Doç. Dr. İsmail Şahin / Açık Görüş
Patrikhaneler kavgasının sonu nereye varacak?
Rus Ortodoks Kilisesi, Sovyetler Birliği'nin (SSCB) kuruluşundan ve yıkılışından en çok etkilenen kurumların başında gelir. Komünizmin dini dışlayan yönü ile Çarlık rejimine duyulan öfke, her iki olay arası dönemde Rus Ortodoks Kilisesine, eski rejimin ve baskının bir müttefiki gözüyle bakılmasına yol açtı. Eski düzenin koruyucusu ve kollayıcısı olarak tanımlanan Kilise ve din adamları, Rus Devrimi'yle başlayan yeni düzende, karşı-devrimci bir yapı şeklinde algılandı ve bu nedenle de sürekli baskı altında tutuldu.
Emek ve kutsal
Dahası ibadethaneler kapatıldı, dini eğitimler yasaklandı, dini kitapların yayını durduruldu, kilise malları kamulaştırıldı, yoğun bir din karşıtı propaganda yürütüldü ve din adamlarına yönelik baskılar arttırıldı. Yeni rejime göre "emek" dışında hiçbir "kutsal" söz konusu değildi. Ayrıca dinle mücadele ve dini kurumların etkisinin ortadan kaldırılması, sosyalist bir toplum düzenin kurulabilmesinin ön şartı olarak kabul edildiğinden, bu uygulamalar neticesinde çok sayıda kilise mensubu Rus topraklarını terk etmek zorunda kaldı.
Ülkeyi terk eden Rus din adamları, Avrupa'da 1920'lerin hemen başında Paris merkezli Batı Avrupa Rus Ortodoks Kilisesi Başpiskoposluğunu kurdular ve bu yapı, 1931'de İstanbul Fener Rum Ortodoks Patrikhanesine bağlandığını duyurdu. Başpiskoposluk, 27 Kasım 2018 tarihine kadar Fener Rum Patrikhanesinin dini yetkisi altında kalmayı sürdürdü.
Ancak Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan kriz, kiliselere de sıçrayınca, Batı Avrupa Rus Ortodoks Kilisesi, Rus Ortodoks Kilisesinin normal yaşam koşullarına geri döndüğü gerekçesiyle Moskova Patrikhanesine katılma kararı aldılar. Şüphesiz bu kararın ardında, İstanbul Fener Rum Patrikhanesi ile Moskova Patrikhanesi arasında patlak veren anlaşmazlık yatıyordu. Ukrayna hükümetine göre Kırım, Donetsk ve Lugansk'ta baş gösteren ayrılıkçı hareketlerin arkasında Moskova Kilisesi bulunuyordu. Dönemin Ukrayna Devlet Başkanı Petro Proşenko yaptığı açıklamalarda, Moskova Kilisesinin Ukrayna'nın ulusal güvenliğini ve bağımsızlığını tehdit eder bir boyuta ulaştığından ötürü, ülkenin tam bağımsızlığını sağlamak adına Ukrayna Ortodoks Kilisesinin Moskova'dan bağımsızlığını kazanması gerektiği üzerinde duruyordu. Nihayetinde Ukrayna Ortodoks Kilisesinin bağımsızlığı için Nisan 2018'de Fener Rum Patrikhanesine müracaat edildi ve Rusya'nın tüm itirazlarına rağmen 11 Ekim 2018 tarihinde Fener Rum Patrikhanesi kilisenin bağımsızlığını tanıma kararı almıştır. Dikkat edilecek olursa Batı Avrupa Rus Ortodoks Kilisesi bu hadisenin ardından Fener Rum Patrikhanesinden ayrılıp Moskova Patrikhanesine katılma yönünde irade beyan etmiştir. Rus Ortodoks Kilisesi bu olaydan sonra Ukrayna Kilisesinin bağımsızlığını tanıyan diğer dini kurumlarla ilişkilerini kesmeye başladı. Moskova Patrikhanesi bu bağlamda İstanbul'un hemen ardından Ukrayna Kilisesinin bağımsızlığını tanıyan İskenderiye Doğu Ortodoks Patrikhanesi ile de ilişkilerini kestiğini duyurdu. Ancak Moskova Patrikliği bununla da yetinmeyerek İskenderiye Doğu Ortodoks Patrikhanesi yetki alanında yeni bir Rus Ortodoks Eksarhlığı kurulması için çalışmalar başlattı ve bu doğrultuda Afrika'daki sekiz ülkeden 102 din adamını kendi bünyesine dâhil etti. Böylece Ortodoks bölünmede derin bir çatlak daha ortaya çıkmış oldu.
