"Bela ve musibetlere karşı direnç göstermek demek olan sabır, müminlerin hayatları boyunca en çok ihtiyaç duydukları erdemlerden biridir. Her şeyden önce sabır, tam anlamıyla iman edebilmenin ve bu imanı koruyabilmenin ilk şartıdır. Sabır, İslam'ın on üç yıl süren Mekke döneminin en bariz vasfıydı. Sabır, İslam'ı seçen Habbabların, Ammarların, Bilallerin her türlü baskı ve işkencelere rağmen imanlarını koruma mücadelesiydi. Abdullah b. Mes'üd, sabrı "imanın yarısı" saymıştı. Hz. Ali ise sabrı, vücuttaki başa benzetmişti. Nasıl ki, başsız bir vücudun yaşaması mümkün değilse, sabır olmaksızın imanın kemale ermesi de imkansızdı." ... Namaz bir nurdur, sadaka bir burhandır, sabır bir ışıktır.1 Bir bakıma sabır, hayatın çilesine karşı tahammül göstermektir. Mümin onun sayesinde doğru ile yanlışı ayırt edebilecek, günahlara karşı doğruların yanında yerini alabilecek ve imanın tadını tadabilecektir. Belki de bu yüzden Hz. Peygamber, Allah'a iman edip onu tasdikten ve cihaddan sonra en üstün erdem olarak sabrı ve hoşgörüyü zikretmiştir.
Hz. Peygamberimizin yeğeni Abdullah b. Abbas'ın da müminin silahı olarak nitelendirdiği sabır, elbette sadece musibetlere karşı dayanmayı ifade etmez. Allah'ın farz kıldıklarını yerine getirmek ve yasakladıklarından kaçınmak da sabır ister. Zira bir mümin, ibadetine başlamadan önce niyet ve ihlasını koruma; ibadet esnasında Allah'tan gafil olmama, ibadetten sonra ise riyaya kapılmama hususunda sabırlı olmalıdır. Kur'an-ı Kerimde Allah, rızasını umarak sabredip, namazı dosdoğru kılıp hayırlı işler yapanlara, sabırlarına karşılık cennet vaad etmiş, dünya uğruna ahireti feda etmeyip sabredenlerin en güzel şekilde mükafatlandırılacaklarını bildirmiştir. İmanın kemale ermesini sağlayacak ibadetlerin yapılabilmesi de sabra bağlıdır. Mesela, oruçla sabır o kadar özdeşleşmişti ki, Peygamberimiz "...Oruç sabrın yarısıdır..." demiş, Ramazan'ı da "sabır ayı" olarak isimlendirmiştir. Benzer şekilde namaz da çokça sabır ve sebat gerektiren bir ibadettir. Nitekim Allah Teala, "Sabır ve namazla Allah'tan yardım isteyin." buyuruyor, Kur'an' da müminlerden ısrarla namazlarına devam etmeleri isteniyor. Yani Allah'ın rızasını arzulayanlar, ta'dll-i erkana riayet etme ve şeytanın ayartmasına kapılmama hususlarında sabırlı davranarak namazlarını eda etmelidirler. " Aynı şekilde hac ibadeti de aslında tam anlamıyla bir sabır gösterisidir. Öyle ki, izdiham içerisinde yerine getirilen hac ibadeti esnasında her türlü sıkıntıyı göze alan hacılar birbirlerine hitap ederken "Hacı, sabır!" demeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Bu durum dualar için de geçerlidir. Peygamberimiz, dua eden bir müminin acele etmediği, sabredip aceleci davranmadığı müddetçe duasının kabul edileceğini haber vermiştir. Allah'ın salih kulları arasına girmek isteyen Müslümanlar da sabrı ön planda tutmalıdır. Resülullah (sav) Allah'ın rızasına ermek için sabretmekle emrolunmuştur. Peygamberimiz hayatın her alanında sabırlı davranarak müminlere örnek olmuştur. Olgun insanın özellikleri olan zühd ve hilm gibi kavramlar da özü itibariyle sabrın bir sonucudur.
