Açık Görüş / Oytun Orhan
Türkiye - Rusya arasında kararlılık testi
İlk aşamada Türkiye ve Rusya/rejim birbirlerini test edecektir. Yaşanacak kayıplar neticesinde kimin savaşı daha uzun süre sürdürme konusunda kararlı olduğu anlaşılacaktır. Muhtemelen Türkiye ve Rusya oluşacak fotoğraf üzerinden yeni bir anlaşmaya imza atacak. Ancak her halükarda Türkiye'nin alan kontrolü sağladığı gerçek anlamda bir güvenli bölgenin kurulacağı söylenebilir.
İdlib uzun yıllardır devam eden Suriye krizinde muhalif kanadın silahlı, siyasi ve sivil bileşenlerinin kümelendiği bir alan haline geldi. Dolayısıyla İdlib düğümünün nasıl çözüleceği sorusunun yanıtı bir anlamda Suriye krizinin de nasıl sonuçlanacağı konusunda belirleyici önem taşıyor. İdlib’in kaderi Suriye’de siyasi çözüm, silahlı muhaliflerin durumu, yerlerinden edilmiş Suriyelilerin geleceği ve hatta Fırat’ın doğusunda yaşanacakların kaderini çizecek. İdlib Türkiye sınırında yer alıyor olması itibarıyla doğrudan Türkiye’yi etkileyen ve Türkiye’nin etki uygulayabildiği bir saha oldu. İdlib, Türkiye-Rusya-İran garantörlüğünde sürdürülen Astana süreci kapsamında çatışmasızlık bölgelerinden biri olarak ilan edilmişti.
Askeri çözüme direnç
Ancak Rusya ve İran destekli Suriye rejim güçleri diğer çatışmasızlık bölgelerini sırayla ele geçirdikten sonra İdlib’i de aynı yöntemlerle kontrol altına almak istedi. Ancak İdlib’in kendine has koşulları diğer bölgelerdeki senaryonun tekrarlanmasını engelledi. Bu koşullar arasında; İdlib’de 3,5 milyona varan sivil nüfusun yaşaması, onbinlerce silahlı savaşçının yer alması ve en önemlisi bir bölgesel güç olarak Türkiye’nin İdlib’e dönük askeri çözüme direnç göstermesi sayılabilir. Buna bağlı olarak 2018 yılında Türkiye ile Rusya arasında İdlib sorununa kalıcı bir çözüm bulmak amacıyla Soçi Mutabakatı imzalandı. Bu anlaşma ile Türkiye, Rusya ve İran, İdlib çevresinde 12’şer askeri gözlem noktası kurmuş ve taraflar arasında ateşkes ilan edilmişti.
Bu anlaşma ile rejimin İdlib’i kolayca kontrol altına alması engellense de Rusya’nın hava desteği altında insanlardan arındırılan yerleşimler adım adım Şam kontrolüne geçmeye devam etti ve bu süreçte bazı Türk gözlem noktaları da rejimin kontrol ettiği bölgelerin arasında kaldı. Rejim operasyonları Şam ve Halep’i bağlayan M-5 otoyolu üzerindeki yerleşimlere odaklanmıştı. Ağustos 2019 tarihinde Han Şeyhun’u kontrol eden Şam, Ocak 2020 sonunda kritik öneme sahip Maarat el-Numan’ı ele geçirdi. Bu noktaya kadar rejimin ateşkes ihlalleri ve operasyonları engellemek için diplomatik çaba sergileyen Ankara ilk kez artık askeri karşılık vereceğini açıkladı.
