Türkiye’de uzun yıllardan buyana kendileri hakkında pek çok efsanevi rivayetin dolaşımda olduğu kesimlerden biri de Mason teşkilatları, Lions ve Rotary kulüpleridir. Mezkûr teşkilatlar Yahudilik ve Siyonizmle doğrudan irtibatlı görüldü, İngiliz ve Fransız emperyalizmin ileri karakolu olarak zihinlerde yer etti. Gizli-açık faaliyetleriyle Kemalist ulus devletin perde arkasındaki asıl sahibi olarak her daim halka tuzak kuran, halkın değerlerine düşmanlık eden odaklar şeklinde tasavvur ve tahayyül edildi.
Her ne kadar son yıllarda eski popülaritesini ve kudretli fonksiyonunu yitirmiş olsa da Mason, Lions ve Rotary kurumsal kimliğinin temel dayanağı ve misyonu hakkında etraflıca bir değerlendirmeye ihtiyaç olduğu yadsınamazdı. İşte bu ihtiyacın giderilmesi noktasında Nuriye Akman harika bir röportajla devreye girdi. Zaman Gazetesi’nde geçen hafta sonu (13 Ocak 2013) yayınlanan ve 50. Yıl kutlamalarına hazırlanan Türk Lions Hareketi’nin Okmeydanı’ndaki merkezinde Akman, Dünya Lions Yönetim Kurulu’na seçilen Oya Sebük’le ufuk açıcı bir görüşme gerçekleştirdi.
Oya Sebük’ün yanı sıra Timur Erk ve Hamza Kurtay gibi hareketin tecrübeli isimlerinin de dâhil olduğu röportajda Lions gibi masonik teşkilatların ideolojik ve sınıfsal açıdan Kemalizm ve devletle ilişkisine dair oldukça faydalı bilgiler karşımıza çıkıyor. Özellikle sağlık vakıfları üzerinden örgütlenen, üyelerini liderlik başta olmak üzere bir takım sosyo-psikolojik eğitim süreçlerinden geçiren, hedef ve uygulamalarını düzenli olarak uluslar arası büroya rapor eden Lionsların zannedildiğinin aksine küresel emperyalizmden daha çok Kemalist ulus devletle irtibatlı olduğu gözler önüne seriliyor.
Rotary’nin Atatürkçülüğü Muhafaza ve Müdafaası
Lionsları birinci ağızdan anlatan bu görüşme aslında sadece paralelinde faaliyet yürüten Masonluk ve Rotarylik siyasetinin bağlamını değil gerek ideolojik gerekse etnik veya mezhebi siyaset yürütenlerin de maruz kalmış olduğu hegemonyayı işaretlemekteydi. Öyle ki bu sebeple Kemalist Türkiye’nin sadece laikliği, demokrasisi, cumhuriyeti, üniversitesi, liberal veya sosyalisti değil lionsu da kendine özgüydü. Alevi-Bektaşi dergahını kuşatmış, sol-sosyalist mücadeleyi kendine eklemlemiş Kemalist hegemonyanın Lions-Rotary siyaseti üzerinde de temel kriter olmasının kısa hikayesi için Oya Sebük’ün anlattıklarına kulak kesilmekte fayda var.
Oya Sebük anne-babadan Lions olup 1989’da Türkan Saylan ile birlikte Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni kurmuş bir isim. Temel korkusu “şeriatla yönetilen bir ülkede yaşamak”. Kılık kıyafet serbestisine şiddetle karşı çıkıyor, çünkü çocukların okula örtülü kafalarıyla gitmesi en ciddi endişesi. Üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldırmak üzere hazırlanan yasa taslağına ilanlar vererek karşı çıkmış. Şimdilerde başörtüsü yasağını savunmaktan dolayı pek memnun değil. Milletvekili dahi olabilmelerini öngörüyor “yeter ki laiklikten sapacak kanunları getirmekte etkin rol oynamasınlar.”
“Madem başörtülü olmalarını engelleyemedik o zaman biz de onları başörtüleriyle laikliğe hizmet ettiririz” şeklinde özetlenebilecek bir psikolojik savaşı sürdürüyorlar halen. Anlaşılan o ki; İslam’ın kamusal alandan silinmesi ve Müslüman kadınların seküler değerlere kul-köle edilmesi adına kendileri gibi karanlık ve kirli odaklarla işbirliği yapan Oya Hanımgiller hala buyurgan hala tepeden bakan kibirlerinden zerre miktarı geri adım atmıyorlar. İslami kimliğe sahip topluma devlet ve iktidar sınıfları adına istikamet ve muhteva bildirme hakkını uhdesine almış tipik hegemoni tavrıyla ne kadar itici ve müstehrek olduklarının dahi farkında değiller. Lionsların keyfine ve menfaatine hizmet edecek ulus toplum modelini dayatmak konusundaki ısrarlarına halkın itiraz etmesine tahammül edemiyorlar.
Oya hanım Çevik Bir’den Vural Savaş’a, Süleyman Demirel’den İ. Hakkı Karadayı’ya 28 Şubat cuntasının bütün önemli aktörleriyle “Cumhuriyet Türkiyesinin seçkinleri” olarak nitelediği Lionsların yakın temas içerisinde olduklarını belirtiyor. İtirazlara rağmen Karadayı’ya ödül verme gerekçesini “Türkiye’yi onlar savunuyor. Başımızda genelkurmay başkanı adam, en üst seviyede. Ordumuzu yöneten insanı yüceltiyorum” sözleriyle izah ediyor.
