Analiz: Mokhmad Akhiyadov / AA
2011 yılında Muammer Kaddafi rejiminin devrilmesinin ardından Libya’da çeşitli siyasi ve askeri güçler arasında iktidar mücadelesi başlamıştı. Bu çatışma günümüze kadar devam eden bir iç savaşa dönüştü ve aynı zamanda ülkede fiilen iki başlı bir yönetim ortaya çıkardı. Başkent Trablus’ta ülkenin batısına hâkim olan ve Birleşmiş Milletler (BM) başta olmak üzere uluslararası güçler tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH), doğudaki Tobruk’ta ise ülkenin büyük bir kısmına hâkim olan Temsilciler Meclisi bulunuyor. Fayiz es-Serrac’ın başında bulunduğu meşru Trablus hükümeti devrimciler ve muhafazakâr gruplar tarafından destekleniyor. Parlamento başkanlığı görevini Akila Salih, geçici hükümet başbakanlığı görevini Abdullah es-Sini gibi isimlerin yürüttüğü Tobruk merkezli yönetiminin fiili yöneticisi ise Libya Ulusal Ordusu’nun (LUO) da başında bulunan Halife Hafter. Birkaç büyük petrol sahası da dâhil olmak üzere ülkenin büyük bir kısmını kontrol eden Hafter, UMH’yi devirmek için Nisan 2019’dan bu yana başkent Trablus’a çeşitli saldırılar düzenlemeye devam ediyor.
Bununla birlikte, söz konusu iki siyasi merkez arasında bölünmüş olan Libya’da, daha çok yerel düzeyde çeşitli siyasi ve askeri aktörler de mevcut. Ancak ülkenin yıllardır içinde bulunduğu iç savaşın sona ermesini engelleyen en önemli faktörlerin başında, uluslararası güçlerin müdahalesi geliyor. Zira bu müdahaleler Libya’daki siyasi ve askeri krizi sona erdirmekten ziyade, iki tarafın elindeki gücü dengeleyerek onun daha da uzamasına neden oluyor. Türkiye Trablus’taki meşru hükümeti desteklerken Rusya, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan gibi devletler Hafter önderliğindeki Tobruk hükümetine her türlü desteği veriyor. Avrupa devletleri de Libya konusunda ortak bir pozisyona sahip değil. Fransa, Rusya ile aynı tarafta yer alarak Hafter’i destekliyor. İtalya ise her ne kadar son dönemde Hafter ile çeşitli köprüler kurmaya çabalasa da, şu ana kadar Serrac başkanlığındaki hükümeti savundu. Aynı zamanda hem Paris hem de Roma, Libya’daki enerji kaynaklarının geleceğiyle ilgili birbirinden farklı görüşlere sahip.
Rusya ise bir yandan Akdeniz bölgesindeki enerji kaynakları pazarında sözü geçen bir aktör haline gelmeye çalışırken diğer yandan Libya’daki varlığını kalıcı hale getirecek çeşitli siyasi çıkarlar elde etmeyi amaçlıyor. Buna ek olarak, özellikle son yıllarda Moskova’nın takip ettiği Afrika politikası ve bu kıtadaki varlığını genişletme arzusu göz önünde bulundurulduğunda, Akdeniz’de çok uzun bir kıyıya sahip olan ve burada birçok limanı bulunan Libya, Rusya dış politikası açısından da daha büyük önem kazanmakta.
Libya’nın Rus dış politikasındaki yeri
Uzun süredir Libya’da devam eden iç savaş, söz konusu Rus dış politikası amaçlarının hayata geçirilmesi için uygun bir ortam oluşturdu. Aynı zamanda, ABD’nin doğrudan müdahil olmamayı tercih ederek BAE ve Suudi Arabistan gibi unsurlar üzerinden dolaylı yollardan müdahalelerde bulunduğu ve Avrupa Birliği’nin (AB) ortak bir pozisyon geliştiremediği bir ortamda Moskova daha rahat hareket edebilmekte. Diğer taraftan, Libya krizinde Rusya karşısında net bir pozisyona sahip tek güç Türkiye’dir. Ancak son yıllarda Türkiye ile Rusya, özellikle Suriye meselesinde farklı cephelerde yer aldıklarına bakmaksızın, aralarında yürüttükleri müzakereler sonucunda ortak hareket etmeyi öğrenmiştir. Nitekim 13 Ocak 2020 tarihinde Moskova’da Hafter ile Serrac arasında bir ateşkes görüşmesini düzenleyen Rusya ve Türkiye, aslında Libya krizinde de ortak hareket etmeye hazır olduklarını göstermişlerdir.
