SABATAYCILAR, MİTLER VE GERÇEKLER
Ahmet Düzgün
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasında etkin roller aldıklarına inanılan, haklarında bir çok abartılı iddia olan İslam'a girmiş ama gizli bir şekilde Yahudilik inancından da vazgeçmeyen bir cemaatin tarihteki hikayesi günümüz de hala canlı bir biçimde tartışılmaya devam ediyor. Tanıtımını yapmaya çalışacağımız kitapta bu konuda abartılardan, efsanelerden uzak tarihsel verilere dayalı tutarlı bir perspektifle olaya bakmaya çalışan Cengiz Şişman'ın Aşina Kitaplar'dan 2007 yılında çıkmış olan 178 sayfalık "Sabatay Sevi ve Sabataycılar" isimli çalışmasıdır.
"Sabataycılık konusu nerdeyse dört asırdır Türk ve Yahudi tarihinin bir parçası. Konu üzerine hem Türkiye'de hem de yurtdışında onlarca kitap yüzlerce makale yayınlandı şimdiye dek. İnternetin hayatımıza girmesiyle de bu konudaki yorum ve spekülasyonlar sanal alemin kanallarından zihin dünyamıza her gün akmaya devam ediyor. Ehil olan ve olmayan insanların yarattığı bu bilgi yığını çoğumuzun zihnini karıştırmış hatta kirletmiş durumda. Üzerine bu kadar spekülasyon yapılan Sabataycılık konusunun kökenleri nedir? Tarihi ne zamana kadar uzanmaktadır? Etkisi nereye kadar varmaktadır?''
dedikten sonra, hazırlamış olduğu doktora tezinden kolay okunabilir bir özeti röportaj kitap biçiminde mukasayeseli mistisizm dersleri verdiği Arjantin Felsefe Grubu'nun yan kuruluşu olan Aşina Kitaplar'dan çıkarmayı uygun gördüğünü belirtmiş. Yine önsözde yazar kitabın 'kimler Sabataycı' ya da 'kim kimin akrabası' gibi basit sorulardan daha fazlasını bilmek isteyenlere yönelik olduğunu belirtmiş.
Şişman, Sabatay Sevi ve hareketini dört tarihsel dönemde incelediği için kitap da girişten sonra dört bölümden oluşmuş bunlar:
Giriş: Sabataycılık 'Gizli Din' mi?
1. Bölüm: Sabatay Sevi Kimdir? Sabataycılık Nasıl Ortaya Çıkmıştır?
2. Bölüm: Sabataycılığın Karanlık 18. ve 19. Yüzyılları
3. Bölüm: İmparatorluktan Cumhuriyete Geçerken Sabataycılık
4. Bölüm: Şimdiki Zamanlarda Sabataycılık
Şişman konunun niye bu kadar tartışıldığı sorusuna giriş bölümünde şöyle cevap veriyor:
"Özellikle son yıllarda adeta Cumhuriyeti'nin bütün başarısı ve başarısızlıklarını açıklayan kolaycı bir yaklaşımın aracı oldu Sabataycılık. Hatta bazıları işi "Sabataycı Cumhuriyet" deyimini kullanmaya kadar vardırdı. Bir yandan 'Ulusalcılar' diye nitelendirdiğimiz geniş kesimin ortak paydalarını oluşturma sürecinde bir 'öteki' ya da günah keçisi oldu. Diyebilir ki hem sağ hem de sol kökenli 'ulusalcılar' için Sabataycılar adeta Türkiye'de yaşanan her türlü sorunun arkasındaki kişiler olarak algılanmaya başladılar." (s. 15)