Lions olmak için Atatürk ilke ve inkılaplarına sadakat yemini etmenin birincil şart olduğunu beyan eden Oya Hanıma göre Türkiye toplumu için “Atatürk’ün getirmiş olduğu laik ve demokratik ilkeler yeter”. Bu paradigmaya yönelik doğrudan veya dolaylı itirazlar içeren İslamla şöyle ya da böyle bağlantılı gelişmeler dolayısıyla içine girdikleri ruh hali şu cümlede özetlenmiş: “Ak Parti gelecek, İran gibi olacağız. Kafamızı kapattıracak. Müthiş bir korkuydu o sıralar.”
Radikal tutumlara her zaman karşı olduğuna dikkat çeken Oya Sebük, Lions olmak için neden Atatürkçülük şartında ısrar ettiklerini gayet veciz ifadelerle sarahate kavuşturuyor: “Türkiye on senelik Ak Parti iktidarında, daha dine meyilli bir yapıya geldi. Dolayısıyla Atatürkçülük şartının durmasında fayda var. Atatürkçülük barajı koymadığınız takdirde İslam’a yakınlık daha radikalleşebilir.” Yani siyasal ve toplumsal yapının İslamsızlaştırılması siyasetinde askeri darbe dahil her türlü seçeneğe destek veren Lionsların bu gibi konularda istisnai bir itirazı bulunuyor: “(Darbeyi) Atatürkçü kadro yaptı ama en fazla imam hatip lisesi Evren döneminde açıldı.”
Puta Tapıcılık Serüveninde Lionsun Yeri
Oya Sebük’ün Dünya Lions Yönetim Kurulu’na girmesi vesilesiyle sarf ettiği cümleler nasıl bir çarpık mantık ve öykünme hatta aşağılık kompleksine şahit olduğumuzu gözler önüne seriyor. Her bir ferdin Atatürk’ü içselleştirmesini öneren Oya Hanımın birincil meselesi “Türk kadının gücünü Avrupa’ya ispatlamak.” Bu sebeple üç ayda Almanca öğrenmiş. Lions olmakla şeref algısının ne şekle girdiğini “Hamburg’da Almanların önünde başım açık en önde yürüyeceğim Türk kadını olarak. Ki görsün o küçümsediği, iteleyip kakaladığı Türk insanını” sözleriyle özetliyor Oya hanım. O da kendisine şükran duyduğu Atatürk gibi Avrupa’nın takdir ve övgüsünü alma yarışında ki “Türk kadınının akıllı, düşünebilen, fikirleri olabilen, bir şeyleri yapabilen bir kişi olduğunu ispatlayacağım” diye yatıp kalkmakta.
Kullanılmayı hiç sevmeyen ama Lions başta olmak üzere hemen herkesi ve her şeyi kullanmayı bir marifet bilen Oya Hanım bütün dünyaya Kemalist Türk insanı ve rejimini pazarlayabilme imkânının peşinde koşuyor.
Kendisiyle röportaja gelen Nuriye Akman’ı “Atatürk olmasaydı sen böyle başın açık gezemezdin” diyerek uyaran Oya Sebük “Atatürk’ü biz bu hale getirdik, her yere heykelini dike dike. Biz kendimiz Atatürk olmalıyız. İçselleştirmek lazım, putlaştırmak değil” sözleriyle bir muhasebe yapıyorlarmış imajı veriyor. Lakin “Atatürk’ü putlaştırıp tapma” meselesine itiraz edermiş gibi bir takım sözler sarf ediyorsa da putlaştırmaya da tapınmaya da tam gaz devam ediyorlar aslında.
Oya Sebük veya başında olduğu Lionslar’a kim kulak asar, söylediklerinin nerede kıymeti harbiyesi olur soruları elbette manasız değil. Ancak uzun dönemler boyunca Masonlar, Lionslar veya Rotaryler hakkında oluşturulan imajdan farklı bir durum var karşımızda. Özetle durum şu: Bütün masonik teşkilatlar resmi ideolojinin ve despotik iktidar sınıflarının çerçevesini çizdiği bir sahada faaliyet göstermektedirler. Resmi ideolojiye hizmette asker, yargı, sermaye, akademi veya sanat çevrelerinin yüklendiği misyona paralel bir misyon üstlenen masonik teşkilatları Kemalist ulus devletin bekası adına İslamsız ve Batılılaşmış bir toplum inşa etmek gibi emelleri olduğu gözden kaçırılmamalı.
Kimse kimseyi aldatmaya kalkışmasın. Türkiye’de Atatürk ilkelerine sadakat ve müdafaa siyasetiyle hedeflenen içtimai ve iktisadi standartlar her ne ise masonik değerlere sadakatle elde edilmek istenen de odur. Unutulmaması gereken esas şudur: Küresel sistem ve değerleriyle Kemalizm ne kadar entegre ise Lions veya Rotary gibi masonik teşkilatlar da o kadar entegredir. Bir diğerinden daha tehlikeli veya tercihe şayan değil tersine her ikisi de birbirini besleyen aynı cephenin neferidir.
Yalnız son zamanların mağlubiyet duygusundan kaynaklanan yaygın yalanlarından biri olan “Her yere heykellerini dikerek Atatürk’ü ölümünden sonra putlaştırdılar” söylemini sıradan bir yalan olarak görüp geçmemek gerek. Çünkü 3 Ekim 1926’dan itibaren 1938’e kadar İstanbul, Ankara, Konya, Bursa, Samsun, İzmir, Afyon başta olmak üzere birçok şehre bizzat Mustafa Kemal’in emriyle devasa büyüklükte anıt-heykeller dikilmişti.
Heykel tutkusu, heykellerine saygı duruşu adına şükür andları okutma saplantısı sonradan zuhur eden bir hastalık değil bizzat Atanızın karakteriydi. Putlaştırma ve lidere tapınma olgusu Kemalist Cumhuriyetin temelidir. Suçu ve suçluyu başka yerde aramak beyhude bir çabadır.