Rusya’nın Suriye’ye yönelik hız kazanan müdahalesi tüm dünyanın gündeminde. Rusya’nın askeri operasyonlarıyla Suriye savaşında yeni bir sayfa açtığı açık ama iddia edildiği üzere bunun yepyeni bir şey olduğu tezi abartılı bir iddia. Zaten başından itibaren hem siyasi, hem askeri açıdan Esed rejiminin arkasında duran Rusya’nın son dönemde sergilediği tavrıyla bu desteğe ivme kazandırdığını söylemek daha doğru olur.
Rus müdahalesi Esed rejimine ‘can simidi’ ya da ‘hayat öpücüğü’ kavramıyla yorumlanmakta. 5 yıla yakın bir süredir devam etmekte olan halk isyanı karşısında belli bölgelere sıkışmış bir vaziyette ve İran’ın çok yönlü desteğiyle sürdürdüğü katliamlarla ayakta durmaya çalışan bir rejim var ortada. Bu şartlarda Rusya desteği can çekişmekte olan rejime suni teneffüs yaptırmaya yönelik bir çaba olarak yorumlanabilir ancak. Nitekim Rusya’nın Suriye’de devam etmekte olan kavgada bu kadar aktif ve doğrudan yer alması da en nihayetinde rejimin iflasın eşiğinde olduğunun delilini sunmakta aynı zamanda.
Rus müdahalesinin Suriye bağlamında çift boyutlu bir hedefinin bulunduğu açık. Son dönemlerde artan biçimde tükeniş sinyalleri veren rejimin motivasyonunu artırıp, askeri operasyonlarla savaş kapasitesini güçlendirme ve rejimin etrafında saf tutmuş kesimler arasında hızlanan çözülmeyi durdurmanın öncelikli hedef olduğu görülmekte. İkinci aşamada ise rejimin devrilmesine ‘büyük güçler’in asla izin vermeyeceği kanaatini besleyerek muhalifler nezdinde bir moral bozukluğu ve yılgınlık atmosferi meydana getirmeye çalışmanın hedeflendiği anlaşılıyor.
Tayin Edici Olan Sadece Kadiri Mutlak Rabbimizdir!
Rusya faktörünün Suriye savaşında etkili bir faktör teşkil ettiği görmezden gelinemez elbette ama bazılarının iddia ettiği üzere belirleyici, tayin edici sıfatlarla anılması abartılı bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım bugüne kadar Rusya’nın zaten rejime büyük çaplı destek verdiği gerçeğini yok saydığı gibi, daha önemlisi Suriye halkının direniş iradesini küçümsemektedir. Oysa dört yılı aşkın bir süredir tüm zorluklara, engellere, imkansızlıklara karşın büyük bir fedakarlıkla, azimle direnen ve bu direniş sayesinde ülkenin önemli bir kısmını özgürleştirmeyi başaran Suriye halkının iradesini dikkate almayan bir yaklaşımla Suriye gerçeğini kavramak mümkün olamaz.
Bu bağlamda Rusya’nın veya bir başka devletin gücüyle, silahlarıyla savaşın, mücadelenin kanılacağı ya da kaybedileceği yaklaşımının Müslümanlar açısından geçerli olmayan bir anlayış olduğunu hatırlatmakta yarar var. Müslümanlar Kitab’ın “Allah size yardım ederse, size galip gelecek yoktur” buyruğuna iman eder ve “la havle vela kuvvete illa billah” şiarıyla hareket ederler.
Küresel Rekabet Değil, Emperyal İttifak!
Rusya’nın müdahalesiyle birlikte belirginleşen bir başka yanlış da Suriye’de büyük güçlerin birbirlerine karşı büyük bir rekabet içine girdikleri, muarız konum takındıkları iddiasıdır. Öyle ki, başından itibaren yanlış ölçülerle bakarak Suriye’de süregelen mücadeleyi ‘vekalet savaşı’ vb. kavramlarla tanımlamaya çalışan kimi çevreler Rus müdahalesiyle birlikte Suriye’nin ABD/Batı ile Rusya arasında var olan güç çekişmesinin yeni sıklet merkezi olduğu iddiasına dört elle sarılmışlardır. Hatta Suriye’de bugüne kadar ortaya konan İslami mücadeleyi kavramakta aciz kalan bazı sözde İslamcıların da bu koroya dahil olduğunu üzülerek müşahede etmekteyiz.