Ancak Şişman'a göre konunun bu kadar çok okunup tartışılmasının daha geniş ve toplumsal bir açıklaması var: "Son seçimlerde bir şey net olarak görüldü. Türkiye'de önemli bir siyasi, sosyolojik ve ekonomik sınıfsal dönüşüm yaşanıyor. Ortaya çıkan yeni sınıfı oluşturanlar, Anadolu kökenli ve muhafazakar insanlar. Bu yeni sınıf kendi konumunu sağlamlaştırırken eskisini de zayıflatmak durumunda. Bunun için de her türlü araç kullanılır. Biraz İbn'i Haldun tarzı bir süreç bu. Yani daha çalışkan ve motivasyonu yüksek olan "kenardaki" insanlar, sefahat ve tembelliğe alışmış "merkez"deki insanlarla yer değiştirmektedir. Ancak bu süreç tamamlanmış değildir. Sabataycı kökenli insanlar, merkezde yer alan bu eski sınıfın önemli bir unsurunu oluşturduklarından "Beyaz Türklerin" bir sembolü olarak algılandılar ve "öteki"leştirildiler. Dolayısıyla eski elitin güçten düşmesi aşamasında komplo teorilerinin en meşhur aktörleri ve hatta kurbanları konumuna düştüler. Bu nedenlerle de sabatay kökenli insanlar hakkında yazılan her kitap, okuma düzeyinin inanılmaz düşük olduğu Türkiye'de onlarca baskı yaptı. Bu kitapların halen havalanı kitapçılarından çok otogar kitapçıları raflarını süslemeleri manidardır" (s. 15-16)
Giriş bölümünde Şişman, Sabataycılığın 18. ve 19. yüzyılda gizli bir din olarak kabul edilebileceğini ama günümüzde bunun devam etmediğini belirtiyor. Osmanlı İmparatorluğunda birçok cemaat mezhep özgürce yaşadığı için bu farklılığın o dönemde çok da sorun olmadığını da belirtiyor.
Sabatay Sevi Kimdir? Sabataycılık Nasıl Ortaya Çıkmıştır?
Sabatay Sevi, muhtemelen İspanyol kökenli Yahudi bir ailenin üç oğlundan biri olarak 1626 yılında İzmir'de doğdu. 1648 yılında, daha 22 yaşındayken kendisini Yahudilerin yüzyıllardır beklediği "Mesih" olarak ilan etti. Dünyanın dört bir tarafında çok sayıda kişi ona inandı. Yahudi cemaatinin rahatsız olup şikayetçi olmasından dolayı Sabatay Sevi İzmir'den kovulmuştur. Daha sonra Selanik, Kudüs, Kahire, Halep ve İstanbul'da yaşamış buralardaki Yahudi mistiklerle konuşarak etkili olmuştur. Osmanlı imparatorluğu dışındaki Yahudilerin de dikkatini çeken Sevi, 17. yüzyılda Mesih bekleyen birçok Yahudi için umut olmuştur. İspanya'dan sürülen Yahudilerin içlerinde bulundukları siyasal ve ekonomik durumlarının kötü olması içlerinden çıkan bir kurtarıcıya inanmalarını kolaylaştırmıştır. İzmir'e geri dönen Sevi, Yahudi cemaati içinde sorun oluşturduğu için Osmanlı İmparatorluğunca mahkeme edilmiş hapis cezası almıştır. Hapsedilmesi ona inananları artırınca Osmanlı idaresi son çözüm olarak İslam'a girmesini teklif etmiş, bunun üzerine Sevi kendisi 1666 yılında Müslüman olmayı seçmiştir. Ona inananların bir kısmı da Müslüman olmuş bazıları da Mesih olduğuna inansa da Yahudi kalmıştır. Müslüman olduktan sonra Sevi, Aziz Mehmet Efendi adını aldı. Vani Efendi'den İslami eğitim yanında tasavvuf eğitimi de almıştır. 1673 yılında verdiği derslerde Tevrat da kullandığı anlaşılınca Karadağ bölgesine sürgüne gönderilmiş, burada 1676 yılında vefat etmiştir. Sevi'nin ölümünden sonra bağlıları 18. yüzyıl başında 800-1000 kişi kadardır. Kimin lider olması gerektiği noktasındaki ayrılıklardan sonra isimleri daha sonra konulan Yakubiler, Karakaşlar ve Kapancılar isimli üç gruba ayrılıp varlıklarını çoğunluğu Selanik'te olmak üzere sürdürürler.
