Osmanlının Kalbinde 90 Yıldır Dinmeyen Sancılar
Türkiye 90 yıllık Kürt sorununu çözme yolunda önemli adımlar atarken, 4 yıl önce mazlum Suriye halkının kıyamıyla karşılaştık. Bu kıyam çok sancılı ve kanlı bir şekilde devam etmekte iken, geçen hafta aniden Irak’ta adeta yer yerinden oynadı ve Musul’un Işid’in eline geçtiğini duyduk.
Çok değil, 90 sene önce Osmanlı Devletinin birer parçası, hatta kalbi durumunda olan ve yaklaşık 4 asır barış içinde yaşayan bu üç beldede; 1. Dünya savaşı sonrası, dönemin batı emperyalistlerince çizilen yapay sınırlar içindeki acılar dinmiyor bir türlü.
Bu 3 beldeye baktığımızda da, acıların en temel sebebinin laik ulusolculuk anlayışının olduğunu görebiliyoruz. Batı aşıklarının kafamıza zorla tıktığı laik Türk, Kürt ve Arap Ulusolculukları, cetvelle çizilen yapay sınırlardan daha kalıcı sorunular doğurdu bölgede.
90 yıldır bölgede laik ulusolculuklar adına ekilen rüzgarlar, geçmişte hafif oluşan ve bastırılan fırtınalarını, son 30-40 yıldır çok sert şekilde ortaya çıkarıyorlar.
Türkiye’nin Fırtınası, Kürt Sorunu ve PKK
Türkiye’de 1923’te kurulan jakoben laik Türk Ulusçusu rejimin, 1925 Şeyh Sait ve 1937 Dersim’de zirveye ulaşan inkar ve katliam politika ve uygulamaları; 1980 sonra PKK fırtınası olarak uç verdi ve binlerce insanın hiç uğruna ölümüyle neticelenen 30 yıllık anlamsız bir şiddet sarmalına sebep oldu.
Burada dikkat çekici olan bir hususta, Kemalist rejimin 90 yıla dayanan zulümleriyle Müslüman Kürt halkını kürtlüğünden ve dininden uzaklaştıramamasına rağmen, denize düşen yılana sarılır realitesinin bir neticesi olarak PKK’ya sarılan Kürt halkının, PKK eliyle gün geçtikçe dininden uzaklaştırılmasıdır.
Son yıllarda Kürt halkı, tıpkı Türk halkının geçirdiğine benzer bir süreçten geçmekte ve laik Türk Ulusolculuğunun zıt kardeşi pozisyonunda laik Kürt Ulusolculuğu, Kürt halkı içinde gün geçtikçe kök salmaktadır maalesef.
Çözüm Süreci Çözüm mü?
Türkiye’de ümmetçi kadroların, laik ve ırkçı rejimin dar alanlarındaki kısmi iktidarlarında başlattıkları çözüm süreci, en azından şiddet sarmalının durması ve Kürt kimliğinin kabullenilmesi açılarından fayda verecek gibi gözüküyor.
Türkiye’de yaşanan çözüm süreci elbette bizim istediğimiz anlamda hak – İslami bir çözümü değil, en azından insanların boş yere ölmemesi ve şiddeti doğuran haksızlıkların ortadan kaldırılması anlamında bir ön çözümü, belki gerçek çözüm için bir merhaleyi hedefliyor sadece.
Yoksa Kürt sorununun gerçek anlamda - İslami çözümün fersah fersah ötesinde - gerisindeyiz. Hatta, çözüm sürecini İslami çözüm kulvarına yönlendirmesi gereken Kürt İslamcılarında, PKK’nın kuyruğuna takılıp, Müslüman halkın laik Kürt Ulusolcuğuna dönüşümüne payanda olmaları söz konusu ne acı ki.
Suriye’nin Fırtınaları 1982 Hama ve Mart 2011 Derea Kıyamı
Suriye’de 1.Dünya Savaşı sonrası işgalci Fransızların, azınlıktaki Nusayri, Hıristiyan ve Dürzilere iktidarın yollarını döşemeleri ile başlayıp, döşenen bu yolların neticesi 1970’de Hafız Esed’in Nusayrilere dayanan diktatörlüğü kurması ve 1982 Hama Katliamıyla tavan yapan Nusayri Mezhepçiliğine dayanan Baas – Esed zulümleriyle ekilen rüzgarlar, Mart 2011’de Sünni halkın kıyamı şeklinde bir fırtınaya dönüştü ve halen bu fırtına olanca şiddeti ve yıkıcılığıyla devam etmekte.