Batılılar 1970’lerde SSCB’de askeri eğitim alan ve Rusça bilen Hafter’e Moskova’nın siyasi destek vermekle kalmayıp, aynı zamanda Libya Ulusal Ordusu’na silah ve asker yollayarak Doğu Akdeniz’deki dengeleri değiştirmeye çalıştığı düşünüyor. Buna göre, Rusya’nın söz konusu hedefine ulaşması durumunda, Doğu Akdeniz’de enerji sektörü de dâhil olmak üzere, bölgenin mevcut güvenlik yapısını tamamen altüst edecek bir “Rus çemberi” ortaya çıkacaktır.
Özellikle Muammer Kaddafi yönetiminin son döneminde Rusya ile Libya arasındaki ikili ilişkilerdeki olumlu seyir ivme kazanmıştı. Fakat Libya’nın hem Kaddafi döneminde hem de sonrasında Rusya için önemli bir bölgesel ortak olduğunu söylemek mümkün değil. Nitekim Rusya’nın, 2011 yılında BM Güvenlik Konseyi’nin Libya’yı uçuşa yasak bölge ilan eden 1973 sayılı karara karşı aldığı pasif pozisyon bunu doğrulamıştır. Bu dönemde Libya’da ciddi ekonomik ve askeri çıkarları olmayan Moskova, sonuçları öngörülemeyen krizden uzak durmayı tercih etmişti.
Diğer taraftan, 2011 öncesinde Rusya ile Libya arasındaki en önemli işbirliği askeri-teknik alanda gelişmişti. Bu dönemde Moskova’nın Libya’da silah ve teçhizat ihracatı dışında farklı yatırımları da vardı. Rus Demiryolları şirketinin üstlendiği ve maliyeti 2,5 milyar dolar olan Sirte-Bingazi yüksek hızlı tren hattı projesi bunlardan biriydi. Libya’da siyasi kriz başlayınca proje durdurulmuştu. Rusya’nın başlıca askeri ihracat şirketi Rosoboronexport’un hesaplamasına göre, Rus askeri sanayi sektörü Libya krizinden dolayı yaklaşık 4 milyar dolarlık bir zarara uğramıştır. Bu, Libya’nın Rusya’ya Sovyet döneminden kalan toplam borcuna denk gelmekteydi. Söz konusu borç, gelecekte sadece askeri alanda değil, aynı zamanda enerji, inşaat ve diğer alanlarda da ihaleler almayı planlayan Moskova tarafından 2008’de silinmişti. Buna ek olarak, Kaddafi döneminde Gazprom, Lukoil ve Tatneft başta olmak üzere çeşitli Rus petrol ve doğalgaz şirketlerinin de Libya’nın enerji sektöründe yatırımları vardı. Fakat ülkede siyasi krizin patlak vermesiyle bütün bu projeler de askıya alındı. Dolayısıyla günümüzde Rusya Libya krizinde aktif rol alarak geçmişte yaşadığı bu ekonomik kayıpları gidermeye çalışmakta.
Bununla birlikte, Rusya’nın Libya’daki varlığını sadece ekonomik çıkarlarına bağlamak yanlış olacaktır. Farklı bir ifadeyle, Moskova’nın Akdeniz’deki ne ekonomik çıkarları ne de güvenlik kaygıları Libya krizinin Rus dış politikasındaki yerini ve önemini açıklamaya yetebilir. Hatta Libya krizinin çözülmesinin Moskova için hayati bir mesele olmadığı da belirtilmeli.
Her şeyden önce Rusya, Orta Doğu ve Akdeniz’deki siyasi ve askeri krizlerde aktif rol oynayarak bölgedeki devletlerle işbirliği geliştirmeyi amaçlıyor. Son beş yılda, Suriye operasyonu başta olmak üzere Moskova’nın bölgede izlediği politika, bölge devletlerini Rusya ile aynı masaya oturmaya zorluyor. Bu bağlamda, Moskova Libya meselesinde proaktif bir yaklaşım sergileyerek, Körfez ülkeleri ve Mısır ile daha ciddi bir siyasi ve ekonomik etkileşim kurmaya çabalıyor. Nitekim son dönemde bölgede izlediği politikaya bağlı olarak Rusya, Libya’daki Hafter yönetimini, Suriye rejimini, İran’ı ve hatta Yemen’deki Husi gruplarını etkileyebilen önemli bir güç olarak algılamaya başladı. Diğer önemli bir noktaysa Suriye krizinin yavaş yavaş çözüme doğru ilerlemesiyle, Rusya’nın Orta Doğu devletleri üzerindeki etki araçlarını da kaybetmeye başlayacak olmasıdır. Bunun farkında olan Moskova, Libya meselesi dâhil, bölgede çeşitli siyasi ve ekonomik çıkarlar elde etmeye çalışıyor.
