CAN KASAPOĞLU / Anadolu Ajansı
Sovyetler Birliği ile NATO arasında çıkabilecek bir çatışma, Soğuk Savaş boyunca düşünce kuruluşlarının yayınlarından popüler kültüre kadar birçok alanda işlenen bir tema oldu. Son yıllarda, Moskova’nın daha aktif bir askeri strateji benimsemesiyle birlikte olası bir Rusya-NATO çatışmasına ilişkin senaryoların bu trendi sürdürdüğü görülüyor.
Bunların arasında çok ciddi isimler tarafından yayımlanan değerlendirmeler de var. NATO Müttefik Kuvvetler Komutan Yardımcılığı da yapmış olan, Britanyalı General Sir Richard Shirreff’in yazdığı 2017 Rusya ile Savaş (2017 War with Russia) söz konusu sahada en çok dikkat çekici eser. Geçtiğimiz haziran ayında böyle bir değerlendirme daha yayımlandı. Łukasz Kulesa ve Shatabhisha Shetty imzalı, “Trump, Putin ve Büyüyen Askeri Tırmanma Riski” (Trump, Putin and the Growing Risk of Military Escalation) başlıklı çalışma, NATO’nun doğu kanadında ve Suriye’de Rusya ile giderek artan ve sıcak çatışmaya evrilebilecek riskleri inceliyor. Biz de bu analizde, konuya ilişkin bir vizyon sunmaya çalışacağız. Ancak başlarken anımsatmamız gereken nokta, düşünce kuruluşlarının ve analistlerin bu tip raporları geleceğe ilişkin kehanetlerde bulunmak yerine, olayların seyrini belirleyecek stratejik parametreleri tespit etmek ve karar-vericiler için hazırlıksız yakalanma riskini minimize etmek için kaleme alıyor oldukları. Yani bu tip senaryo çalışmaları açık-kaynaklı istihbarat verilerine dayansa da, esasen bir zihin egzersizi sunarlar. Zira, askeri-siyasi stratejik meseleler daha çok kompleks adaptif sistemler ile açıklanabilirler; yani sistemi oluşturan aktörler arasındaki karmaşık ve çok yönlü ilişkiler isabetli tahminleri ciddi biçimde zorlaştırır. Yine de bazı temel belirleyenleri değerlendirmekte yarar var.
Rusya’nın yükselen harbe hazırlık seviyesi
Öncelikle şunun belirtilmesi gerekir ki, Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetlerinin harbe hazırlık seviyesi Sovyetler Birliği’nin yıkılışından bugüne en yüksek düzeye ulaşmış durumda. 2010 yılında kabul edilen yeni muharebe düzeni kapsamında, Batı Askeri Bölgesi yaklaşık üçyüz bin askeri personele sahip, ki ülkenin diğer bölgelerinden takviye olmaksızın sadece bu kuvvet dahi Polonya ve Baltık ülkelerinin silahlı kuvvetleri karşısından önemli bir sayısal üstünlük taşıyor.