Türkiye’nin pozisyonu
Türkiye İdlib’in askeri operasyonlar yoluyla Şam’ın kontrolüne geçmesinin kendisi adına hayati riskler doğuracağını düşünüyor. Bunun birinci nedeni yeni bir kitlesel göç dalgasının tetiklenecek olması. Ama bunun kadar önemlisi İdlib’in kaybının Türkiye’nin Suriye sahası ve dolayısıyla masasında aşırı zayıflamasını beraberinde getirecek gelişmeleri tetikleyecek olması. Böyle bir durum Türkiye’nin YPG/PKK ile mücadele ve Suriye’de siyasi çözüme ulaşma çabalarında elini zayıflatacaktır. Hatta Türkiye, İdlib’in kaybının Türkiye’nin askeri caydırıcılığına darbe vuracağını ve bunun sonucunda Libya, Doğu Akdeniz gibi sahalarda yürütülen mücadelenin de yara alacağını düşünüyor.
Türkiye buna bağlı olarak Maarat el-Numan’ın rejim kontrolüne geçmesini takiben İdlib’e dönük yeni bir yaklaşım ortaya koydu. Ankara bu vakte kadar rejim operasyonlarını engellemek için Rusya üzerinden diplomatik çabalar geliştirmişti. Ancak bunlar kısa süreli ateşkesler ve geçici çözümler sağladı. Maarat el-Numan sonrası rejim güçlerinin bir sonraki hedefinin Sarakib ve dolayısıyla psikolojik sınır olan M-4 otoyolu olacağının anlaşılması ile Türkiye askeri yöntemi önceleyen bir yaklaşım geliştirdi. TSK bu çerçevede İdlib’e dönük yoğun bir askeri konuşlanma gerçekleştirdi. Türkiye bu askeri hamlenin hedefini Suriye rejim güçlerinin Soçi mutabakatı sınırlarına dönmesi olarak belirledi. Türkiye “radikaller dahil ateşkese uymayanlara karşı zor kullanılacak” diyerek sadece rejim ve Rusya’ya değil İdlib içindeki radikal gruplara dönük de mesaj göndermişti. Türkiye askeri caydırıcılığını sahaya sürerken Rusya ile diplomatik müzakereler de devam etti. Ancak Ankara ve Moskova’da gerçekleşen bir dizi görüşme sonuçsuz kaldı.
Bütün bu gelişmeler ve açıklamalardan yola çıkarak Türkiye’nin kafasında Soçi mutabakatı ile çizilen sınırlar dahilinde, TSK koruması/denetimi altında, İdlib içindeki radikal grupların tasfiye edildiği gerçek anlamda bir güvenli bölge kurma hedefinde olduğu anlaşılıyor. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin İdlib’e dönük askeri angajmanı hem dış tehditleri önleme hem de içeriyi şekillendirmeye dönük bir hamle olarak okunabilir. Ancak Türkiye’nin attığı askeri adımın ciddi riskler içerdiği gözden kaçmamalı. İdlib operasyonu Türkiye’nin Suriye’de daha önce gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan birkaç açıdan farklılık taşıyor. Birincisi Türkiye daha önceki operasyonlarını iki terör örgütüne (YPG/PKK ve IŞİD) karşı gerçekleştirmişken İdlib’de devletler arası çatışmaya dönme riski olan bir durum söz konusu. İkincisi Türkiye daha önceki operasyonlarda dış aktörler ile gerekli koordinasyonu sağlamış ve askeri başarıda kritik öneme sahip hava üstünlüğünü garanti altına almıştı. İdlib’de hava sahasının kontrolü Rusya’da ve TSK ile rejim arasındaki olası çatışmalarda hava sahası üstünlüğü Suriye rejimi tarafında olacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarından anlaşıldığı kadarı ile TSK rejim uçaklarının da İdlib’de rahatça uçmasını engelleyecek önlemler alacak ancak uzun menzilli hava savunma sistemleri olmadığı sürece bu önlemlerin ciddi bir caydırıcılığı olmayabilir.
Rejimin hava üstünlüğüne karşın karada TSK’nın çok daha avantajlı olduğu söylenebilir. Rejim güçleri ve destekçileri bazı istisnalar dışında büyük ölçüde düzensiz milis yapılardan oluşuyor. Milis güçler Rusya’nın sağladığı hava koruması sayesinde ilerlemeyi başardı. Ayrıca rejim güçleri şimdiye kadar düzenli bir yapı ile karşı karşıya gelmedi. Zira Suriyeli muhalifler Türkiye’nin bütün çabalarına rağmen hiçbir zaman düzenli ordu yapılanmasına geçemedi. Dolayısıyla rejim güçleri sahada ilk kez bir düzenli/ulusal ordu ile karşılaşacak.