Sabataycılığın Karanlık 18. ve 19. Yüzyılları
Bu gizemli cemaatin hikayesinde en az bilgi sahibi olunan yıllar bu dönemdir. Cemaatin Yahudilik inancından tam olarak kopamaması, müslümanlarla entegre olmada da yaşadıkları sorunlar ve üç alt grubun birbirleriyle dahi kız alıp vermemesi sonucu dışa kapalı bir toplum halinde varlıklarını sürdürürler. Selanik o dönemin önemli limanlarından biridir, ticaretin şehir hayatındaki etkisi ve zenginleşmeden cemaat de etkilenir. İçlerinden birçok önemli şirketin ortağı veya temsilcileri çıkar. 18. yüzyılın son dönemlerinde iyice yükselen pozitivist ve milliyetçi akımlardan cemaatin etkilenmemesi mümkün değildir. Bu etkileşim dini yapıyı ciddi şekilde çözücü bir işlev görmüştür. En önemli kırılma ise Selanik şehrinin 1912 yılında Yunan milliyetçilerinin eline geçmesi sonucu oluşur. Birçok aile bu dönemde Avrupa'ya, Amerika'ya ve İstanbul'a göç eder. 1924 yılında gerçekleşen mübadelede 1.500.000 hristiyan Yunanistan'a 500.000 müslüman ise Türkiye'ye zorla gönderilir. Müslüman kabul edilen Sabataycı kökenli aileler mübadelede İzmir ve İstanbul başta olmak üzere Türkiye'ye yerleşirler. Dikkat çekici husus kimsenin Türk diye tanımlanmaması ve 1924 yılındaki mübadele belgelerinde dini kimliğin geçerli olmasıdır.
İmparatorluktan Cumhuriyete Geçerken Sabataycılık
Mübadeleden sonra milliyetçilik yüzünden zaten varlığı zayıflayan cemaat bağları iyice dağılır. İnançlar, liderlik, ilişkiler çözülünce Yakubiler ve Kapancılar yeni kurulan cumhuriyete eklemlenip eski tarihlerini pek de konuşmazlar. Karakaşlar içinde küçük bir topluluk ise eski inançları ve ritüelleri yaşatmaya çalışıyor. Burada olayı daha iyi anlamak için kitaptan bir alıntı yapmamız gerekli:
"Sabataycı kökenli insanların pek çoğu zaten dini kimliklerini bırakmışlardı. Geleneksel birtakım değerlerini yaşatan insanların biz farklıyız diyecek cesareti olamazdı. Çünkü yeni Cumhuriyet farklılıktan çok aynılık ilkesi üzerine inşa ediliyordu. O yüzden de bu insanlar zaten gizli olan kimliklerini daha fazla gizlemeye özen gösterdiler. Dindar olmayan çoğunluk ise Cumhuriyet projesine çok sıkı sarılmıştı. Çünkü Cumhuriyet onları hem cemaat içi hem de İslami baskıdan kurtaracaktı. O yüzden Cumhuriyet ve laikliğin en güçlü savunucuları durumuna geldiler.'' (s. 93)
Yazarın Cumhuriyetle oluşan yeni kimlik ve bunun cemaate yansıması ile ilgili tespitleri şöyle:
"Cumhuriyet yeni vatandaş, yeni bir birey/özne yaratmak istedi. Bu özneden beklenen en önemli şey tarihiyle bağlantısını kesmesi ve seküler olmasıydı. Müslim, gayrımüslim herkesten beklenen 'Türkleşmeleri' idi. Yeni Türk bireyi rasyonel, dini hurafelerden arınmış, dini kamusal hayattan çıkaran Batılı bir bireydi. Bu kimliğin oluşması bir gecede olacak bir şey değildi elbette, bir süreç meselesiydi. Aslında İmparatorluğun son günlerinde ortaya çıkmaya başlayan 'Türk bireyi' kısmen yaralı, çok kimlikli ve hatta biraz da şizofrenikti."
Cumhuriyetin mübadele ve Ermeni tehciri sonucu iyice azalan tüccar ve nitelikli insan unsuru dolayısıyla Sabatay kökenli aileler yeni oluşumda etkin roller elde etmeyi kolayca başardılar. Ta ki 1942 yılında varlık vergisi ile tanışana dek. Bu birçok Sabataycı ailenin kökenlerini tamamen reddetmelerini doğurdu. Karışık evlilikler bu dönemden sonra iyice arttı.
