Doç. Dr. Emre Erşen’in Karar gazetesinde yayınlanan makalesi şöyle:
Rusya-ABD Hattında Neler Oluyor?
Trump döneminde Rusya-ABD ilişkilerinin ne yönde ilerleyeceği sorusu uzun zamandır uluslararası ilişkiler gündemini meşgul ediyordu. 7 Nisan’da ABD’nin Esad rejiminin kontrolünde bulunan Şayrat Hava Üssü’nü füzelerle vurması tüm gözlerin yeniden Washington-Moskova hattına dönmesine neden oldu. Ancak 12 Nisan’da ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un Moskova’ya yaptığı resmi ziyaret Rusya-ABD ilişkilerinin sadece Suriye krizine endeksli olmadığını gösterdi. Önümüzdeki dönemde Rusya’nın ABD’den beklentilerini daha iyi tahlil edebilmek için ise iki ülke ilişkilerinde yakın dönemde meydana gelen bazı gelişmeleri hatırlamakta fayda var.
Obama döneminden miras kalan sorunlar
Rusya-ABD ilişkilerinin seyrinde önemli bir dönüm noktası 2011-2012 döneminde Rusya’da yapılan parlamento ve başkanlık seçimleri oldu. Putin’in ve partisinin kazandığı bu seçimlerde usulsüzlük yapıldığı iddiaları nedeniyle binlerce kişinin sokaklara dökülmesine Washington’un verdiği tepki Moskova’yı oldukça rahatsız etti. Özellikle o dönemde dışişleri bakanı olan Hillary Clinton’un seçimlerin “ne serbest ne adil” olduğunu söylemesi ve göstericilere açık destek vermesi Kremlin tarafından not edildi. 2003-2004 döneminde Gürcistan ve Ukrayna’da benzer halk gösterileri sonrasında Batı yanlısı hükümetlerin iktidara gelmiş olması da Putin yönetiminde Washington’un Rusya’da bir rejim değişikliği peşinde olduğu algısının güçlenmesine vesile oldu.
Putin’in üçüncü kez başkanlık koltuğuna oturduğu 2012’den itibaren Rusya-ABD ilişkileri sürekli gergin seyretti. 2011’de hız kazanan Arap ayaklanmalarını da Batı’nın rejim değiştirme stratejisinin bir işareti olarak yorumlayan Moskova, özellikle ABD, Fransa ve İngiltere öncülüğünde Libya’ya yapılan askeri müdahaleye sert tepki verdi. Rusya ayrıca Suriye’de benzer bir senaryonun tekrarlanmaması için İran’la birlikte hareket ederek Esad rejiminin en önemli destekçilerinden birisi haline geldi.
2014’te Ukrayna’da Batı yanlısı muhalefetin öncülüğünde yeniden patlak veren halk gösterileri sonucunda Rusya’nın desteklediği Yanukoviç hükümetinin devrilmesi ise bardağı taşıran son damla oldu. Ukrayna’daki krize doğrudan müdahale eden Moskova sadece Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasıyla sonuçlanan süreci başlatmakla kalmadı, aynı zamanda Ukrayna’nın doğusundaki ayrılıkçı bölgelere de ciddi bir siyasi ve askeri destek sağladı. Bu duruma tepki olarak ABD ve AB ülkelerinin başını çektiği bir grup ülke de Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlar uygulamaya başladılar.
Obama 2009’da işbaşına geldiğinde Rusya-ABD ilişkilerinde yeni bir başlangıç yapmak ümidiyle iki ülke arasındaki sorunların sıfırlanmasını hedefleyen bir “reset” politikası başlatmıştı. Ne var ki Obama dönemi Rusya açısından adeta ABD ile tüm diyalog ve işbirliği kanallarının sıfırlandığı bir dönem oldu. Moskova’nın 2016’da ABD’de yapılan başkanlık seçimlerinde tercihini açıkça Cumhuriyetçilerin adayı Trump’tan yana kullanmasını da bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.