Sabır, aklın ve dinin gerektirdiği şekilde nefsi zapt etmektir. Savaşta düşmana karşı direnmek ve gözü pek davranmak anlamına gelen şecaat, hayatın şatafatına dalmamayı gerektiren zühd ve öfkeyi yutup yumuşak huylu davranmayı ifade eden hilm sabra dayanmaktadır. Sabrın en çok gerektiği yerlerden bir diğeri de düşman karşısında sabredebilmektir. Hz. Peygamber ashabına, "Ey İnsanlar, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin ve Allah'tan afiyet isteyin. Eğer onlarla karşılaşırsanız Sabredin ve mücadeleden de vazgeçmeyin " buyurmuş ve korkuya kapıldıklarında ashabı toplayarak onlara sabırlı ve sakin olmalarını öğütlemiştir. Hz. Peygamber, sırf Allah rızası için düşmandan kaçmayarak sabırla savaşanların, borç hariç diğer günahlarının affolunacağı müjdesini vermiştir. Kur'an'da da düşman karşısında müminlerin sabırlı olmaları ve sebat göstermeleri emredilmiş ve bu esnada Allah'tan sabır dileyenler örnek olarak gösterilmiştir. Allah’ın sabreden, takva sahibi kullarına yardımını indirecektir. Müminler, eğer insan arası ilişkilerin de, hoşlarına gitmeyen, hatta zorlarına giden tatsız bir hadiseyle karşılaştıklarında hemen öfkelenmek yerine serin kanlı ve sabırlı davranmalıdırlar. Nitekim Hz. Peygamber Huneyn savaşında elde edilen ganimetleri paylaştırdığında, İslam'a ısınmaları için uğraştığı bazı kişilere fazla mal vermişti. Bunu gören ensardan bir kişi de öfkesine hakim olamayarak hemen vallahi, Bu, adaletin gözetildiği ve Allah rızasının hedeflendiği bir paylaştırma değildir!" demişti. Bunu duyan Resulullah'ın (sav) kızgınlıktan mübarek yüzünün rengi değiştiğinde sabretmesi gerektiğini şu cümlelerle ifade etmişti: ''Allah ve Resulü de adaletli davranmayacaksa kim adil olacak! Allah, Musa'ya rahmet etsin. O bundan dahafazla eziyete uğramıştı da o bunlara sabretmişti."
Yine bir keresinde İslam'a henüz yeni girmiş olan Akra' b. Habiskum ve toprakla kaplı mescitte küçük abdestini bozunca, bu görgüsüzlük karşısında sahabiler ona derhal müdahale etmek istemişlerdi. Fakat ashabına daima sabrı tavsiye eden Allah Resulü, onu bırakmalarını istedikten sonra Akra'yı yanına çağırdı ve "Bu ev, sadece Allah'ı zikir ve namaz için inşa edildi. Bundan dolayı burada abdest bozulmaz." diyerek ona yaptığı bu işin yanlışlığını izah etti. Akra' Hz. Peygamber'in sabırlı tavrını ve ona karşı minnet duygularını, "Anam babam ona feda olsun, Hz. Peygamber bana nesövdü, beni ne azarladı, ne de dövdü." diyerek ifade etmiştir.
Merhamet Elçisi aynı şekilde görgüsüz ve cahil bedevilerin kabalıklarına dahi sakin ve sabırlı bir tavırla karşılık vermişti. Bir keresinde bunlardan biri Efendimizin elbisesinden o kadar şiddetle asılmıştı ki kalın ipten dokunan ridası boynunda iz bırakmıştı. Bir yandan da, "Allah'ın sana bahşettiği mallardan bana da vermelerini emret." demişti. Hz. Peygamber ise, böylesine bir saygısızlığa bile sabretmiş ve ona istediklerinin verilmesini emretmişti. Hz. peygamber, sabrı tükenme noktasına geldiği anlardan biri olan öfkeden de sakınmalarını müminlere öğütlemiş, böyle bir durumda öfkelerini yenmenin faziletini her fırsatta anlatmıştı. Nitekim o ‘’bana tavsiyede bulun." diyen sahabeden birine "öfkelenme’’ demiş adam defalarca aynı soruyu sormuş, Resülullah (sav) da her defasında aynı cevabı vermiştir. Öfkelenen şahsın, karşısındakini istediği şekilde cezalandırabilecek bir konumdayken öfkesini yutup sabredebilmesi son derece önemlidir. Nitekim Kur'an-ı Kerim de öfkesine hakim olanları cennetle müjdelemiştir. Başka bir deyişle kızgınlık anında sabırlı olabilmek, Kur'an'ın ifadesiyle, "kötülüğü en güzel şekilde önlemek" anlamını taşır. Benzer şekilde Resülullah (sav), "Güçlü kimse, insanları güreşte yenen değil, bilakis öfke anında kendisine hakim olandır."2 buyurmuş, öfke anında şeytanın ayartmasından Allah'a sığınmasını tavsiye etmiştir. Muhtemelen sabretmeyi kolaylaştıracağından dolayı, öfkelen birinin ayaktaysa oturmasını, kızgınlığı dinmediyse uzanmasını tavsiye etmiştir.
