Saddam'ı Hatırlamak... (1)

Ceren Kenar

Irak'ta mevcut kriz konuşulurken, Sykes-Picot'dan, Maliki'ye, İngiliz sömürgeciliğinden, Amerikan müdahalesine Irak tarihinin her perdesi aralandı. O tarihin her bir katmanının bugün yaşananlarda bir payı ve yansıması olduğundan, bu çabaların hepsi Irak'ın bugün içinde olduğu krize dair algımızı genişletti.

Lakin bir dönemi var ki Irak güncel tarihinin, bugün yaşananları o dönem incelenmediğinde anlamak mümkün olmaz. Zira, Amerikan işgali ile açılan "Pandora'nın Kutusu"nda biriken günahların, öfkenin, hıncın önemli bir kısmının müsebbibi bu dönemdi...

Sıfırdan gelen bir adam, ülkesinin gelecek on yıllarına damgasını vuracak bir "lanet"i bizzat kendi elleriyle oluşturdu. Bugün pek anmadığımız bu dönem Irak'ta katliam ve nefretin norm olduğu zamanlardı.

Yıl 1937 (veya 1939), yer Tikrit... Subha 27 yaşında hamile. Kocası ortada yok. Yeni gelecek bebeğe yer de yok. Halihazırda evde iki çocuk, biri ağır hasta, kanser. Ve tek başına bir kadın. Rivayete göre hamileliğini sonlandırmak için elinden geleni yapıyor, karnındaki bebeği düşürmeye çalışıyor ama muvaffak olamıyor. Bu yüzden de doğan erkek bebeğinin ismini Arapça “direnen/karşı duran” anlamına gelen Saddam koyuyor.

Kardeşi öldüğü sene doğan Saddam, daha sonra kızıyla evleneceği dayısının evine gönderiliyor. Dayısının hapse girmesi sonucu, üç yaşında anne evine geri dönüyor. Annesi başka bir adamla evlenmiş olan Saddam'ı, burada üvey babasının korkunç muamelesi bekliyor. Üvey babası tarafından sopayla dövülen, hakaret edilen ve istenmediği net bir şekilde belli edilen Saddam, 6 yaşında üvey babası tarafından çoban olarak çalıştırılmaya başlıyor. Dayısının hapisten çıkması ile Saddam 10 yaşında evi terk ediyor ve dayısının yanına kaçıyor.

Saddam Hüseyin'den 300 sene önce yaşamış Thomas Hobbes, hem Saddam'ın hayat öyküsünü hem de bu zor yaşamın siyasetine etkisini özetlemişti aslında. “İnsan insanın kurdudur” şiarını hayat okulunda öğrenecekti Saddam. Kimseye güvenmemesi gerektiğini, hayatta kalmak için hep mücadele etmesinin şart olduğunu ve ancak gücün onu bu sefaletten kurtarabileceğini öğretecekti zor hayat şartları henüz ufak bir çocukken Saddam'a. 

Saddam'ın dayısı Hayrallah Telfah, önemli bir rol oynamıştı yeğeninin hayatında. Telfah milliyetçi bir öğretmendi. Askerdeyken İngilizlere karşı düzenlenen bir isyana katılmış, ordudan atılmakla kalmayıp hapse de girmişti. Saddam'ın kişisel ve siyasi kariyerindeki ilk rol modeliydi Telfah. Yıllar sonra aralarında Bağdat valiliği de olmak üzere birçok üst düzey makamda görev alacaktı. Lakin kendisiyle ilgili en “ilginç” detaylardan biri yazdığı bir kitabın ismi ve dolayısıyla konusu idi. Irak Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ilkokul çocukların okutulan “Tanrı'nın yaratmamış olması gereken üç şey vardı: İranlılar, Yahudiler ve Sinekler” başlıklı kitabı Telfah kaleme almıştı. Hayrallah'ın oğlu Adnan ise Saddam'ın uzun zaman savunma bakanlığını yapacaktı.

Dayısının yanına yerleşince hayatında ilk defa okula başlayan Saddam, yine dayısının yönlendirmesiyle önce liseyi tamamlandı, sonra hukuk fakültesine başladı. Arap sokaklarını üçüncü dünyacı, sosyalist milliyetçiliğin vurduğu zamanlar, Bağdat Paktına katılmış Haşimoğulları mensubu Kral Faysal'a karşı hoşnutsuzluk büyüyordu. Pan-Arabizme ve anti-emperyalizme ihanet ettiğine dair hissiyat halk arasında yaygınlaşıyordu. Süveyş krizinde kraliyetin pasif bir tutum alması Saddam'ın da tahammül edemeyeceği bir gelişme oldu. Fakülteyi 3. yılında terk ederek, Baas partisine katıldı. Partiye katılmasının birinci yılında Irak Kralı II. Faysal'ı deviren darbe gerçekleşti.

