği yorumlanmaktadır. “O gün RAB Avram'la antlaşma yaparak ona şöyle dedi:
"Mısır Irmağı'ndan(Nil) büyük Fırat Irmağı'na kadar uzanan bu toprakları, Kenliler'in, Kenizliler'in, Kadmonlular'ın, Hititler'in, Perizliler'in, Refalılar'ın, Amorlular'ın, Kenanlılar'ın, Girgaşlılar'ın, Yevuslular'ın topraklarını senin soyuna vereceğim." [Tevrat; Tekvin,15/18-21]
“Ayak basacağınız her yer sizin olacak. Sınırlarınız çölden Lübnan'a, Fırat Irmağı'ndan Akdeniz'e kadar uzanacak.” [Tevrat;Tesniye,11/24]
Oysa Tevrat metinlerinde değişik yerlerde yer alan “Arz-ı Mev’ud” kavramı, Nuh’un(a.s) günahkâr veya beddualı! Çocuğu “Kenan”ın yaşadığı topraklar, Tevrat’ta çizilen “Kenan” kavimleri sınırlarını aşmakta verilen bu coğrafik alan bir tenakuz unsuru olarak daha geniş biçimde tarif edilmektedir. Bu durum açıkça Tevrat metinlerindeki tahrifatı gündeme getirmektedir.
“Arz-ı Mev’ud”un doğu ve batı sınırının Fırat ve Nil nehirleri olmasının özel bir manası olsa gerektir. Muhtemel ki, Cenab-ı Hakk; Hz. İbrahim’in, Fırat’ın kenarındaki Ur’dan başlayıp, Nil kenarındaki Mısır’a kadar süren hicretlerini içine alan bu toprakları, onun tereddütsüz teslimiyet ve tevekkülü karşılığı ödül olarak vermiştir. Bu yorumumuz mevcut fiili duruma hüsn-ü zan ile yaptığımız bir yorumdur. Ancak Tevrat’taki realiteye göre bu olguyu değerlendirirsek, etnik-dinci Yahudi bakışının, Tevrat’taki Arz-ı Mev’ud kavramını muharref hale getirerek, soylarının dayandığı tüm toprakları yine Tevrat’ta yer alan “Kenan” kavramına aykırı olarak, İsrailoğulları mülkiyetinde gösterme amaçlı art niyetli sınır tanımlamalarıdır diyebiliriz.
Tevrat kitaplarında yer alan ”Arz-ı Mev’ud” tasvirleri arasında “Kenan” sınırları anlatımı şöyledir:“O gün Rab Avram'la(İbrahim) antlaşma yaparak ona şöyle dedi: Rab Musa'ya şöyle dedi: "İsraillilere de ki, 'Miras olarak size düşecek Kenan ülkesine girince, sınırlarınız şöyle olacak: "'Güney sınırınız Zin Çölü'nden Edom sınırı boyunca uzanacak. Doğuda, güney sınırınız Lut Gölü'nün ucundan başlayacak, Akrep Geçidi'nin güneyinden Zin'e geçip Kadeş-Barnea'nın güneyine dek uzanacak. Oradan Hasar-Addar'a ve Asmon'a, oradan da Mısır Vadisi'ne uzanarak Akdeniz'de son bulacak. Batı sınırınız Akdeniz ve kıyısı olacak. Batıda sınırınız bu olacak. Kuzey sınırınız Akdeniz'den Hor Dağı'na dek uzanacak. Hor Dağı'ndan Levo-Hamat'a, oradan Sedat'a, Zifron'a doğru uzanarak Hasar-Enan'da son bulacak. Kuzeyde sınırınız bu olacak. Doğu sınırınız Hasar-Enan'dan Şefam'a dek uzanacak. Sınırınız Şefam'dan Ayin'in doğusundaki Rivla'ya dek inecek. Oradan Kinneret Gölü'nün doğu kıyısındaki yamaçlara dek uzanacak. Oradan Şeria(Ürdün) Irmağı boyunca uzanacak ve Lut Gölü'nde son bulacak. Musa İsraillilere, "Miras olarak kur'ayla paylaştıracağınız ülke budur" dedi” [Tevrat; Sayılar, Bab34/1-13.]
Tevrat’ın, Sayılar kitabında, fiili “Kenan” sınırları etraflıca tasvir edilmişken; bu sınırların, Nuh’un diğer oğlu Sam’ın torunlarının yaşadığı Mezopotamya’ya kadar uzatılması, “Arz-ı Mev’ud” kavramında tahrif olgusunu güçlendirmektedir. Üstelik Fırat’a kadar uzatılan bu son sınırlara, İsrail oğullarının altın devri olarak tanımlanan “Krallar” –Davud, Süleyman- devrinde bile asla ulaşılamadığı da göz önüne getirilmelidir. Bu aşamada şu yorumu yapmak mümkündür. Yahudiler tarafından “Altın çağ” olarak nitelenen Davud ve Süleyman zamanında imkânlar varken “Arz-ı Mev’ud”un Tevrat’ta işaret edilen Nil ve Fırat sınırlarına kadar uzatılmaması; Sahih Tevrat’ta yer alan “Kenan” bölgesi “Arz-ı Mev’ud” sınırlarının tahrif edilerek genişletildiğinin en önemli göstergesidir.