Haksızlığa veya iftiraya uğrama, sözlü veya fiili saldırılara maruz kalma gibi durumlarda kişinin haklarını savunmasının yanı sıra, sabır ve metanet içerisinde olması çok önemlidir. Kendisine atılan çirkin iftira karşısında, günlerce ağlayan Hz. Aişe’nin de sabretmekten başka çaresi yoktu.Henüz kendisinin günahsız olduğunu bildiren ayetler inmemişti ve şöyle demişti: "Vallahi aramızdaki durumu, Yusuf'un babası Yakub'un (o sıkıntı içinde) söylediği şu sözden (daha güzel) anlatan başka bir örnek bulamıyorum. O şöyle demişti: ‘Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak Allah'tır." Gerçekten de Allah Hz. Aişe'nin tertemiz olduğunu bildiren ayetleri göndermekle ona en büyük yardımı yapmıştı. Hz. Peygamber gerek ashabına, gerekse genel olarak bütün ümmetine toplum içerisinde sabrı tavsiye etse de bazı durumlarda sabretmek o kadar kolay değildir. Buna rağmen Hz. Peygamber, " İnsanlarla bir arada yaşayan ve onların eziyetlerine sabreden mümin, insanlarla bir arada yaşamayan ve onların eziyetlerine sabretmeyen müminden daha büyük ecre nail olur."3 buyurarak bir Müslüman'ın hoşuna gitmese de diğerlerinin tavırlarına sabretmesi gerektiğini vurgulamıştı.
Sabır, Azim ve İrade Sahibi Peygamberlerin Yoludur
Hz. Peygamber'in hayatı tam anlamıyla sabırla örülmüştür. O, çocukluğundan itibaren nice zorluklara göğüs germiştir. Her şeyden önce, henüz dünyaya gelmeden babasını, küçük yaşta annesini kaybetmiş, en zor zamanlarında yardımcısı olan sevgili eşi Hz. Hatice'nin ölüm acısını yaşamış ve Hz. Fatıma hariç bütün çocuklarını toprağa vermiştir. Ama o, bütün bu musibetlere karşı hep sabretmiştir. Öte yandan Resulullah (sav), Mekkelileri toplayıp da onları Allah'ın birliğine davet ettiği günde, en yakınlarından biri olan ve belki de ona en önce inanması beklenen amcası Ebu Leheb'in alaycı sözleriyle karşılaşmıştı. "Helak olasıca!" diyordu Ebu Leheb, "Bizi bunun için mi topladın buraya?" Benzer şekilde müşrikler de her fırsatta Allah Resulü'nü aşağılayan sözler söylüyorlar, onu davasından vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Hz. Peygamber, belki Allah'ın birliğine inanırlar diye Taif'e gitmiş fakat. kendini bilmez insanlar tarafından taşlanmıştı. Bazı sahabiler, Sakif kabilesine karşı beddua etmesini istemesine rağmen Hz. Peygamber sabrederek beddua yerine, "Allah'ım, Sakif'e hidayet et." duasında bulunmuştu. Mekkeli müşrikler onu öldürmeye bile teşebbüs etmiş ve öz yurdundan hicret etmek zorunda bırakmıştı. Hz. Peygamber, İslam'ı tebliğden geri durmamış, yılgınlık göstermemiş, inkar edenlerin de bir gün hidayete erecekleri umuduyla sürekli sabrı tercih etmişti.