Milli kimlik çalışmaları
SSCB'nin dağılması ile birlikte Rusya'da ortaya çıkan milli kimlik çalışmalarında Ortodoksluk ve Moskova Patrikhanesinin yeniden önem kazandığını söylemek mümkün. Soğuk Savaş yıllarında yeraltına çekilmek zorunda kalan Moskova Patrikhanesi için artık yeni bir dönem başlıyordu. İki Kutuplu Dönem'de ABD, Sovyetler Birliği'ne karşı tüm dini kurumlarla yakın ilişkiler tesis etmiş ve hatta bu hususta Fener Rum Patrikhanesine özel bir önem vermişti. Özellikle SSCB ve komünizmle mücadele kapsamında Vatikan ve Fener Rum Patrikhanesi ile stratejik ortaklığa varan bağlar kurulmuştu. Soğuk Savaş Dönemi'nin bitmesiyle birlikte artık bu dönem geride kalmış ve Moskova Patrikhanesinin gücünü yeniden kazanmasıyla Ortodoks dünyasındaki anlaşmazlıklar giderek büyümüştür. Putin döneminde ortodoksluk inancına ve kiliseye yeniden önem verilmesiyle Moskova ile İstanbul arasındaki rekabet daha da şiddetlendi. Aslında bu rekabet dini olduğu kadar siyasi. Bir nüfuz mücadelesi. Rusya, Moskova Patrikhanesi üzerinden kendisine yeni bir yumuşak güç ile etki alanı kurmanın peşinde. Bu durumun farkında olan ABD ile AB'nin, Rusya'nın Ortodoks Hristiyan dünyasındaki gücünü dengelemek ve etki alanını daraltmak için Fener Rum Patrikhanesini desteklediği görülüyor. Esasında Batılı güçlerin Ortodoks dünyasında Moskova'nın yerine İstanbul'un ağırlığı olmasından yana bir tavır alması, Rusya'yı tedirgin ediyor. ABD ile AB'nin, Fener Rum Patrikhanesinin Ekümeniklik iddialarına açıkça yardımcı olmalarının önemli bir nedeninin de bu siyasi kaygı olduğu anlaşılıyor. Moskova Patrikhanesine göre Fener Rum Patrikhanesi'nin yetki alanı Asya (Antalya-Efes), Trakya ve Pontus bölgeleriyle sınırlıdır ve bunun dışındaki topraklardaki egemenlik iddiaları geçersizdir. Görüldüğü üzere Moskova açık bir şekilde İstanbul'un Ekümeniklik iddialarını reddediyor.
Ekümeniklik algısı
Rusya'nın Ekümeniklik algısı gayet nettir. Bu bağlamda Rus Ortodoks Kilisesinin Batı'daki sınırlarını zayıflatmak olduğu düşüncesi genel kabul gören görüştür. Ruslara göre Bolşevik Devrimi'nden sonra Moskova Patrikliğinin gerileyen gücünü Fener Patrikhanesi istismar etmiş ve yetkilerini aşan bir şekilde Batılı güçlerin desteğiyle Doğu Bloku coğrafyası dışında kalmış Ortodoks kiliselerini kendisine bağlamıştır. Ayrıca SSCB'nin dağılmasıyla ortaya çıkan Doğu Bloku ülkelerinin batılılaşma sürecinde Fener Patrikhanesinin bu defa bu topraklarda faaliyet gösteren Ortodoks Kiliselerini kendi yetki alanı içerisine alma gayreti söz konusudur. Tüm bu hadiseler Moskova nezdinde Batı ile Fener Patrikhanesinin teolojik olmayan stratejik bir ortaklık kurduğu yönünde bir düşünceye yol açtığı görülüyor.
