Sacco ile Vanzetti

Ahmet Altan

Joan Baez’in onlar için yazdığı şarkı bir aralar bütün dünyada söyleniyordu.

 

İki İtalyan anarşistiydiler.

 

Birinin adı Sacco, diğerinin adı Vanzetti’ydi.

 

İki kişinin ölümüyle sonuçlanan bir cinayetin sorumlusu olarak tutuklandılar.

 

Suçlu olmadıklarını söylediler.

 

Gösterdikleri tanıklar İngilizceyi kötü konuşan İtalyanlar’dı.

 

Mahkeme onlara pek aldırmadı.

 

Sanıkların “suçsuzuz” demelerine de aldırmadı.

 

Ortada “kanıt” yoktu, ona da aldırmadı.

 

Daha sonra başka bir mahkûm, o cinayeti bir çeteyle birlikte işlediğini itiraf etti ama ona da kimse aldırmadı.

 

İtalyan olmaları, anarşist olmaları “suçlu” sayılmalarına yetti.

 

Yedi yıl hapishanede yattıktan sonra elektrikli iskemlede idam edildiler.

 

Yıl 1927’ydi.

 

Son sözleri “biz masumuz” oldu.

 

Aslında onların idam edilmeleri, Amerikan adaletinin taammüden işlediği bir cinayetti.

 

Amerikan adaleti de, Amerikan toplumu da bu ağır yükten kurtulamadı.

 

Onlar için şarkılar söylediler.

 

Kitaplar yazdılar.

 

Piyesler sahneye koydular.

 

Ama o vicdan azabını hep hissettiler.

 

Onları suçlayan haberler ve yazılar yerine, onları savunan güçlü haberler ve yazılar yayınlansaydı o iki masum insan kurtulur, koca bir toplum derin bir pişmanlıkla yaralanmazdı.

 

Aradan seksen yıldan fazla geçti.

 

Yıl 2008.

 

Türkiye’de hapiste sekiz kişi var.

 

Kürtler.

 

Bu insanlar, Güngören’deki bombalı saldırının “suçluları” olarak toplumun önüne atıldılar.

 

Aralarından birinin bombayı “bizzat” attığı söylendi.

 

Hürriyet gazetesi manşetinden, Hüseyin Türeli isimli bu sanığın, “bombayı patlatıp seyrettim” dediğini iddia etti.

 

Sabah gazetesinde Umur Talu, Türeli’nin bir başka bombacıyla birlikte Silopi’den Türkiye’ye giriş yaptığını yazdı.

 

İçişleri Bakanı ve İstanbul Valisi, “bombalı saldırının faillerinin ele geçirildiğini” açıkladı.

 

Hürriyet gazetesi manşetine taşıdığı “ifadeyi” gösteremedi, bir insanı çok ağır biçimde suçladıktan sonra sanki böyle bir haber yapmamış gibi davrandı.

 

Umur Talu, yazdığı iddianın kanıtlarını ortaya koymadı.

 

Bakan ve Vali, bu sanıkları neye dayanarak “bombacılıkla” suçladıklarını ayrıntılı bir şekilde belirtmediler.

 

Hükümet bu konuda, “ikna edici” bir açıklama yapmadı.

 

Hep birlikte bu insanları “bomba atmakla” suçladıktan sonra hep birlikte çekildiler.

 

O sekiz kişi hapiste kaldı.

 

O sanıklara ne poliste, ne mahkemede bombayla ilgili bir soru sorulmadığı anlaşıldı.

 

Zaten “bomba atmak” suçundan değil “yardım yataklıktan” tutuklandılar.

 

Dün Taha Akyol, Milliyet gazetesinde, sanık Türeli’nin “bombayı patlattım, seyrettim” dediğinin yalanlanmasının “önemsiz bir ayrıntı” olduğunu yazdı sütununda.

 

Bilmiyorum hapiste olan kendisi ya da bir yakını olsaydı, böyle ağır bir iftirayla damgalanmak gene “önemsiz bir ayrıntı” gibi mi görünürdü kendisine?

 

Cevap veremeyecek bir durumdayken Hürriyet’in manşetinde “Taha Akyol ‘bombayı patlattım, seyrettim’ dedi” diye bir haber okusaydı, bu durumu gene bu kadar hafifseyerek kabul edebilir miydi?

 

“Önemsiz bir ayrıntı” der geçer miydi?

 

Sanki kendisi için böyle bir iddia ileri sürülseydi, kendisine böyle bir iftira atılsaydı biraz daha ciddiye alırdı gibi geliyor bana.

 

Ama başkası için olunca “önemsiz bir ayrıntı” gibi gözüküyor demek insana.

 

Bazıları için “vicdan” da bazen “önemsiz bir ayrıntı” olabiliyor.

 

Şimdi asıl soru şu:

 

Niye bunca insan hapisteki bu sanıkları böyle suçlamak için ortaklaşa hareket ediyor?

 

Niye böyle bir suçlama orkestrası ile karşı karşıyayız?

 

Polis sorgusundaki suallerden, mahkemenin sorduğu sorulardan, tutuklama gerekçesinden artık hepimiz biliyoruz ki bu sanıklar “gerçek bombacı” değil.

 

Gerçek bombacı dışarıda dolaşıyor.

 

Belki bu olayın içinde bir rolleri vardır, belki aralarından bazılarının “gerçek bombacıyla” bir ilişkisi hatta işbirliği bulunuyordur, bilmiyorum.

 

Ama mahkemenin “bomba atmaktan” tutuklamadığı bu insanların “bombayı attığına” bizi inandırmak için bu çaba nereden kaynaklanıyor?

 

Bu çaba, sadece bu insanları suçlamıyor aynı zamanda “esas bombacıyı” da gözlerden saklıyor.

 

Hükümetin de içinde rol aldığı “gerçeği saklama” konusundaki bu ortak eylem kuşku verici işte.

 

Bu kuşkuyu Taha Akyol’un yazarı olduğu Milliyet gazetesi’yle Vatan gazetesi de paylaşıyor.

 

Daha önce Akşam gazetesi de bu konudaki kuşkularını birinci sayfasına taşımıştı.

 

Bu, dalgalar halinde yayılan ciddi bir kuşku.

 

Asıl suçlular dışarıdayken “çeşitli nedenlerle” başka insanların suçlanmasına daha önce de rastladı insanlık.

 

Sacco ile Vanzetti bunların en unutulmazlarıdır.

 

Onlar kurtarılabilirdi, başkalarının hayatlarını “önemsiz ayrıntılar” olarak görenlerin kurbanı oldular.

 

Biz de yeni kurbanlar mı vermeliyiz?

 

Yazı yazmak, suçsuzları kurtarmaya yaramıyorsa ne işe yarıyor?

 

Gerçek suçluyu yakalayamayan bir siyasi iktidarın insafsız yalanlarına destek olmaya mı?

 

TARAF