Şimdiki Zamanlarda Sabataycılık
Şişman, kitabın dördüncü bölümünde popüler kültür malzemesi olarak yazıldığını düşündüğü Soner Yalçın, Yalçık Küçük gibi yazarların kitaplarını ve iddialarını değerlendiriyor. Cumhuriyetin oluşumunda ve hala günümüz Türkiyesinde Sabataycı kökenli ailelerin kısmi etkinlikleri olduğunu Şişman da kabul ediyor. Ama Osmanlı İmparatorluğunu yıktılar, yeni Türkiye Cumhuriyetini kurdular gibi birçok faktörün etkili olduğu olaylarda sadece neredeyse dağılmış bir cemaatin bunları gerçekleştirmesinin mümkün olmadığını belirtiyor. Modern dünyanın dayattığı seküler, pozitivist, milliyetçi, batıcı etkilerden Osmanlı toplumunda birçok kesimin etkilendiğini haklı olarak söyleyen Şişman konuyla ilgili çalışan yazarların algıda seçicilik yaptığını vurguluyor. İnternet ortamında da birçok bilgi dolaştığını bunların da doğrularla birlikte bir sürü efsane ürettiğine özellikle dikkat çekiyor. Türk halkının isimlerle ve ilişkilerle ilgilendiğini, bunların da bir zaman sonra kısır bir döngü haline geldiğini belirten Şişman, komplo teorilerine inanmanın ve bu kadar abartmanın zayıfların gücü olduğuna dikkat çekiyor. Yazar 1990'lı yılarda İslami kamuoyunda da Abdullah Muradoğlu, Abdurrahman Dilipak, Mehmet Şevket Eygi, Müfid Yüksel gibi konuyla ilgilenen insanlar olduğunu bu çalışmaların da bazı zaaflar taşıdığını söylüyor. Tarihte ve günümüzde olan vakıalara adaletle objektif bakmak istiyorsak birçok sebebin ortaya çıkardığı sosyal olaylara bir tek pencereden bakıp analiz etme kolaycılığından kurtulmalıyız. En önemli şey de abartılı yorumların bir zaman sonra insanları gerçeklikten kopardığı ve bu yüzden başarısızlıklarını kendi dışlarındaki güçlere yönelterek özeleştiriden uzak durduklarıdır. Bizlere düşense doğru bir toplum, tarih değerlendirmesi yapıp asıl uğraşmamız gereken alan olan örnek Kur'an Nesli idealimizi gerçekleştirmek için çaba göstermektir.
Son olarak konuyu merak edenlerin almasını tavsiye edebileceğimiz gayet kolay okunan bir çalışma olmuş Sabatay Sevi ve Sabataycılar - Mitler ve Gerçekler kitabı. Kitabın bizim açımızdan öğretici olan diğer yönü de bir cemaatin hikayesini anlatması ve bu cemaatin Kabala öğretisinden yola çıkıp heteredoks inançlar taşıyan tasavvufi eğilimlerle ilişkilerini de görebilmemiz.
Abdullah Muradoğlu'nun, Ahmet Düzgün'ün kitap değerlendirmesi üzerine gönderdiği cevabi yazısı:
İşin gerçeği
"Haksöz" yazarı Ahmet Düzgün'ün "Sabataycılar, mitler ve gerçekler" başlıklı yazısında düzgün olmayan bir şekilde ve üstelik hakkımda doğru olmayan imalar uyandıracak nitelikte ismimin geçirilmesi üzerine açıklama yapma gereği hissettim.
Yazı hayatımın hiçbir devresinde komplo teorilerine ilgi de duymadım, sıcak da bakmadım. Hayatta en korktuğum şey, okurlarıma yanlış bilgi ve abuk sabuk yorumlar aktarmak. Manipülasyonlara ve komplo teorilerine açık olan konular hakkında her zaman sorgulayıcı ve eleştirel bakmayı tercih ettim. Okurları bu gibi konularda dikkatli olmaları için uyardım, yazılarımı okuyanlar bunu bilirler.