ABD BAŞKANLIK SEÇİMLERİ
Trump’ın adaylığı kesinleştiğinde Putin’e yakın olduğu bilinen bazı Rus işadamlarıyla kurmuş olduğu bağlantılar bir anda Amerikan medyasının gündemine oturdu. Trump’ın dışişleri bakanı adayı olarak seçtiği Tillerson’ın Rusya’da önemli enerji yatırımlarına sahip olan Exxon-Mobil şirketinin yönetim kurulu başkanı olması ve 2013 yılında bizzat Putin’in elinden bir “dostluk nişanı” almış olması da Rusya’ya uzattığı bir zeytin dalı olarak yorumlandı. Nitekim Trump’ın kendisi de seçim kampanyası boyunca Putin’den övgüyle bahsetti ve Ukrayna krizi nedeniyle Rusya’ya uygulanan yaptırımların kaldırılmasına sıcak baktığının işaretlerini verdi. Ayrıca ABD’nin NATO’ya yaptığı katkıyı açıkça sorgulayan tutumu da Moskova tarafından memnuniyetle karşılandı.
Trump, Suriye konusunda da IŞİD tehdidine karşı Rusya ile işbirliği yapmak istediğini sık sık ifade etti. Rakibi Clinton ise kampanyası boyunca Suriye ve Ukrayna konusunda Obama’nın politikalarını devam ettireceğinin işaretlerini verdi. Clinton’un zamanında Putin karşıtı gösterilere verdiği desteği de göz önünde bulunduran Moskova için Trump’ın kazanması bu şartlar altında tercihten de öte adeta bir zorunluluk haline geldi. Nitekim önemli bir bölümü Kremlin’in kontrolünde bulunan Rus medyası çelişkili mesajları ve öngörülemez kişiliğine rağmen Trump’a destek verdi. Kremlin’le yakın ilişki içinde oldukları iddia edilen bazı Rus bilgisayar korsanları ise Clinton’un kampanyasını yöneten Demokratik Ulusal Komite’nin e-posta yazışmalarını ifşa ettiler. Nitekim Rusya’nın bilgisayar korsanları aracılığıyla ABD seçimlerine müdahale ettiği iddiaları daha sonra Amerikan istihbarat birimleri tarafından da doğrulandı.
Bu koşullar altında Trump’ın 8 Kasım 2016’da yapılan seçimleri kazanması Rusya’da belirgin bir heyecan yarattı. Obama’nın seçimlerden hemen sonra giderayak 35 Rus diplomatını Amerikan seçimlerine müdahale ettikleri gerekçesiyle sınırdışı etmesine bile Putin’in verdiği tepki oldukça yumuşaktı. Resmen göreve başladığı Ocak 2017’de ise Trump, Putin’in bile önüne geçerek Rus medyasının hakkında en çok haber yaptığı lider oldu. Aynı dönemde Rusya’nın resmi kamuoyu araştırma şirketi VTsIOM’un yaptığı bir ankete katılanların %70’inden fazlası Trump’la ilgili olumlu beklentiler içinde olduklarını ifade ettiler.
Rusya’da Trump’la ilgili bu olumlu havanın dağılması ise çok uzun sürmedi. Şubat ayında Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı Michael Flynn’in henüz seçimler yapılmadan önce Rusya’nın ABD Büyükelçisi Sergey Kislyak ile yaptırımların kaldırılması için görüşmeler yaptığı ortaya çıktı. Flynn’in istifasına neden olan bu olayın ardından Trump’ın, Adalet Bakanı olarak seçtiği Jeff Sessions’ın da Kislyak ile görüştüğü iddiaları gündeme geldi. Tüm bunların üstüne FBI da Rusya’nın seçimlere müdahale ettiği iddialarını soruşturmaya başlayarak Trump’ın kampanyasında görev alan bazı isimleri yakın takibe aldı.
Nisan ayında ise bu sefer Trump’ın baş stratejisti olarak bilinen ve aşırı muhafazakar görüşleriyle uyumlu olarak Rusya’ya özel bir sempati duyduğu iddia edilen Steve Bannon’ın Ulusal Güvenlik Konseyi’ndeki üyeliğine son verildi. Trump’ın yeni ulusal güvenlik danışmanı olarak atadığı General H. R. McMaster ve Savunma Bakanı James Mattis gibi isimler ise dış politikada Rusya’ya karşı daha sert bir çizgiyi savunan geleneksel Cumhuriyetçi kanadı temsilen yönetimdeki etkilerini arttırdılar.