Başlarda Müslüman Suriye halkının kurtuluşuna vesile olacağı işaretlerini veren Mart 2011 kıyamı, başta İran ve Hizbullah olmak üzere neredeyse tüm dünyanın aktif ve pasif engelleme çabalarına rağmen tüm hızıyla ilerlerken, Işid denen hikmetten ve basiretten yoksun selefi İslamcı bir grubun yaptıkları nedeniyle, adeta kendi içinden çelmelendi ve yavaşlatıldı.
Irakta Fırtına Üstüne Fırtına
Suriye direnişine düşmanlarından çok çok fazla zarar verdiği açık olan Işid isimli bu grubun, geçen hafta Musul’u ele geçirdiğini ve Bağdat’a doğru ilerlemekte olduğunu duyunca, (hemen) her kesim adeta şok oldu ve ne olduğunu anlamaya çalıştı.
Gün geçtikçe durum netleşmeye, aslında ortaya çıkan durumun, tıpkı Suriye’de olduğu gibi Irak halkının önemli bir kısmını oluşturan Sünni aşiretlerin Işid’le ve başka silahlı gruplarla beraber başlattığı bir kıyam olduğu anlaşılmaya başlandı.
Lakin, şu ana kadar görebildiğimiz kadarıyla, bu kıyamın liderliğini Işid ile laik Arap Ulusolcusu Saddam – Baas Partisi artıkları yürütüyor ve bu durum bizlere kıyamın geleceği açısından hiçte ümit vermiyor.
Saddam Ve Irak Baas’ının Günah Galerisi
Aslında Irak’ın geçmişi de, Türkiye ve Suriye’den farklı değil. Jakoben laik Arap Ulusolcusu Saddam, tıpkı M.Kemal’in Türk Ulusolculuğu (Kemalizm) adına kendisine boyun eğmeyen İslamcıları ve Kürtleri acımasızca ezdiği gibi, Arap Ulusolculuğu (Baasçılık) adına, kendisine boyun eğmeyen başta Şiiler ve Kürtler olmak üzere Sünni Araplar ve Türkmenler dahil herkesi yıllarca acımasızca ezdi ve katliamlara başvurdu.
Bu baskılar neticesi hem Kürtler ve hem de Şiiler ve kısmen de Sünni Araplar zalim Saddam rejimine karşı mücadele ettiler yıllar boyu. Yani Saddam ektiği rüzgarların fırtınaları ile mücadele etmek zorunda kaldı ABD işgaline kadar. ABD’nin Irak’ı kolayca işgali Saddam’ın bu zulüm politikalarının neticelerinden biri olup, bu zulüm rüzgarlarının en büyük fırtınası olarak ortaya çıktı.
Saddam Kürtlere ve Şiilere yaptığı zulümlerle de yetinmeyerek, batının taşeronu olarak 1979 devrimi sonrası İran’a saldırıp, en az 1 milyon kişinin ölümüne sebep oldu. Sonrada eski efendileri ile de bozuşup, Irak’ın 2 defa saldırıya uğramasına ve nihayetinde işgaline, bu süreçlerde de kendi oğulları dahil yüzbinlerce masumun ölümüne ve kendisinin darağacında asılmasına sebep oldu.
Yok Aslında Birbirimizden Farkımız; Ortak Felaketimiz, laik Jakoben Ulusolculuklar (Kemalizm ve Baasçılık)
Görüldüğü gibi Osmanlının kalbi mesabesinde olan Türkiye, Irak ve Suriye’de en büyük felaketimiz, 1. Dünya Savaşı Sonrası işgalci emperyalist batılılarca çizilen yapay sınırlar ile, bu sınırların içselleştirilmesine ve muhkemleşmesine sebep olan, batı aşkıyla gönüllü batı uşaklığına soyunmuş yerli mankurtlarca, Müslüman halklara zorbalıkla dayatılan laik ve ırkçı ulusolculuklar olmuştur.