Hz. Süleyman Yemen bölgesindeki Sebe kavmi topraklarına kadar haber alıp Tevhidi mesajları iletirken; “Kenan”ın kıyısındaki Mezopotamya’ya kadar ilerleyip vaat edilen bu toprakları ele geçirmemesi akla muhaldir. Bu vakıa aslında sahih Tevrat nüshalarında, Kadim “Kenan” toprakları sınırları haricinde verilen sınırların “Arz-ı Mev’ud” içerisinde olmadığını, bu geniş sınırların daha sonra Tevrat’ın derlenişi ve yazıya geçirilişi esnasında bilhassa İsrailoğulları’nın, uğradıkları Babil sürgünlerinin etkisiyle metinlere ilave edildiği kanaatini uyandırmaktadır.
Dolayısıyla Tevrat’ı derleyen ve yazıya geçiren İsrail oğulları ruhban sınıfı "Rabbi"ler tarafından; Hz. İbrahim’in doğup büyüdüğü ve İsrail oğullarının Babil sürgününde onlara vatan olan Mezopotamya coğrafyasının sonradan Tevrat metinlerine ilave edildiği kanaati hâsıl olmaktadır.
Genişletilmiş "vaat edilen toprak/Arz-ı Mev’ud"un, doğu ve batı olarak her iki sınırı; "Mısır Irmağı'ndan(Nil) büyük Fırat Irmağı” belli olduğu halde kuzey ve güney sınırları ile ilgili o dönemde yaşayan kavim isimleri haricinde bariz sınırlar verilmemiştir. Bu kavimlerin yaşadıkları topraklar ve ülkelerinin sınırları ise müphemdir. Dolayısıyla bu hususta ayrıntılı tarihi, coğrafik ve arkeolojik spesifik çalışma ve araştırmalara ihtiyaç bulunmaktadır.
Genişletilmemiş “Arz-ı Mev’ud”un güney ve kuzey sınırları ile ilgili hüsn-ü niyetli kanaatimiz şöyledir; yukarıda serdettiğimiz gibi “Arz-ı mev’ud”un doğu ve batı sınırındaki mananın, kuzey ve güney sınırları için de olması gerekir. Bu mantıkla gittiğimizde Hz. İbrahim’in Ur şehri sonrası hicret ettiği Haran, “Arz-ı Mev’ud”un kuzey sınırlarını ve Hz. İbrahim’in Mısır’dan “çıkış”tan sonra Lut peygamber ile yolculuk edip onunla yollarının ayrıldığı Sina ve Negev çölleri “Arz- Mev’ud”un güney sınırları olmalıdır.
Ancak Hz. İbrahim’den itibaren geçen süreç içersinde İsrail oğulları hiçbir zaman bu genişletilmiş sınırların tümünü içine alacak biçimde “Arz-ı Mev’ud”a sahip olamadığı görülmektedir. Daha ziyade Lut gölünün batısından başlayarak Kudüs, Hebron(el-Halil), Bir Şeba, Eriha gibi şehirler etrafında Kuzeyde Sayda, Şam’a güneyde Kızıldeniz’in eylat körfezine kadar uzanan “Kenan”a ait bölgede değişken oranlarda hâkim olabilmişlerdir. Asla, Fırat ve Nil’e kadar ulaşamadıkları tarihen sabittir. Hâkim oldukları bu bölgedeki hâkimiyetlerini devamlı olarak kaybettikleri malumdur.. Bu yüzden sürekli kaybettikleri “Arz-ı Mev’ud” toprakları sınırları genişletilerek vasıfları abartılarak bir Ütopya, Mitolojik unsur haline getirilerek bin yıllar boyu yaşatılarak günümüze kadar gelmiştir. Yanı sıra bu toprakları kurtaracak “Mesih” inancıyla birlikte görünen odur ki, “Yahudilik” dini yaşadığı sürece kıyamete kadar bu mitoloji devam edecektir.
1948 Yılında Ortadoğu'da kurulan Siyonist İsrail devleti hile ve zorbalıkla ele geçirdiği Filistin’de ayakta kalabilmek için geçmiş bin yıllarda yaptığı gibi; kutsal kitapları muharref Tevrat'ta etnik-dini olarak oluşturdukları muharref “Arz-ı Mev’ud” inancını hedef göstererek; Fırat ve Nil arasındaki bölgeyi ele geçirmek, sonrasında jeostratejik olarak buranın güvenliğini sağlamak için daha uç bölgelere de yönelerek; ön Asya, Anadolu, Arabistan yarımadası ve Mısır’ın bulundukları bölgeler üzerinde de hâkimiyet kurmak isteyecektir. Siyonizm’in etnik-dinci toprak iştihası geçmişte olduğu gibi çağımızda da asla dinmeyecektir.
Bu yüzden Türkiye’nin güneydoğusundaki sınırları olan mayınlı arazilerde Siyonizm’in gözünün olmaması mümkün değildir. Öyle veya böyle buraları ele geçirmek isteyecek olan ırkçı Siyonizm’e karşı uyanık olunmalı ve bu topraklar hangi nedenle olursa olsun asla Siyonistlere verilmemelidir.
Siyonizm’in Arz-ı Mev’ud’a dayanan stratejik ve jeo stratejik hedefleri; Ortadoğu’da, Filistin’de ve yakın coğrafyaları olan başta Anadolu olmak üzere tüm bölgeleri tehdit etmeye devam edecektir. Ortadoğu ve yakın coğrafyalarına yönelen tehdidi bertaraf etmenin tek çaresi “Küresel küfür”ün uşağı ve işbirlikçisi, Siyonist’leri Ortadoğu’dan def etmektir.