Rusya’nın güç diplomasisi
Türkiye’deki genel kanaat Rusya’nın kendisi için stratejik öneme sahip olmayan İdlib meselesi nedeniyle Türkiye ile yürüttüğü ve stratejik öneme sahip işbirliklerini riske etmeyeceği yönünde. Bu düşünceye göre Türkiye ile Rusya arasında savunma sanayi, enerji, ikili ticaret ve güvenlik konularında sürdürülen işbirliği tarafların İdlib üzerinden doğrudan karşı karşıya gelmesine engel olacaktır. Zira İdlib’de olası bir çatışma diğer işbirliği alanlarını sonlandıracak çapta bir etki yaratacaktır. Bu değerlendirmeye bağlı olarak Rusya’nın Türkiye’nin İdlib’deki hayati çıkarlarını dikkate alacağı, mülteci akınının önlenmesini sağlayacak bir formüle yanaşacağı düşünülüyordu. Ancak Türkiye ve Rusya arasında İdlib sorununa çözüm bulmak adına sürdürülen diplomatik çabalar sonuçsuz kaldı. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın ifadesi ile “Türkiye kendisine sunulan kağıt ve haritaları kabul etmedi.” Bu ifadeden anlaşıldığı kadarı ile Rusya, Türkiye’ye 2018 yılında imzalanan Soçi Mutabakatı ile belirlenen ateşkes sınırlarının sahada ortaya çıkan yeni durum karşısında güncellenmesi ve Türk gözlem noktalarının çizilecek yeni ateşkes hattının gerisine çekilmesini teklif etti. Ancak Türkiye sahadaki gerçekliğin anlaşmalara aykırı olarak yaratıldığını düşünerek rejimin Soçi sınırlarına geri dönmesinde ısrarcı olmuş ve gözlem noktalarının yerlerinin değiştirilmesine karşı çıkmıştır.
Bu durum Rusya’nın beklentinin aksine İdlib’de Türkiye’nin hassasiyetlerini çok fazla dikkate almadığını ortaya koydu. Bunun birkaç açıklaması olabilir. Birinci olasılık Rusya’nın İdlib’i askeri yollarla parça parça ele geçirme stratejisinin kendisi açısından herhangi bir maliyet oluşturmadığını düşünmesi. Rusya muhtemelen, İdlib sahasında askeri dengenin kendinden yana olduğunu, İdlib sorununun diğer işbirliği alanlarını etkilemeyeceğini ve en önemlisi NATO ve ABD’nin de Türkiye’ye destek olmayacağını hesaplamaktadır. Yani Rusya karşısında sınır görmediği ve önünde engel görmediği için askeri çözüm konusunda ısrar etmektedir. İkinci olasılık, Rusya mevcut fiili sınırlar üzerinden yeni bir anlaşmaya hazır olsa da Türkiye’nin Soçi sınırlarına geri dönülmesi talebini kabul edilmez bulmasıdır. Eğer bu seçenek geçerli ise Rusya, Türkiye ve Suriyeli muhaliflerin mevcut sınırları kendi lehlerine değiştirme girişimlerine engel olmaya çalışacak ancak Suriye rejimi ve İran destekli milislerin alan genişletmek için TSK ile çatışması durumunda tarafsız kalacaktır.