Bu Türkiye’de Kemalizm adı altında Türk Ulusolculuğu olurken, Irak ve Suriye’de Baasçılık adı altında Arap Ulusolculuğu olmuştur. Bu ulusolculukların ortak noktaları, İslam düşmanı, laik, ırkçı, batıcı, zorba, tepeden inmeci olmalarıdır. Her 3 beldedeki ulusolculuk için, eski bir reklam filmindeki fragman gayet uygun görünmektedir. “Yok aslında birbirimizden farkımız, ama biz Osmanlı Bankasıyız!”
İşin ilginç tarafı, Suriyeli Hristiyan bir Arap olan Mişel Eflak tarafından formüle edilip, tüm Arapların ortak ülküsü olarak takdim edilen Baas Ulusolculuğu; değil tüm Araplar, Suriye ve Irak Araplarını bile birleştirmemiş; Suriye’de Nusayrilerin güdümünde Sünni çoğunluğu ezmenin aracı kılınırken, Irak’ta Sünni! Saddam’ın güdümünde Şiileri ve Kürtleri ezmenin aracı kılınmıştır.
Irak’ta Dünün Mazlumları Şiiler, Bugünün Zalimleri Oldular
ABD 2003 Irak işgali sonrası kadim müttefiki Kürt’leri kendi bölgelerinde otonom hale getirerek vefa borcunu ödese de asıl sürprizi, 1979 İslam devrimi sonrası en büyük düşmanlarından biri olarak gördüğü İran’a mezhebi yakınlıkları nedeniyle mesafeli duracağı beklenilen Irak Şiilerinin, adeta Sünniler üzerinde bir hegemonya kurmalarını sağlayarak yaptı.
ABD işgaline kadar Irak’ın mazlumları olan Şiiler, işgal ve sonraki süreçte (adeta) blok olarak zalimleştiler ve Saddam’ın kendilerine yaptığı zulümlerin kat ve kat fazlasını, istisnasız tüm Sünnilere yapmaya başladılar.
Çalarsan Kapısını, Çalarlar Kapını
Yani 2003’lerden beri Irak’ta Sünnilere karşı rüzgar eken Şiiler, zaten yıllardır Sünni canlı bombalar vasıtasıyla hafif sayılabilecek şiddette biçmekte oldukları fırtınayı, bu hafta itibarıyla adeta kasırga kuvvetinde biçmeye başladılar. Şiiler Saddam döneminde ne kadar haklı ve mazlum idi iseler, işgal sonrası kat kat fazlasıyla haksız ve zalim oldular. Hatta daha zalim oldular.
Çünkü Saddam Sünni kökenli de olsa laikti ve karşısına çıkanları ırkları, dinleri ve mezhepleri nedeniyle değil, kendisine boyun eğmemesi nedeniyle eziyordu. Üstelik ekibinde ve ordusunda Hristiyan ve Şiilerde vardı. Nitekim İran’a karşı savaşan ordusunda binlerce Şii’nin olduğu ve bunların İran’a karşı hırsla savaştığı bilinmektedir.
Şiiler ise, kendilerine zulmeden Saddam ekibi ve yanlılarını değil, istisnasız tüm Sünnileri ezdiler ve İran önderliğinde resmen bir mezhep savaşı başlattılar. Bu savaşı sadece Irakta yapmakla kalmayıp, Suriye’de Esed rejimine her türlü desteği vererek te genişlettiler.
Her Daim Suçlunun Ve Zalim Karşısında, Haklının Ve Mazlumun Yanında
Bizler her daim haklının yanında, zalimin karşısında olmakla mükelleftik ve öyle olmaya, her türlü grupçuluğu ve mezhepçiliği aşarak ümmetçi olmaya çalıştık. Bu nedenledir ki geçmişte İran İslam Devrimini destekledik ve Saddam İran’a saldırdığında İran’ın yanında yer aldık. Saddam’ın Kürtlere ve Şiilere yaptığı haksızlıkları tasvip etmediğimiz gibi, sessizde kalmadık.
Saddam’ın zulümlerine karşı olduğumuz gibi, ABD’nin Irak’ı işgaline de karşı çıktık. Çünkü emperyalistlerin müdahalelerinin Müslümanların maslahatına olmayacağını biliyorduk.