İkincisi, Rusya Libya üzerinden Akdeniz’deki etkinliğini arttırarak Batı ile müzakerelerde elini güçlendirmeyi amaçlıyor. Birçok bölge uzmanının da belirttiği gibi, Moskova Libya krizine yön veren güç haline gelerek, aslında Ukrayna ve Suriye’de elde ettiği “başarılarının” tesadüfi olmadığı ve aynı zamanda bununla yetinmeyeceği mesajını vermeye çalışıyor. Farklı bir ifadeyle, 2014’te Kırım ilhakıyla başlattığı genişlemenin 2015 Suriye operasyonuyla bitmediği mesajı veriliyor. Böylece, 2014 yılından sonra ABD ve AB’nin uyguladığı yaptırımlardan dolayı büyük sorunlar yaşayan Rusya, Batı karşısında bir adım önde olduğunu göstermeye çalışıyor.
Bu bağlamda, Rusya’nın Akdeniz’de gücünü arttırmasıyla, özellikle son yıllarda Avrupa ülkelerine gitmeye çalışan Kuzey Afrikalı mültecilerin akınına yol açan Libya’daki siyasi ve ekonomik krizi bir an önce çözmeye çalışan AB, ister istemez Moskova ile müzakereler yürütmek zorunda kalmakta. Diğer taraftan, Libya krizinin uzamasının Rusya için hiçbir zararı yoktur. Bilakis Moskova buraya silah satarak kâr elde ediyor. Elbette silah teslimatı Rus şirketleri tarafından yapılmıyor. Sahadan gelen bilgiye göre, söz konusu silahlar Beyaz Rusya başta olmak üzere, bazı komşu ülkelerdeki aracı firmalar üzerinden gönderilmekte. Böylece Rusya bir taşla iki kuş vurmuş oluyor: hem Hafter’e silah yardımı yapıyor hem de ihracattan para kazanıyor.
Rusya’nın dış politikasında Libya meselesine bu kadar önem vermesinin diğer bir nedeniyse Libya’nın Akdeniz’de önemli bir enerji tedarikçisi konumunda olmasıdır. Ancak Rusya’nın temel amacının Libya’nın petrol ve doğalgaz sektörünü kontrol etmek olduğunu söylemek biraz abartılı olacaktır. Zira Moskova Libya’daki enerji üretiminin tamamını kontrol etmekten ziyade, diğer dış güçlerin faaliyetlerini engellemeye çalışıyor. Bu bağlamda, Rus enerji şirketleri, 2011 sonrasında askıya alınan projeleri tekrar hayata geçirmek üzere harekete geçmiştir.
Rus paralel diplomasisi ve Libya’daki paramiliter faaliyetler
Rusya’nın Beşşar Esed rejimi yanında Suriye krizine dâhil olmasının hemen ardından dış politikasında bazı değişimler yaşandı. Sahada çok sayıda devlet dışı aktörle uğraşmak zorunda kalan Moskova, Rus dış politikasını yürütmekten sorumlu devlet kurumlarının yetersiz kaldığını fark etmiş ve bunun sonucunda “paralel diplomasi” çalışmalarını başlatmıştır. Diğer bir önemli gelişmeyse Suriye operasyonu başlar başlamaz Rusya’nın Dışişleri Bakanlığı ile Savunma Bakanlığı arasında ortaya çıkan rekabettir. Her ne kadar resmi olarak bu iki bakanlık yakın işbirliği içinde çalışıyor olsa da aslında ordu ve istihbarat, diplomatları arka plana itmek için büyük mücadele vermektedir. Son birkaç yıl içinde Rus dış politikasındaki rolü giderek artmaya başlayan Savunma Bakanlığı, Suriye ve Libya’daki krizlerin uzamasından en çok kazanan taraftır. Çünkü zaman geçtikçe, söz konusu savaşlara doğrudan ve dolaylı yollardan katılan Moskova, askeri harcamalarını arttırmak zorunda kalıyor ve bu da en çok Savunma Bakanlığı’nın işine geliyor.