Ayrıca, özellikle NATO’nun doğu kanadında yaşanacak bir çatışmada önemli rol oynayabilecek Rus hava indirme birlikleri (VDV) son on yıl içinde üst düzey yetenekler kazandı. Esasen VDV kağıt üzerinde ‘hava indirme’ birlikleri olarak adlandırılsa da, görevleri ve yapıları klasik hava indirme birliklerinden çok farklı. VDV, Rusya’nın acil müdahale kuvvetlerini oluşturuyor ve 2008 Gürcistan Savaşı’nda elde edilen askeri başarıda büyük payları var. Dahası, 2014 yılında Kırım’da ortaya çıkan ve hibrid harp icra eden “küçük yeşil adamların” da VDV’ye bağlı elit Spetsnaz birimlerinden (45. Özel Kuvvetler Alayı) olduğuna ilişkin birçok değerlendirme yayımlandı. Herhangi bir kuvvete ya da askeri bölgeye bağlı olmadan, tıpkı kıtalararası füzeler ve nükleer silahlar gibi, Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri Başkomutanının (Devlet Başkanı) stratejik rezervleri olarak teşkilatlanmış durumdalar. Belirtilenlere ek olarak, VDV’nin bir diğer avantajı da Moskova’da çok yüksek temsil olanaklarının bulunması. Zira, bu birliklerin başında uzun yıllar muharip görevler icra eden General Vladimir Şamanov, şimdi Rusya Devlet Duması Savunma Komitesi’nin başkanlığını yürütüyor. Dolayısıyla, yakın geçmişte de olduğu üzere, savunma harcamalarındaki kısıntılardan neredeyse ‘bağışık’ durumda olan bir kuvvetten söz ediyoruz. Son olarak, bu noktada konuyu yakından takip edenler VDV birliklerinin birçoğunun Batı Askeri Bölgesi dışında konuşlu bulundukları -dolayısıyla NATO’nun doğu kanadı için birincil risk faktörü olmadıkları- yönünde bir analitik şerh koyabilirler. Ancak unutulmamalıdır ki bu birlikler, 2008 Gürcistan Savaşı öncesinde de bulundukları yerlerden Kafkasya’ya uzun bir tatbikat için gönderilmiş ve böylece harekat bölgesinde taarruz düzeni almışlardır. VDV birlikleri büyük olasılıkla Eylül 2017’de icra edilecek olan Zapad tatbikatına da üst düzeyde katılacaklar ve Batı Askeri Bölgesi’nde konuşlandırılacaklardır.
NATO’nun doğu kanadındaki ülkelerin endişelenmek için bir nedenleri daha var. 2014 yılında Sovyetler Birliği’nin gerek İkinci Dünya Savaşındaki gerekse Doğu Almanya’daki askeri yığınak kapsamında en prestijli birliklerinden biri olan 1. Muhafız Tank Ordusunun yeniden teşkil edilmesi ciddi bir oyun değiştirici. Açık-kaynaklı savunma analizleri, söz konusu birliğin Batı Askeri Bölgesine motorize tümenler, tank tümenleri ve üstün mavera kabiliyetine sahip tugaylar altında 700 ana muharebe tankı, 300 zırhlı araç ile 500 kadar top bataryası ve çok namlulu roketatar yığabileceğini belirtiyor. İstatistiksel olarak belirtmek gerekirse, hedeflenen düzeye ulaştığı takdirde sadece 1. Muhafız Tank Ordusunun envanteri, üç Baltık ülkesi envanterlerine açık sayısal üstünlük sağlarken, bazı platformlar için neredeyse tüm Polonya Silahlı Kuvvetleri düzeyine erişiyor. Üstelik, bahse konu askeri birliğin, Rusya Federasyonu’nun bir süredir yürüttüğü ana muharebe tankı ve zırhlı araç modernizasyonlarından ayrıcalıklı olarak yararlanacağı belirtiliyor. Yani, T-14 Armata tanklarını ve Kurganets-25 zırhlı muharebe araçları gibi taktik düzeyde ciddi avantaj sağlayacak platformları önce 1. Muhafız Tank Ordusu kullanacak.
Son olarak, “işleyen demir ışıldar” atasözünün belki de en çok askeri yetenekler için geçerli olduğunu vurgulamalıyız. Rusya Federasyonu son iki yılda envanterindeki birçok silah sistemini Suriye’de gerçek savaş koşullarında deneme imkanı buldu; Kalibr seyir füzeleri, Su-34 avcı-bombardıman uçakları, modernize edilen Su-35 gelişmiş yeteneklere sahip avcı uçakları bunlardan sadece birkaçı. Rusya Federasyonu Savunma Bakanlığı 160’ın üzerinde yeni sistemin Suriye’de kullanıldığını belirtiyor. Hatta bu makalenin kaleme alındığı sırada, Suriye Baas rejimi kuvvetlerine verilen BMPT-72 (Terminator–2) zırhlı muharebe araçları henüz Rus envanterine girmeden harp sahasında test edilmiş olacak. Biz de, muhtemelen Deyr ez-Zor çevresinde, bu yeni platformun güdümlü-anti tank füzeleri ve el yapımı patlayıcılar kullanan asimetrik tehditlere karşı ne denli etkili olabildiğini gözlemleyeceğiz. Elbette, platformlar ve silah sistemleri kadar, personelin harbe hazırlık seviyesi de çok önemli. Bu çerçevede Moskova, hızlı, baskın tatbikatlar (snap exercises) düzenleyerek ve Suriye’de konuşlu birlikleri rotasyonlara tabi tutarak önemli bir yol katetti. Elbette, Rus pilotların Suriye’de, muharip koşullarda kazandıkları uçuş saatleri de kritik bir husus.