ABD için fırsat penceresi
ABD’nin Suriye’deki öncelikleri; Fırat’ın doğusunda YPG/PKK eliyle kontrol ettiği alana siyasi statü kazandırmak, İran’ın Suriye’deki gücünü zayıflatmak ve Rusya ile rejimin Suriye’de zafer ilan etmesine engel olmaktır. Bu açılardan bakıldığında ABD İdlib üzerinden yaşanan Türkiye-Rusya/Suriye rejimi gerginliğini büyük bir fırsat olarak değerlendiriyor. Hatta ABD İdlib’deki gerginliğinin Türkiye-Rusya ilişkilerinde kopuşa neden olabilecek olayları tetikleyebileceğini düşünüyor. Bu nedenle Türkiye’nin sahada kendini daha güçlü ve güvende hissetmesini sağlayacak destek açıklamaları yapıyor. Ancak ABD’nin istihbarat paylaşımı ve bazı hava savunma silahları dışında somut askeri destek vermesi beklenmiyor. ABD muhtemelen Türkiye-Rusya gerginliğinin derinleşmesini bekleyecek ve Türkiye’nin ABD desteğine daha fazla ihtiyaç duyduğunu hissettiği bir noktada daha somut olarak devreye girebilecektir. Bu noktada akla gelen ilk olasılık ABD yapımı uzun menzilli hava savunma sistemi Patriotların Suriye sınırına yerleştirilmesi. Zira bu adım İdlib’deki Rusya ve rejimin hava üstünlüğüne karşı denge sağlayabilir. Ancak ABD’nin desteğinin karşılıksız olmayacağını ve muhtemelen S-400’ler konusunun çözüme kavuşturulmasını isteyeceği söylenebilir.
Muhtemel senaryolar
TSK’nın Şubat ayı ortası itibarıyla askeri konuşlanmasını büyük ölçüde tamamladığı ve fiilen İdlib operasyonunun başladığı söylenebilir. İlk aşamada Türkiye ve Rusya/rejim birbirlerini test edecektir. Taraflar birbirlerinin kararlılık seviyesini, askeri imkan ve kabiliyetlerini anlamaya çalışacaktır. Bu noktada Türkiye için en önemli test alanı TSK’nın askeri hamleleri karşısında Rus Hava Kuvvetleri’nin nasıl bir tavır alacağı. İkincisi ise rejimin hava üstünlüğüne karşı geliştirilen formüller ne kadar sonuç verecektir. Bunun yanı sıra yaşanacak kayıplar neticesinde kimin savaşı daha uzun süre sürdürme konusunda kararlı olduğu anlaşılacaktır. Ayrıca süreç içinde yeni aktörler oyuna dahil olabilir. Bütün bunlar neticesinde İdlib’de yeni bir denge ortaya çıkacak. Muhtemelen Türkiye ve Rusya oluşacak fotoğraf üzerinden yeni bir anlaşmaya imza atacak. Ancak her halükarda Türkiye’nin alan kontrolü sağladığı gerçek anlamda bir güvenli bölgenin kurulacağı söylenebilir. Ancak bu güvenli bölgenin sınırlarını tarafların sahadaki askeri performansı belirleyecektir.
Bu senaryo askeri çatışmaların Türkiye/Suriyeli muhalifler ve Suriye rejimi/İran destekli milisler arasında cereyan etmesi ile mümkün olabilir. Zira aksi senaryoda Türkiye-Rusya gerginliği tırmanabilir ve taraflar doğrudan birbirlerini hedef alabilir. Böyle bir senaryoda gerginliğin İdlib ile sınırlı kalması mümkün olmayacaktır. Bu durumda Suriye’de başka sahalarda istikrarsızlık yaşanabilir. Son yıllarda Suriye’de çatışmaların seviyesinde sağlanan kısmi azalma eğilimi tersine dönebilir. Muhtemel istikrarsızlık alanları; Tel Rıfat, Afrin, Fırat Kalkanı, Münbiç ve Fırat’ın doğusu olabilir. Ancak daha önemlisi Türkiye-Rusya ikili ilişkileri olumsuz etkilenecektir. Yeni durum bir önceki uçak krizinde yaşanan sürece benzer bir tablonun ortaya çıkmasına neden olacak ve Türkiye-Rusya ilişkilerinde işbirliği ve rekabeti bir arada sürdürme imkanları ortadan kalkacaktır.