Aslında sabır, azim ve irade sahibi peygamberlerin yoludur. Sabır, Hz. İsmail'in, kendisini kurban etmek isteyen babasına olan teslimiyeti, Yusuf'u yitirmiş Yakup'un "sabr-ı cemil" tesellisi, Hz. Eyyüb’un yıllarca yaşadığı hastalığının tedavisidir. Hz. Peygamber' in hayat stratejisi, Mekke' de işkenceye, ablukaya, hicrete tahammül; Medine' de ise cihada, zafere ve sevgi toplumunu inşaya vesiledir. Hayatın kıtlık, yoksulluk, açlık ve hastalık gibi imtihanlarında sabretmek Peygamber sünnetidir. Elindekilerle yetinmesini bilen ve Allah'a tevekkülü elden bırakmayan Resülullah (sav) zamanın zor ekonomik koşulları karşısında bizzat kendisi sabrederek ashabına örnek olmuştur. Birbiri ardına üç gün buğday ekmeği yediği vaki olmayan Allah Resülü, çevresindekilere hayatın zorluklarına karşı sabretmelerini öğütlemiştir. Bir keresinde Resülullah (sav) Medineli bazı müslümanlara maddi yardımda bulunmuştu. Onlar tekrar tekrar isteyince Peygamberimiz yine vermiş fakat nihayetinde yanındaki eşyalar tükenmiş ve şöyle buyurmuştu: "Şayet yanımda bir mal olsaydı onu sizden esirgeyerek yanımda tutmazdım. Ama kim iffetli olmak isterse Allah ona iffet bahşeder. Kim bunlara tenezzül etmezse Allah onu zenginleştirir. Kim sabrederse, Allah ona dayanma gücü verir. Kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ikram verilmemiştir."4
Netice olarak Peygamberimizin yaşadıklarından ve Müslümanlara tavsiyelerinden de anlaşıldığı gibi sabır, hayatın her alanında Müslüman'ın rehber edinmesi gereken bir erdemdir. Efendimizin ifadesiyle sabır (müminin yolunu aydınlatan) bir ışıktır. Bu itibarla Allah'a kulluk etmede, emirlerine uyup yasaklarından sakınmada ve nefsin isteklerine karşı direnmede hep sabrı ilke edinmek gerekir. Müslüman, yaşadığı felaketlere karşı sabredebilmeli, hayatın zorluklarına karşı direnebilmeli ve önüne çıkan engelleri sabırla aşabilmelidir. Şu var ki, bu engeller zannedildiği gibi sadece zorluklarla sınırlı değildir. Allah'a kullukta en büyük ve aşılması en zor engeller sadece zorluklar değil aksine bolluklardır. Bu durumda sabır, hiç bitmeyecekmiş gibi akıp giden dünya hayatının süslü ve çekici nimetlerinin cazibesi karşısında kendini kaybetmeden imanı koruyabilmek, istikamet üzere yaşamaya devam edebilmektir. Abdurrahman b. Avf'ın şu sözü bu durumu en iyi şekilde özetlemektedir. "Resulullah(sav) ileberaber zorluklarla imtihan edildik ve sabrettik. Hz. Peygamber zamanından sonra ise bollukla imtihan edildik, fakat sabredemedik." Sabır, haksızlığa boyun eğmek ve tepkisiz kalmak demek değildir. Asıl sabır, dünyanın süsü, nefislerin ayartması ve batıl yolda olanların çokluğuna rağmen hayır yapmak, hakkı söylemek ve bu uğurda karşılaşılan zorluk ve sıkıntılara dayanmaktır. Başka bir deyişle sabır, zillete razı olup hiçbir şey yapmamak değil, bu duruma düşmemek için baştan tedbir almaktır. Örneğin cehalet zilletine düşmemek için ilim yolundaki güçlükleri göğüslemek; düşman çizmesinin altında ezilmemek için savaşın sıkıntılarına katlanmak gerçek anlamda sabırdır. Öte yandan Hz. Peygamber, Müslümanlardan birinin bir kötülük gördüğünde eliyle, yapamıyorsa diliyle düzeltmesini, bu da mümkün değilse en azından kalbiyle reddetmesini istemiştir. Lokman'ın (as) oğluna verdiği şu öğüt hepimiz için yapılmıştır: ''Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir."
Dipnotlar:
1- (M534 Müslim, Taharet, 1)
2- (M6643 Müslim, Birr, 107)
3- (İM4032 İbn Mace, Fiten 23; HM5022 İbn Hanbel, II, 44
4- (M2424 Müslim, Zekat, 124)