Operasyonel tempo sorunu
Yukarıda sayılan tüm unsurlara karşı NATO’nun da çok önemli kabiliyetleri var elbette, ancak temel sorun operasyonel tempo alanındaki boşluklar. Doğu kanadında ortaya çıkacak bir güvenlik tehdidine karşı İttifak’ın ilk müdahale birliği, 2014 Galler Zirvesi’nde şekillendirilen Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Gücü (VJTF). Müşterek bir tugay seviyesinde olan bu birliğin, çatışma bölgesine 2 gün ile bir hafta arasında konuşlandırılabileceği ifade ediliyor. Buna ek olarak Baltık ülkeleri ve Polonya’da ileri-konuşlu unsurlar bulunuyor. Bunlar gerçekten muharip seviyesi ve teçhizatları yüksek birlikler. Ancak, VJTF’i takiben NATO Mukabele Kuvveti’nin (NRF) güçlendirilmiş müşterek kolordu düzeyinde bir birliği sahaya tam olarak yığması haftalar alıyor.
Bu noktada, Gürcistan Savaşı’nın yalnızca beş gün sürdüğünü, Kırım’ın ise iki hafta kadar bir sürede tamamen kontrol altına alınarak, bir aydan az bir sürede Moskova tarafından ilhak edildiğini hatırlatmakta fayda var. Yeni Rus hibrid harp konseptine karşı koymanın zorluğu da burada. Zira bu anlayış gayrinizami harp, enformasyon harbi, örtülü istihbarat faaliyetleri ve yıldırım harbi gibi yöntemlerin çaprazlandığı, üst düzey bir askeri stratejiyi yansıtıyor.
Son olarak, Moskova’da hayli merkezi bir karar-alma paterni varken, NATO’nun mukabele kuvvetlerini harekete geçirmek ve 5. Maddeyi işletmek için Kuzey Atlantik Konseyi’nde tüm müttefiklerin onaylayacağı bir konsensüse gereksinim duyduğu unutulmamalı. Bu karar verme asimetrisi, sahada inisiyatifi belirleyen en önemli parametrelerden biri olacaktır.
Tırmanmaya giden yol
Komuta yapısı ve birlik disiplini bağlamında, Başkan Putin başta olmak üzere, Savunma Bakanı Sergei Şoygu ve Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov’dan oluşan üçlü üst yönetimin, Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri üzerinde ‘Kaliningrad’dan Kamçatka’ya kadar’ tam bir hakimiyeti olduğu görülüyor. Dolayısıyla, bir Soğuk Savaş efsanesi olarak kalan “kontrolden çıkan Sovyet generalleri” gibi senaryoları göz ardı etmek gerekiyor. Özellikle NATO’nun doğu kanadında Moskova kaynaklı bir tırmanma ya da çatışma yaşanacak ise bu doğrudan Kremlin’in direktifleri doğrultusunda ve Şoygu ile Gerasimov’un askeri vizyonları çerçevesinde gerçekleşecektir.