Güç mücadelesi
Rusya'nın milli kimlik inşası ile jeopolitik güç mücadelesinde, Ortodoksluğun dini ve siyasi nüfuzundan yararlanmaya çalıştığı artık bir sır değil. Günümüzde Ortadoğu-Akdeniz, Balkanlar-Avrupa, Akdeniz-Afrika ve Asya-Karadeniz hattında Rusya'nın aktif dış politika eylemlerini görmek ziyadesiyle mümkün. Tüm bu topraklar Rusya'nın en yakın çıkar bölgeleri olarak tanımlanıyor. Hristiyanlık açısından ise bu bölgelerde Ortodoksların gözle görülür bir ağırlığı bulunuyor. İşte bu kesişim, Rusya açısından mühim jeopolitik fırsatlar arz ediyor. Ayrıca bu toprakların Kuzey ve Güney Amerika, Avrupa ve Avustralya'da büyük ve etkili bir diasporası bulunuyor. Mesela yetki alanı Suriye, Lübnan, Irak ve Türkiye'nin doğu bölgelerine kadar uzanan Antakya Patrikliği ile Moskova arasındaki sıcak ilişkiler bilinen bir gerçek. Antakya Kilisesinin yaklaşık bir milyon civarında üyesi olduğu tahmin ediliyor ve bu sayının neredeyse yarısı Suriye vatandaşı. Rusya'nın 2015 yılından bu yana mütemadiyen Suriye'deki Hristiyanlar için derin kaygılar beslediğini ifade etmesi ve de Ortadoğu'daki Hristiyan nüfusunu korumak için tüm gücünü seferber edeceğini sürekli tekrarlaması, Moskova'nın genelde Ortadoğu'da, özelde ise Suriye'deki Ortodoksluk kartına işaret etmesi bakımından önemlidir. Rusya ile Antakya Patrikhanesinin, Suriye'deki ortak çıkarlarından dolayı daha da yakınlaştıklarını ayrıca belirtmek gerekiyor. Özellikle Antakya Patrikliği Suriye'deki Hristiyan zümreler üzerindeki Rusya'nın koruyuculuğundan bir hayli memnun. Hatta Rusya'nın Ortadoğu'daki varlığının muhtemel "Hristiyan Soykırımını" önleyici bir etkide bulunduğuna dair yapılan propagandanın öncülerinden birinin Antakya Patrikliğinin olması şaşırtıcı değil. Moskova'nın yaratılan bu olumlu imajdan ziyadesiyle memnun olduğunu söylemeye bile gerek yok. Suriyeli Hristiyanlar nazarında Rusya'nın Suriye'deki varlığının artık varoluşsal bir mesele olarak görülmesi Rusya açısından son derece önemli bir başarıdır. Yeri gelmişken Ukrayna Kilisesinin bağımsızlığına en sert tepki gösteren dini kurumların başında Antakya Patrikhanesinin geldiğini de hatırlatalım.
Rusya'nın Suriye'deki varlığının ana gerekçesini "Hristiyan Soykırımını Önleme" tezine dayandırması ve Suriye Hristiyanları tarafından bu tezin tasdik edilmesi, Batı dünyası nezdinde Putin-Esad ilişkisine "otoriter bir dostluktan" daha öte ahlaki bir anlam yüklenmesinde etkili olabilir. Bunun yanında Rusya'nın Ortodoks dünyasında yeni bir imaj yaratma çabasını da dikkate almak gerekiyor. Bu doğrultuda Moskova'nın nihai hedefi, Ortadoğu'daki Hristiyanların varlığını önemseyen ve onların haklarını koruyan devletin yalnızca Rusya olduğu imajını tüm Hristiyan dünyasında yerleştirmektir.
İdeolojik boşluk sorunu
Kremlin'in yürütülen dış politikayı meşrulaştırmak için Moskova Patrikhanesinin ve diğer kiliselerin propaganda gücüne ihtiyaç duyduğu görülüyor. Ayrıca Rusya, Batı karşısında bir ideolojiye gereksinim duyuyor. Zira Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla ortaya çıkan ideolojik boşluğun önemi büyüktür. Komünizm küresel bir ideolojiydi. Sovyet Rusya komünizm üzerinden küresel bir erişim sağlama imkânına sahipti. Kremlin, Rus Ortodoks Kilisesini "küresel" bir kilise yapma planlarıyla bu boşluğu doldurabileceğini düşünüyor olabilir. Öte taraftan Ortodoksluk yeni Rus kimliğinde merkezi bir role sahip olabilir. Bu yönde bir tercih, Rusya'ya hem içeride hem bölgede hem de küresel çapta olumlu bir güç sağlayabilir. Öyle ki Moskova, Rus Ortodoks Kilisesi ile Rus/Slav milliyetçiliği arasındaki yakın ideolojik ilişkiye yeniden ivme kazandırabilir. Açıkçası Rus halkının manevi değerlerinin onarılmasını önemseyen Putin'in, halkın inancı ile devletin ideolojisi arasındaki uyumun sinerjisinden istifade edilebilmek için her yolu denemesi, yukarıdaki hedeflerden kaynaklanıyor olabilir. Zira bu tablo, Putin'in öncelikli hedeflerinden olan komünizm sonrası Rus kimliğini yeniden tanımlama stratejisine gayet uygun. Kaldı ki tüm bu adımlar, Putin Rusya'sının jeopolitik kaygılarına da cevap verebilecek nitelikte. Şayet Ortodoksluk etkin bir araca dönüştürülebilirse, bu defa Rusya kendisine karşı ortak bir dış politika izlenmesinin önüne geçebilir. Diğer taraftan Ortodoksluk üzerinden örülen sinir ağları, Rusya'nın jeopolitik olarak toparlanabilmesine de önemli fırsatlar sunabilir. Orta Asya'nın en büyük Ortodoks Kilisesinin Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'te açılması, Rusya'nın Afrika'daki kiliseleri kendine bağlama çabası ve son olarak Sırp Ortodoks Kilisesi aracılığıyla Rusya'nın Balkan ülkelerine müdahalede bulunma iddiaları birlikte düşünüldüğünde, Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un, "Kilise ile Dışişleri Bakanlığı el ele çalışıyor" sözünün mahiyeti ziyadesiyle anlaşılabiliyor.