Bu gelişmeler Moskova’da Trump’la ilgili heyecan dolu havanın yerini temkinli bir bekleyişe bırakmasına neden oldu. ABD’deki “müesses nizamın” Trump’ın Rusya konusunda cesur dış politika hamleleri yapmasına izin vermeyeceğinin farkına varan Putin yönetimi Washington’a karşı yeniden eleştirel bir tavır almaya başladı. Trump’ın göreve başladıktan kısa süre sonra “Rusya’nın Kırım’ı Ukrayna’ya iade etmesini bekliyoruz” veya “NATO modası geçmiş bir oluşum değildir” gibi ifadeler kullanması da Moskova’nın Trump konusunda daha gerçekçi bir değerlendirme yapmasını zorunlu hale getirdi.
SURİYE GERGİNLİĞİ
ABD’nin Suriye krizinin başlangıcından bu yana ilk kez Esad rejimini hedef aldığı füze saldırısı tam da bu dönemde gerçekleşti. 2013’te Guta’da yapılan kimyasal saldırıya güçlü bir tepki vermediği için eleştirilen Obama’ya nispet yaparcasına Trump’ın İdlib’de yaşananlara cevabı sert oldu. Bu beklenmedik hamle iç siyasette Rusya’yla ilgili iddialar nedeniyle zor günler geçiren Trump yönetiminin elini bir nebze de olsa rahatlattı. Öte yandan Washington’un Şayrat Hava Üssü’nü vurmadan önce Moskova’yı bilgilendirmiş olmasına rağmen bu olay Rusya-ABD ilişkilerinde ciddi bir kırılma yarattı. Nitekim Başbakan Medvedev, ABD ile çatışmaya ramak kaldığını açıklarken Dışişleri Bakanı Lavrov saldırıyı 2003’teki ABD’nin Irak’ı işgaline benzetti. Putin ise açıkça Trump işbaşına geldikten sonra Rusya-ABD ilişkilerinin daha da kötüleştiğini söyledi. Rusya ayrıca Suriye’de iki ülkenin hava güçleri arasında olası bir çatışmayı önlemek üzere Ekim 2015’te yapılan anlaşmayı askıya aldığını açıkladı.
Tüm bu gelişmeler ABD ve Rusya arasında Suriye nedeniyle doğrudan bir çatışma yaşanması ihtimalini güçlendirmiş gibi görünse de mevcut tablonun bu kadar karamsar yorumlanmaması gerektiğini iddia eden pek çok yorum da var. ABD’nin Suriye’ye füze saldırısından sadece dört gün sonra gerçekleşen Tillerson’un Moskova ziyareti bu kapsamda değerlendirilebilir. Tillerson’un mevkidaşı Lavrov ve her ne kadar iptal edileceği söylenmiş olsa da son dakikada Putin ile yaptığı görüşmelerin en somut sonucu, Rusya’nın Suriye’de ABD ile uçuş güvenliği anlaşmasını yeniden devreye sokmayı kabul etmesi oldu. İki ülke ayrıca anlaşmazlık yaratan konuların çözümü için bir çalışma grubu kurmaya karar verdiler.
Tillerson’un “dünyanın önde gelen iki nükleer gücünün böyle bir ilişkisi olamaz” şeklinde ifade ettiği durum da aslında Rusya-ABD ilişkileriyle ilgili önemli ipuçları veriyor. Zira Washington ve Moskova’nın IŞİD’le mücadele, nükleer silahlar ve Kuzey Kore gibi önemli konularda belli bir diyalog içinde olmaları gerekiyor. Putin yönetiminin bir başka önceliği de Ukrayna nedeniyle uygulanan Batı yaptırımlarının hafifletilmesini sağlamak. Trump’ın ise Orta Doğu’da İran’ın artan etkinliğini sınırlandırmak için Rusya’yı ikna etmesi gerektiğinin farkında olduğunu söylemek mümkün. Tüm bu unsurlar Rusya-ABD ilişkilerinin Suriye meselesi nedeniyle tamamen kopmasını önlüyor. Buna rağmen Moskova’nın Trump’a bakışının Suriye’yle ilgili bu son kriz nedeniyle belirgin biçimde değiştiğini de not etmek gerekiyor. Bu karamsar ve şüpheci bakışın kısa vadede Rusya-ABD ilişkilerinde yeni bir sayfa açılmasının önünde ciddi bir engel oluşturacağını iddia etmek bu açıdan yanlış olmayacaktır.