Aslında niyetim size 'muhaliflik' üzerine biraz zihin egzersizi yaptırmaktı.
Hani açıkgöz bir kısım çakal takımından, ciddi ciddi kendini 'muhalif' diye inanarak lanse edenlere karşı 'kimdir muhalif' sorusunu soracak ve kimin, neye, niçin muhalefet ettiğini, esas takdir edilesi muhalifliğin ne olduğunu belki örneklerle aktaracaktım.
Lakin genç bir otoparkçı fikrimi değiştirdi...
Engin henüz 25'inde bir genç. Bizim otoparkçı... Arabadan inerken 'Abi sen de çok safsın' dedi bana. Üstelik bunu 'saf saf' söyledi!
'Saf mıyım?'
Bir an duraksadı Engin ve düzeltti:
'Yok yani o anlamda saf değil...'
'Hangi anlamda?'
'Saf değil de temizsin abi!'
Kendince doğru cümleyi bulmuştu. Düşününce bu genç otoparkçının cümlesinden günümüzde yaşananların özetinin çıktığını fark ettim.
Saf olmak ya da temiz olmak!
Her saf iyi midir ve her saf olan aynı zamanda temiz midir?
Mesela saf olup da kirli olmak mümkün olabilir mi?
Ya da saflık ve kurnazlık, hinlik aynı kefede barınır mı?
Bu ülkeyi ve yaşananları bir kitap gibi okumak mümkün olsaydı, kahramanların karakter analizlerini yapabiliyor olsaydık çok daha net olurdu manzara. Örneğin medyada her gün atıp tutan 'saf' ama 'temiz olmayan' bir zihniyeti görmek mümkün olurdu?
Tıpkı saf olmayan ama temiz olanların varlığı gibi!
Öyle ki duygulara bulaşması, oradan harekete ve karakterlere sıçraması mümkün olan bir saflık ve temizlik benim bu bahsettiğim...
Örneğin kirli insanların saf aşkları olabiliyor... Ya da temiz insanların hastalıklı sevgileri de mümkün!
Ama sanırım en tehlikelisi saf ama temiz olmayan insanların marazi tutkuları...
Geçen akşam bir TV kanalında hukukçu bir profesörü izledim. Adamcağız düpedüz darbeleri savunuyor ve 'gerekirse yapılır' diyebiliyor. Bunu safça söylüyor ama çok da temiz bir düşünce değil doğrusu. Sanırım şöyle bir mantık yürütüyor: Ülke elden gidiyorsa, birtakım değerler yıkılıyorsa, istemediğimiz bir zihniyet devleti ele geçiriyorsa, elbette darbe de yapılır, adam da asılır!
Soru şu olmalı o halde:
'İyi de kime ve neye göre?'
Yine bir hukukçu, ancak bu arkadaşımız bir doçent... Ona göre başta iktidar olmak üzere memleketin yarısından fazlası vatan düşmanı... Saf olmayan ve hastalıklı olan bir vatan sevgisinin tezahürü olan bu zihniyete göre, aslında hukuk filan da palavra. Ve hatta hukuk bu 'hain ve düşman' olanların kullanabileceği bir silaha dönüştüğü için yorumlar ve bizzat sisteme sıkı sıkı yapışan zihniyetlerin varlığı bu ülkenin sigortası. Yoksa 'saf hukuk'a kalırsa bu ülkenin işi çoktan bitmişti!
Örtünün bir kısmı kaldırılır gibi olurken ortaya çıkan manzara hepimizi dehşete düşürdü. Gün aşırı nasıl hastalıklı bir yapının memleketi kendine göre dizayn etmek için neler kurguladığını medyadan izliyoruz.
Neler yapılmamış ki?
Fişlemeler, organizasyonlar, dostluklar, elçilikler, bağlantılar, temaslar ve dahi gönül ilişkileri...
Sonra birtakım insanların gözaltına alınırken ve serbest bırakılırken söyledikleri cümleleri hatırladım...
"Memleketi sevdiğim için tutuklanıyorum.."
Ya da vatanı...
Eminim içtenlik ve büyük bir saflıkla söylüyor bunu... Tıpkı o hukukçu gibi. Hani cuntacıların darbeyi memleketi sevdikleri için ve elden gitmesini istemedikleri için darbe yaptıklarını söyleyen ve savunan hukukçu gibi... Hani 'Memleketi madem seviyorlardı darbe yapmadan önce kan dökülmesini, kardeşin kardeşi öldürmesini neden engellemediler? Bunun yerine şartların olgunlaşmasını beklediler?' sorusu havada kalsa da samimi bir saflık ve sevgi bu.
Ancak aynı zamanda hastalıklı da. Marazî bir durum. Öyle bir hastalık ki zamanla sapkınlığa ve canavarlığa dönüşebiliyor sanırım.
Ne bileyim bomba filan atabiliyor, insanları öldürebiliyorsunuz bu sevginiz için! Cinayet işliyor, gizli fırıldaklar çeviriyorsunuz ve sonra da 'memleketi sevmekten başka suçum yoktur' diyebiliyorsunuz örneğin...
Sizden başka herkes düşman ve kimse sizin kadar sevemez bu memleketi nasılsa!
Temiz olmayan bir saflık ve hastalıklı bir aşk!
Memleketin temel sorunu bu sanırım...
ZAMAN