Bu noktada, özellikle Batılı meslektaşlarımız tarafından Rusya ile yaşanacak olası çatışma senaryolarına ilişkin yapılan harp oyunu simülasyonlarına (wargaming simulations) da profesyonel bir eleştiri getirmek yararlı olacaktır. Örneğin RAND Corporation tarafından 2014-2015 yıllarında düzenlenen harp oyunlarında, Baltık ülkelerinin çeşitli kategorilerde toplam 11 muharip taburdan oluşan bir kuvvet teşkil edebileceği değerlendirilmiş ve senaryo bu esasa göre oluşturulmuştur -ki bu senaryoda dahi Estonya ve Letonya başkentleri yaklaşık 60 saat içinde işgal tehdidi altında kalıyor. Hayli matematiksel olan bilgisayar tabanlı bu yaklaşımların önünde duran engel, “ilan edilmemiş savaşlarda”, askeri-olmayan araçları, enformasyon harbi ve örtülü operasyon yöntemlerini ön plana çıkaran, popüler adıyla “Gerasimov doktrini”... Daha açık bir ifadeyle, örneğin RAND’ın harp oyunu senaryosunu hazırlayan uzmanlar, Baltık ülkelerinin savaşa süreceği 11 taburun emir-komuta birliği içinde hareket edeceğinden ve homojen bir sadakat göstereceklerinden gerçekten emin olabilirler mi? Kırım müdahalesi sırasında Ukrayna güvenlik güçlerinin durumu bunun aksini söylüyor. Ya da bu taburların acaba kaçı ülke içinde Rus kökenli toplumun ayaklanmasını bastırmak için ayrılmak zorunda kalacak? Polonya Savunma Bakanlığı, bu vehimlerden kurtulmanın yolunun Demir Perde yıkılmadan önce orduya katılanları emekli etmek olduğu gibi palyatif bir yöntem benimsemiş görünüyor. Modern istihbarata karşı koyma metodolojisiyle ilgisi olmayan bu ideolojik körlük, Ukrayna’nın Donbass bölgesinde savaşan Rus ayrılıkçılardan birçoğunun Sovyetler yıkıldıktan sonra doğduğunu görmüyor ya da görmek istemiyor. Bu nedenle Moskova’da sivil-asker ilişkileri ciddiyetle işlerken, Varşova’da gülünç bir durum yaşanıyor. Elbette Rusya-NATO savaşının çıkacağını söylemek spekülatif bir kehanet ya da bir zihin egzersizi olabilir. Ancak böyle bir gelişme olursa Polonya Hükümeti’nin belki de cepheyi de paralize edebilecek bir komuta krizi yaşayacağını öngörmek güç değil.
Son olarak, Rusya ile NATO arasında, İttifak'ın doğu kanadında yaşanacak olası bir çatışmanın konvansiyonel seviye ile sınırlı kalacağını düşünen herkesin, Aralık 2014’te yenilenen Rus askeri doktrininde -ve bu belgenin öncülü olan 2010 doktrininde- taktik nükleer silahlarım kullanımına ilişkin parametrelere yeniden göz atmasında büyük yarar var. Zira Pandora’nın kutusu bir kez açılırsa, bunu Varşova sokaklarında Rusya-karşıtı gösteriler ve nutuklarla kapatmak mümkün olmayacak.
Suriye cephesinin karmaşıklığı
Suriye’de yaşanabilecek bir çatışma iki boyutu ile öne çıkıyor; birincisi bunun NATO yerine ABD ile Rusya arasında sınırlı kalması ihtimali, ikincisi de düşük rütbeli personelin kararlarının ön plana çıkması.
Suriye’de işler NATO’nun doğu kanadından daha karmaşık. ABD destekli unsurlar (el-Tanf çevresinde ılımlı muhalif gruplar ile Rakka’da çatışan PYD merkezli gruplar) ve Rusya’nın desteğindeki Suriye Arap Silahlı Kuvvetlerine bağlı elit birlikler birçok yerde tehlikeli temas hatlarına sahip. Nitekim 18 Haziran 2017 tarihinde, ABD Hava Kuvvetleri, Tabka yakınlarında Suriye Baas rejimine ait SU-22 tipi bir uçağı düşürmüştü. Benzer şekilde, el-Tanf çevresinde ilerleyen rejim güçleri de birkaç kez ABD müdahalesine maruz kalmışlardı.