Bununla birlikte, 2015 sonrasında Rusya’nın Orta Doğu politikasında yeni bir aktör daha ortaya çıkmıştır. Bu tarihten sonra Putin yönetimi özellikle Suriye, Libya ve BAE başta olmak üzere bütün Orta Doğu ülkeleriyle olan ilişkilerinde, Rusya Federasyonu içinde yaşayan çeşitli Müslüman unsurları aktif olarak kullanmaya başladı. Moskova’nın bu yeni “paralel diplomasisinin” başında ise hiç şüphesiz Ramazan Kadirov yönetimi geliyor. Günümüzde Kadirov, Rusya’daki özerk cumhuriyetlerin cumhurbaşkanları arasında resmi olarak Orta Doğu temsilcisi olan tek yöneticidir. Aynı şekilde, Rusya’nın Libya Temas Grubu Başkanı olan Lev Dengov’un da Kadirov’a yakın bir isim olduğu biliniyor. Bu bağlamda Moskova, Orta Doğu politikasında Kadirov faktörünü iyi kullanıyor. Örneğin Eylül 2017’de Moskova’da Rusya Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı, Libya Ulusal Ordusu sözcüsü Ahmed el-Mismari ile temaslarda bulunurken, aynı günlerde Kadirov, Çeçenistan’ın başkenti Grozni’de Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin Başkanlık Konseyi Başkan Yardımcısı Ahmed Muaytik ile görüşmeler düzenlemişti. Rusya’nın dış politikasında takip ettiği bu “paralel diplomasi”, aslında Putin yönetiminin iç yapısının da bir yansımasıdır. İlk bakışta sert, otoriter bir yapıya sahip olduğu düşünülen Putin iktidarının asıl gücü, Rusya yönetiminde yer alan çeşitli elit grupların çıkarları arasında kurduğu dengeye dayanıyor. Bu çerçevede Putin Orta Doğu politikasında da Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları arasında rekabet oluşturarak aralarından birinin güçlenmesini önlemekte ve böylece son karar veren merci de kendisi olmaktadır.
Moskova’nın Libya politikası söz konusu olunca, paralel diplomasi dışında dikkat çeken diğer bir husus da yürüttüğü paramiliter faaliyetler. Nitekim 2018’den beri çeşitli uluslararası medya mecraları Libya’daki paralı Rus askerlerinin varlığından bahsederek bu konuyu sürekli gündemde tutuyor. Diğer taraftan Rusya’nın Libya’daki askeri faaliyetleriyle ilgili resmi bir bilgi bulunmuyor. Ancak yapılan araştırmalar, bu ülkedeki paramiliter faaliyetlerin arkasında özel güvenlik şirketi Wagner’in olduğunu gösteriyor. Wagner’in başında ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yakınlığı ile bilinen iş insanı Yevgeniy Prigozhin bulunuyor.
Her ne kadar Moskova Wagner’le olan ilişkilerini inkâr etse de 2019 yılında Rusya’daki muhalif medyaya sızan Wagner üyelerinin yazışmaları bu iddiaları doğruluyor. Bunun dışında, Wagner üyelerinin belli aralıklarla Rusya Savuma Bakanlığı’na Libya’daki gelişmelerle ilgili raporlar gönderdiği de anlaşılıyor. Ayrıca bu yazışmalar, şimdiye kadar Libya’da kendi ordusundan herhangi bir askerin bulunmadığını ileri süren Moskova’yı yalanlıyor. Rusya ordusu Libya’da, küçük çapta da olsa çeşitli faaliyetler yürütüyor. Bu faaliyetlerin başında bulunan isim ise Rusya Hava Kuvvetleri Komutanı Andrey Holzakov. Holzakov komutanlığındaki Rus askerlerinin karargâhı ise liman kenti olan Bingazi’de bulunuyor. Dolayısıyla Rusya’nın resmi makamlarıyla özel paralı askerler arasında geçen bu yazışmalardan da anlaşıldığı gibi, Wagner bütün faaliyetlerini Rusya Savunma Bakanlığı’yla koordineli yürütüyor.
Sonuç olarak, özellikle son yıllarda Libya’daki varlığını artıran Rusya’nın ana hedefi, buradaki ekonomik ve güvenlik çıkarlarından ziyade, Akdeniz bölgesinde hem uluslararası güçler hem de bölge güçleri arasında devam eden jeopolitik rekabette söz sahibi olan bir aktör haline gelmektir. Dolayısıyla, mevcut gidişatta Libya iç savaşında kimin galip geleceğinden emin olamayan Moskova, sadece Hafter yönetimine yardım etmekle kalmayıp, aynı zamanda rakipleriyle de temaslarda bulunmaya devam ediyor.
[İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler alanında doktora çalışmalarına devam eden Mokhmad Akhiyadov, İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi'nde (İNSAMER) araştırmacı olarak görev yapmaktadır]