En başından itibaren Suriye kıyamını ABD ve Batılı güçlerin hesaplarıyla, planlarıyla açıklama zaafına düşen ve Suriye halkının iradesini yok sayan, Esed rejiminin zulmünü, despotizmini görmezden gelen tutum sahipleri bugünkü manzarayı tezlerinin doğrulanması olarak yorumlamaktadırlar. ABD ve Batı’nın Suriye muhalefetinin arkasında olduğu, mücahitleri desteklediği iddiasını kendilerine dayanak seçenler bugüne dek ABD/Batı’nın istikrarlı bir tarzda ikiyüzlü bir tutum içinde olduğu gerçeğini görmezden gelmişlerdir. Şimdi de aynı güçlerin Rus müdahalesine karşın seslendirdikleri ve laf kalabalığından öteye gitmeyen tepkileri baz alarak küresel bir kavga yaşandığı iddiasını sürdürmektedirler.
Oysa Suriye’de yaşananları yakından izleyen herkes ABD/Batı’nın başından itibaren Esed rejimine karşı ikircikli bir tutum takındığını ve bilhassa da rejimin tek alternatifinin İslami güçler olduğunun belirginleşmesiyle birlikte Suriye’de rejim değişikliği talebinden vazgeçildiğini bilmektedirler. ABD/Batı 2013 Yazı’nda Doğu Guta’daki kimyasal katliam sonrası Rusya’nın arabuluculuğuyla Esed rejimi ile pazarlık masasına oturarak bu tutum değişikliğini ihsas ettirmiş ve ardından pek çok adımıyla bunu geliştirmiştir. 2014 Yazı’nda Irak ordusunun Musul hezimeti ile birlikte de Esed rejiminin gitmesi talebi tümüyle tedavülden kalkmıştır.
ABD/Batı’nın ne kadar ikiyüzlü bir politika izlediğini Rusya’nın müdahalesine verdiği tepkiden de okumak mümkündür. Şöyle ki, ABD/Batı Rusya’yı IŞİD bahanesiyle muhalifleri vurmakla suçlamaktadır. Bu ithamdan IŞİD’e yönelmesi durumunda Rusya’nın Suriye’deki varlığının sorun teşkil etmeyeceği, rahatsızlık duyulmayacağı sonucu rahatlıkla çıkartılabilir. Kaldı ki, Rusya’nın bu şekilde suçlanması da yersizdir çünkü aynı şeyi bizzat ABD’nin kendisi yapmış ve yapmaktadır. Defalarca Cephet’un Nusra’nın, Ahrar’uş Şam’ın karargahlarını, mevzilerini vuran ABD’nin Rusya’yı ‘IŞİD bahanesiyle muhalifleri vurmak’la suçlaması ironiktir.
Bizim zaviyemizden bakıldığında Suriye’de tablo nettir: Rejim güçlerinin halka karşı sürdürdüğü vahşet ‘iç savaş’ vb. kavramlarla basitleştirilemez. Yine ortada ‘vekalet savaşı’ kavramıyla küçümsenebilecek, kirletilebilecek bir kavga değil, İslami şiarlarla yürütülen bir mücadele vardır. Ve bu mücadele karşısında Doğusu ile Batısı ile tüm emperyalist güçler rakip değil müttefik konumdadırlar. Bu boyutuyla Suriye mücadelemiz nevi şahsına münhasır da değildir. Aynen halen Afganistan’da, Irak’ta yaşandığı gibi, Mısır’da gördüğümüz gibi, dünden bugüne Filistin’de, Cezayir’de, Orta Asya’da olduğu gibi İslami hareketler karşısında egemenler aynı cephededir; zaman zaman sözlerinin farklılaşmasına, bazı politik tavır farklılıklarına rağmen temelde ittifak içindedirler.
Türkiye’ye Vicdansızlık Tavsiyesinde Bulunmaktan Utanmayanlar
Suriye meselesine başından itibaren Esedçi/İrancı gözlüklerle bakanlar açısından Rus müdahalesinin, Türkiye’ye yönelik olarak da yeni bir koz gibi değerlendirildiği/yorumlandığı gözlemlenmektedir. Vicdansız oldukları kadar, ilkesizlikte de sınır tanımayan bu tipler “biz demiştik, Türkiye bu işe bulaşmamalıydı, işte şimdi Rusya ile de çatışma pozisyonuna düştü” diyorlar. Aslında yeni bir şey söylemiyorlar, ilk günden beri zulme göz yumma, katliamcı bir despotun suçlarına ses çıkartmama tavsiyelerini bu kez de Rus sopasına işaret ederek gerekçelendirmeye çalışıyorlar. Kimisi Esed canavarına duydukları muhabbetten, kimisi ise AK Parti ve Erdoğan karşıtlığını adeta fanatik bir kimliğe dönüştürmüş olmalarından ötürü Türkiye’nin sıkışmışlığını adeta sevinç naralarıyla kutlamaktalar.