SU-22 olayı sonrasında, Rusya Savunma Bakanlığının yaptığı sert açıklamayı, özellikle Fırat’ın batısında uçan, insansız hava araçları da dahil olmak üzere, her platformun Rus hava savunma sistemleri tarafından izleneceğinin bildirilmesi kritik. Zira Moskova, Suriye’ye güçlü bir hava savunma yığınağı yapmış durumda. Medya genellikle daha sansasyonel bulduğu S-400’lere yoğunlaşsa da, burada yüksek irtifada S-400 ve S-300V4 ile başlayan, orta irtifada SA-17 ile devam eden ve nihayet alçak irtifada Pantsir-S1 ve Pantsir-S2 sistemlerini içeren komplike bir hava savunma mimarisinden söz etmekteyiz. Konuya ilişkin profesyonel bilgisi olmayan okuyucular için bu durumu şöyle özetlemek mümkün: Yukarıda sıralanan silah sistemleri Rus ana karasındaki radar ve sensörler ağı olmaksızın füze savunma görevlerinde zorlanacaklardır, ancak birçok tipte insanlı ve insansız uçaklara karşı gerçekten caydırıcı bir savunma derinliği oluşturmaktadırlar. Yani, eğer Ruslar, rejime bağlı hava ve kara unsurlarının kritik yerlerde kendi hava savunma şemsiyeleri altında olması gibi bir konsept benimserler ise bu durumda ABD için Suriye hava sahası giderek daha tehlikeli bir hal alabilir. Ayrıca, angajman kuralları bu yönde bir kere değiştirildikten sonra, çatışmanın fitilini ateşleyebilecek inisiyatif Putin-Şoygu-Gerasimov üçgeninden, Hmeymim Üssü’ndeki operasyonel komutanlara geçmiş olacaktır. Böyle bir durumda, kriz yönetimi Washington ile Moskova arasındaki kırmızı hat üzerinden değil, USS George H.W. Bush Uçak Gemisi’nden havalanan bir F/A-18E Super Hornet pilotu ile üst düzey bir Rus hava savunma subayının birbirlerinin hareketlerini analiz etmeleri üzerinden sürdürülecektir. Üstelik bu, dakikalar ve hatta saniyeler içinde gerçekleşecektir.
Moskova'nın önceliği eski Sovyet coğrafyasında
Özetle NATO’nun doğu kanadında bir ‘kaza’ beklemek pek de olası değil. Eğer bu bölgede bir tırmanma yaşanacak ise Moskova’nın rakiplerinin karar alma zorluklarından ve caydırıcılık zafiyetlerinden yararlanabileceğini düşündüğü bir fırsatı değerlendirme girişimi söz konusu olabilir. Elbette bu konuda NATO-dışı (ancak özel ortaklık ilişkilerine sahip) Finlandiya ya da İsveç’in de muhtemel ‘test alanları’ olabileceği de unutulmamalı.
Suriye ise, belirtildiği üzere, çok karmaşık bir cephe. Esasen bir NATO üyesi olan Türkiye birçok kez hem Baas rejimi hem de Suriye’de konuşlu terörist unsurlar tarafından hedef alınmıştı ve daha önce İttifak’ın güvenlik istişaresini içeren 4. Maddesi de işletilmişti. Hatta Soğuk Savaş sonrasının en ciddi askeri vakalarından biri olan Rus Hava Kuvvetleri’ne ait bir Su-24’ün düşürülmesi de Türkiye ile Rusya arasında vuku bulmuştu. Öte yandan, ABD ile Rusya arasında böyle bir temas yaşanması daha ciddi riskleri içeriyor, zira işin içine ucu nükleer silahlara kadar uzanan çok geniş bir askeri seçenekler ve coğrafyalar manzumesi giriyor.
Yine de, Rusya için eski Sovyet coğrafyasının bir jeopolitik öncelik olduğu unutulmamalı. Dolayısıyla Moskova, Washington’un iradesi ve caydırıcılığını Suriye’de test etmeyi tercih etse de, ertesi gün Kremlin’de ilk göz atılacak haber başlıkları Arap basını yerine, Baltık ülkeleri ve Polonya medyasının yansıttığı korku olacaktır.
[Dr. Can Kasapoğlu İstanbul merkezli bir düşünce kuruluşu olan Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi’nde (EDAM) savunma analistidir]