Fakat ümitlenmek için erkendi, genç Baas üyesi Saddam açısından. Darbeyi gerçekleştiren General Abdülkerim Kasım, Baasçılar ile ortak hareket etmişti Kralı devirirken, ancak daha sonra politikası Baasçılar'dan ayrışacaktı. Cemal Abdül Nasır'ın kurduğu Birleşik Arap Cumhuriyetine katılmak istemiyordu General Kasım, bu yüzden Baas yerine Pan-Arabizmi reddeden Irak Komünist Partisi ile ittifak yapmayı tercih etti. Baasçılar'ın buna karşı cevabı bir “sürpriz” olacaktı.

General Kasım'a karşı bir suikast düzenlemeye karar verdi Baasçılar. Emrin Nasır tarafından verildiği iddia edilse de, hep tartışma konusu olarak kaldı. Operasyonun tetikçisi genç Saddam oldu. Suikast girişimi başarısızlıkla sona erdi. Kasım'ın şoförü hayatını kaybederken, kendisi yaralı olarak kurtuldu.

Saddam için ise sürgün günleri başlamıştı. İlk durağı Şam, sonraki Kahire oldu. Bu dönemde Kahire'de Amerikan büyükelçiliğini birkaç kere ziyaret ettiği bilgisi, Amerikan ajanı olup olmadığına dair şüphelerin oluşmasına sebebiyet verdi. Irak'taki Kasım yönetiminden rahatsız olan ve Kuveyt'i işgal etme tehdidi savuran Kasım'a karşı darbe girişimlerini bilfiil destekleyen Amerika'nın, o dönemde Kasım suikastının tetikçisi Saddam ile görüşmesi belki de şaşırtıcı değildi.

1963 yılında Amerikan büyükelçiliğinde şampanya ile kutlanan o haber gelecekti. General Kasım bir Baas darbesi ile devrilmişti. Hem Amerikan, hem de İngiliz istihbaratı olayın aktif olarak içindeydi. Hatta Baas'a darbesini mümkün kılan silahların gizlice Türkiye üzerinden gittiği iddia edilir. 

24-25 yaşında döndüğü Irak'ta siyasi çalkantılar bitmemişti. “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” prensibinin geçerli olduğu Orta Doğu siyasetinde Saddam kah görevde, kah hapisteydi. 1968 yılı itibariyle yine destek verdiği bir darbe girişimi başarılı oldu. 30'larının başında birden rejimin ikinci adamı oldu. Bu genç, karizmatik ve acımasız devlet adamı herkesin dikkatini çekmeyi başarmıştı.

Bir yandan idam mangaları Irak sokaklarının ve günlük hayatın bir parçası haline gelmişti. Yahudiler, Komünistler ve muhalifler ana hedefti. Toplu tutuklamalar sonucu insanlar karanlık şehir efsanelerinin konusu olan zindanlara gönderiliyordu. İşkence yeni kurulan rejimin vatandaşları ile temel ilişki kurma biçimiydi.

Diğer yandan Saddam hem Irak içinde, hem de uluslararası alanda alkışlanıyordu bazı icraatları ile. Ekonomiyi modernleştiriyor, eğitim seferberliği başlatıyor, takım elbise giyiyordu. Sovyetler ve Amerika arasındaki dengeyi iyi ayarlıyor, seleflerinin hatasına düşmüyordu. Resmen ve fiilen 1979 yılında Irak'ın tek adamı oldu.

Dürüst olmak gerekirse Irak siyasetinin acımasız ve gayriahlaki kuralları Saddam iktidara gelmeden çok önce belirlenmişti. Ancak Saddam bu oyunun en iyi oyuncusu olacaktı. Kötücüllükte mahirdi, korkunç politikalar dizayn etme konusundaki yetenekleri mükemmeldi. Stalin'e olan hayranlığını hiç gizlemiyor, ilhamı ondan aldığını vurguluyordu.

Tek adamlığa doğru emin adımlarla yürürken ve göreve gelir gelmez suikast iddiaları ile muhaliflerini tasfiye etme işine girişmişken, Saddam için “müjdeli” haber komşu İran'dan gelecekti. 

Irak'taki Baas rejiminin dengesizliklerini yavaş yavaş fark eden (hatta İran istihbaratı yoluyla Kürtleri isyana teşvik etmeye çalışan) Amerika gittikçe gelişen Irak-Sovyet ilişkilerinden duyduğu kaygıyı saklamıyordu. Ancak Amerika için asıl sürpriz Irak'tan değil, komşusundan gelecekti. Orta Doğu'da tehlike çanları çalıyordu. Amerikan başkanı Jimmy Carter'ın Tahran'da Şah ile kadeh tokuştururken söylediği “Dünyanın en sorunlu bölgelerinden birinde İran bir istikrar adasıdır” ifadesinden birkaç ay sonra, Tahran sokakları öfkeli göstericiler ile dolup taşıyor, Şah, ülkesini terk etmek zorunda kalıyordu.

Amerika bölgedeki en sadık ve önemli müttefiklerinden birini "İslami bir devrim" ile kaybederken, ehven-i şer alternatifleri arıyordu. Amerika için ehven-i şer olanın, Irak için maliyeti çok ağır olacaktı...

TÜRKİYE GAZETESİ