Haksöz yazarı Ahmet Düzgün, Cengiz Şişman'ın "Sabatay Sevi ve Sabataycılar" isimli kitabını tanıtırken benim ismimi şöyle geçirmiş:
"Türk halkının isimlerle ve ilişkilerle ilgilendiğini, bunların da bir zaman sonra kısır bir döngü haline geldiğini belirten Şişman, komplo teorilerine inanmanın ve bu kadar abartmanın zayıfların gücü olduğuna dikkat çekiyor. Yazar 1990'lı yılarda İslami kamuoyunda da Abdullah Muradoğlu, Abdurrahman Dilipak, Mehmet Şevket Eygi, Müfid Yüksel gibi konuyla ilgilenen insanlar olduğunu bu çalışmaların da bazı zaaflar taşıdığını söylüyor. Tarihte ve günümüzde olan vakıalara adaletle objektif bakmak istiyorsak birçok sebebin ortaya çıkardığı sosyal olaylara bir tek pencereden bakıp analiz etme kolaycılığından kurtulmalıyız. En önemli şey de abartılı yorumların bir zaman sonra insanları gerçeklikten kopardığı ve bu yüzden başarısızlıklarını kendi dışlarındaki güçlere yönelterek özeleştiriden uzak durduklarıdır. Bizlere düşense doğru bir toplum, tarih değerlendirmesi yapıp asıl uğraşmamız gereken alan olan örnek Kur'an Nesli idealimizi gerçekleştirmek için çaba göstermektir."
Sabataycılık gibi netameli konularda ben de Ahmet Düzgün'e aynen katılıyorum. Bu cümle gibi yüzlerce cümle ben de kurdum. Benim bir gazeteci olarak yaptığım bu. Lakin adımın geçirildiği paragraflarda sanki ben de komplo teorilerine ilgi gösteren, sosyal olaylara bir tek pencereden bakıp analiz etme kolaycılığına yönelmiş biri olarak tanımlanıyorum. Benim Sabataycılık konusuyla ilgili yaklaşımımı merak edenler 2004'te "dergibi.com"da iki bölüm olarak yayımlanan "Dönmeler yahut 'Sabetaycılık' tartışmalarına bir katkı denemesi" makaleme bakabilirler. Bu yazımı okuyanlar sonra da Cengiz Şişman'ın kitabına baksınlar. Sonra da Ahmet Düzgün'ün yorumlarını karşılaştırsınlar. Kim, neyi, ne zaman söylemiş, kıyaslasınlar. Okurlar ayrıca benim "İsmail Cem ve İpekçiler" kitabıma da bakabilirler.
"Dönmeler' yahut 'Sabetaycılık' tartışmalarına bir katkı denemesi"nde şunları söyledim:
"Toplumsal tarihimizin parçası olan ve ancak bu bağlamda tartışılması, araştırılması gereken konu, ne yazık ki siyasal, ideolojik, dini tartışmalara eklemlendi. 'Sabetaycılık', Türkiye'de sisteme yönelik teorik çözümlemelerin anahtarı gibi algılanmaya başladı. Genelde ilahiyatçıların, din sosyolojisinin, din psikolojisinin ve bir ölçüde tarihçilerin cevaplandırması gereken konu bambaşka mecralara sürüklendi. Sağcısı solcusu, dinlisi dinsizi, laiki antilaiki, herkes bundan bir pay çıkarmaya başladı. İş sonunda geldi, bir soy adı paranoyasına dayandı."
Bu makalemin son cümlesi ise şöyle:
"Bir zamanlar sisteme karşı hareketleri nitelemek için "kökü dışarda" tabiri kullanılırdı. Şimdilerde bunun yerini "Sabetayizm" almış görünüyor. Böylece, konu sol hareket mi kökünü bağlayın Sabetayizme, İslamcılık yahut herhangi bir tarikat mi eklemleyin Sabetayizme, sağcılık mı Sabetayizme bulaştırın olsun bitsin mi denilecek? Bu mantıkla her harekete, yapıya Sabetayizm yaftası vurulabilir. Bu tehlikeli mantığın insanı götüreceği yer örtülü bir 'Mc Carthyizm'den başka bir yer olamaz."