Nitekim öyle de oldu. ABD işgalinin çektirdiği acıların yanında, tesis ettiği Şii vesayeti Sünni Araplara Saddam’ı fazlasıyla arattığı gibi, Şiilere de huzur getirmedi ve bu gün gelinen noktada fazlasıyla bedel ödeyecekleri görünüyor.
Musul’da Kim Ayaklandı?
Musul’u Işid’in ele geçirdiği haberlerinin arkasından, aslında fotoğrafın arka planının hiçte göründüğü gibi olmadığı anlaşılmaya başlandı. Öncelikle, Irak’taki Sünni Arapların artık çaresiz olduğu ve Maliki rejiminden ve Şii vesayeti ile zulüm ve katliamlarından kurtulabilmeleri için kıyamdan başka çarelerinin olmadığı ve kıyamın aşiretler bazında toplu bir halk kıyamı olduğu anlaşıldı.
Arkasından, bu kıyama öncülük edenlerin sadece Işid değil, başta Saddam’ın Baas Partisinden ve ordusundan kalanlar olmak üzere, laik yada İslamcı başka bileşenlerinin de olduğu ortaya çıktı.
Musul Kıyamının Geleceği
Eğer Irak’taki Şiilerin estirdiği zulüm fırtınalarına karşı oluşan bir kasırga olan bu kıyam doğru bir liderlikle ortaya çıkabilse idi, muhtemelen amacına ulaşacak ve Iraklı Sünni Arapların onur ve güvenliği ile, Irak’ta taşların (bir şekilde) yerine oturmasına ve süreç içinde bir barışın gelişmesine vesile olabilecek bir gelişme idi.
Lakin kıyamda (şu ana kadar olan bilgilerimize göre) baskın ve önder durumda gözüken Işid ile Saddam’ın Baas Partisi artıklarının böyle hayra vesile olmaları neredeyse imkansız görünüyor.
Irak’ın bu günkü bu feci durumunun baş sorumluları olan Saddam’ın artıklarının halkın hayrına bir şeye öncülük etmeleri tabiatları ile uyumsuz bir durum. Türkiye’de CHP, Suriye’de Esed - Baas Partisinden ne kadar umutlu olabilirsek, Irak’ta Saddam artığı Baasçılardan o kadar umutlu olabiliriz.
Musul’da Esen Fırtına, Daha Şiddetli Fırtınalara Gebe Görünüyor
Işid’e gelince, zaten Suriye’deki kıyama verdikleri zarar Esed ve destekçilerini geçmişken, (bu kafa yapısı – mantalite ile) adlarına savaştıklarını iddia ettikleri Sünni Araplara faydadan çok zararlarının dokunacağını kestirmek zor olmasa gerek.
Halka verecekleri ilk zarar, gerek Şiilere karşı ölçüsüz düşmanlıkları ve sınırsız katliamları, gerekse Sünni halka karşı kendi anlayışlarınca bir şeriat ve hayat tarzı dayatmaları nedeniyle, süreç içinde kıyamın boşa çıkmasına vesile olmaları olacaktır muhtemelen.
Bu olmasa ve Sünni bölgesinde bir devlet kursalar bile, o dar anlayışları ile Saddam ve Maliki’nin ardından şeriat adına birer zorba olmaları mukadderdir ve Irak’ın Sünni halkı yeni bir kurtarıcı zorbanın ellerine düşecek ve bir müddette bunların zulmüyle kıvranacaktır. Buda kaçınılmaz olarak yeni fırtınaların oluşmasına ve süreç içinde gruplar arasında bir iç savaşa sebep olacaktır muhtemelen.
Işid (ve benzer zihniyetteki yapılar) Sünni mezhep taassubu ve Şiilerin tümünü katli vacip kafirler olarak görmeleri nedeniyle, bölgede aslen İran ve etkisindeki Şiilerce başlatılan ve karşılıklı atraksiyonlarla zaten alttan alta kızışmakta olan mezhep savaşlarının patlama yapmasına ve zaten bölgeyi sarmış olan şiddet sarmalının iyice kızışmasına sebep olacak gibi görülüyor, inşaallah yanılırım?