Haksöz yazarı Ahmet Düzgün dürüst davranmamış. Cengiz Şişman'ın benim araştırmalarımın zaaflı olduğunu söylediğini aktarmış. Cengiz Şişman'ın "soru-cevap" şeklinde süren mülakat niteliğindeki kitabında benim ismim nasıl yer alıyor diye tekrar baktım. İki yerde ismim geçiyor.
Kitabın 103. sayfasında yer alan ibare şöyle:
"Genel olarak sağın eskilere dayanan bir ilgisi vardı 'dönmeler' konusuna. Cevat Rifat Atilhan'dan, Necip Fazıl'dan bu yana devam eden bu ilgi , Mehmet Şevket Eygi, Ertuğrul Düzdağ, Abdurrahman Dilipak, Yesevizade (Alpaslan Yasa) , Adnan Hoca diye bilinen Harun Yahya, Abdullah Muradoğlu ve Müfit Yüksel ile sürdü. Aralarından sosyoloji kökenli Müfit Yüksel ile Abdullah Muradoğlu'nun eserleri daha fazla araştırmaya ve bazı ilginç bilgilere dayansa da nihayetinde akademik çalışmalara dönüşmediler."
Cengiz Şişman aynı kitabın 117 sayfasında ise Soner Yalçın'ın kitaplarında benim kitaplarımdan pek çok şey aldığını belirtmiş. Şişman bu durumu teknik olarak intihal olarak yorumlamış.
Sözkonusu kitapta adımın geçtiği ibareler bunlar.
Dr. Cengiz Şişman'ın "Sabataycılar, mitler ve gerçekler" kitabı, "Osmanlı Yahudi tarihi" bağlamında Amerika'da yaptığı "A Jewish Messiah in the Ottoman Court: Sabbatai Sevi and the Emergence of a Judeo-İslamic Community (1666-1720" başlıklı doktora tezinin bir çevirisi değil. Sabataycılık konusunda doktora yapmış bir akademisyenle yapılmış bir mülakat. Adı geçen doktora tezi Türkçeye çevrilmediği için okuyup değerlendirme imkanı bulamadım. Ama yayımlanan kitabının yararlı olduğunu söyleyebilirim. Kitapla ilgili bir kısa kritik de yazdım bir süre önce. O kritikte, hem "Palavralara değil gerçeğe ve bilgiye kulak vermek isteyenler için iyi bir çalışma ortaya konulmuş" demişim, hem de "Dr. Şişman'ın akademik yoldan ulaştığı sonuçla, benim gazeteci olarak ulaştığım sonuçların büyük ölçüde çakıştığını belirtmeliyim" demişim.
Sadede gelirsem, Düzgün kitabının tanıtımını yaptığı Cengiz Şişman kadar dürüst davranmamış nedense. Şişman beni ve Müfit Yüksel'i diğer isimlerden ayrı tutmuş ama Düzgün ikimizi de aynı sepetin içerisine atıvermiş.
Ben akademisyen değilim, gazeteciyim. 'Sabataycılık' üzerine çalışmış biri de değilim. Biyografiler üzerine çalışmalar yaptım. 'Sabataycılık' bu biyografik çalışmalarımdan sadece birinde karşıma çıktığı için ilgi alanıma girdi. Dolayısıyla araştırmalarım olabildiğince gazetecilik sınırları içerisindedir. Elbette kitaplarımda yer alan bilgilerde eksiklikler olabilir.
Zaten yaptığım çalışmaların akademik çalışmalara ışık tutacağını, bu tür çalışmalara yardımcı olacağını söyledim kitaplarımda. Sağolsun Dr. Cengiz Şişman da "Aşina kitaplar"dan çıkan kitabında iki kitabıma kaynakçasında yer vermiş, ne mutlu bana. Söylenecek daha pek çok şey var ama sanırım bu kadar yeterli. Maalesef Ahmet Düzgün düzgün davranmamış, başka ne diyeyim!
Abdullah Muradoğlu