‘Tekfircilerden türbeleri koruma’ iddiasıyla zalim-tağut Esed rejimini en büyük türbe, tam manasıyla bir put haline getirenlere zaten denilecek bir şey yok, onlar zulüm tapınaklarında masumların kanlarını ilahlarına sunmaya, kurban etmeye devam ededursunlar!
Ödenecek bedelin ağırlığını gerekçe göstererek “niye bulaştık bu Suriye işine” plağını çalanlara ise doğrusu sormak ve belki ondan önce de acımak lazım. İnsan bu kadar vicdandan, onurdan yoksun olabilir mi? Siz nasıl insansınız? Faraza bitişiğinizdeki bir evde çoluk çocuğuna vahşice zulmeden, işkence yapan bir zalim söz konusu olduğunda ne yaparsınız? Mağdurların yükselen feryatlarını duymamak için yorganınızı başınıza mı çekersiniz? Korkaklığınızı, vicdansızlığınızı “aile içi kavgaya müdahil olmamak lazım” ambalajına sarıp, örter misiniz? İşkenceci zalimin yaptıkları karşısında “adam da belalı bir tip, üstelik de güçlü dostları, akrabaları var, hiç bulaşmayayım” diyerek çoluk çocuğuna yaptığı gaddarlığa alçakça göz mü yumarsınız? Ve siz bu tavrınızla onurlu, haysiyetli bir insan olarak yaşamaya devam edebilir misiniz? Bu nasıl bir zihniyettir, nasıl bir insanlık anlayışıdır?
Ne kadar ilginç değil mi, 4 yıldır türlü gerekçelerle Suriye’deki vahşeti perdelemeye çalışan ve bugün de Rusya tehdidi ile geri adım atmayı, Suriye’deki mücadeleye verilen desteği sonlandırmayı tavsiye edenlerin önemli bir kısmı dün Kobani hadisesi dolayısıyla iştiyakla Türkiye’yi her şeyiyle Kürt milliyetçilerini desteklemeye, yanlarında durmaya, onlardan yana tavır almaya çağırıyorlardı. Yapılan edileni yetersiz görüyor, daha fazlasını, çok daha fazlasını talep ediyorlardı.
Her Şeyiniz Gibi Emperyalizm Algınız da Çarpık ve Tutarsız!
Suriye’nin pek çok açıdan bir turnusol kağıdı işlevi gördüğü bugüne dek defalarca söylenmiştir. Bunu son gelişmelerle birlikte bir kez daha vurgulamak yanlış olmaz. İşte dört buçuk yıldır Müslüman Suriye halkının ödediği ağır bedelleri görmezden gelip, sözde anti-emperyalist tutum adına Esed canavarının arkasında saf tutanların emperyalizm algılarının ne kadar çarpık ve sahte olduğu bir kez daha gözler önündedir. Anti-emperyalizm sloganını Suriye’de devrimciler aleyhine bir propaganda silahı olarak kullanmaya kalkanlar dört kusur yıl boyunca Esed vahşetinin harabeye çevirdiği Suriye’de yıkıntılar arasında ısrarla, inatla ABD’yi aramaktan yorulmadılar, usanmadılar! Be hey zavallılar, hadi şimdi Rus jetleriyle, tanklarıyla yurtseverlik, bağımsızlık türküleri söylemeye ve hala hiç utanmadan, sıkılmadan mücahitleri emperyalizmin piyonu olmakla suçlamaya devam edin bakalım!
İslam Ümmeti Rusya’yı yüzyıllardır tanıyor. Kafkaslarda süregelen işgali de, Orta Asya Cumhuriyetlerinde hüküm süren tüm laik-despot rejimlerin sırtlarını dayadıkları gücün kim olduğunu da görüyor. Ve işte bu Rusya’nın güya Müslüman kimliği taşıyan birilerince kurtarıcı konumunda algılanmasının ortaya çıkardığı çelişki Suriye ile birlikte daha da netleşiyor.
Ne kadar hazin bir manzara ki, on yıllar önce komünizm tehlikesine karşı Amerikancılığı, Batıcılığı ‘ehven-i şer’ mantığıyla savunan, egemenlere sığınan dindar kesimlerin düştüğü çelişkinin bir benzeri bugün tersinden yaşanabilmekte. Emperyalizm kavramını ABD ve Batılı güçlere hasreden sözde İslami bilinç sahibi kimilerinin gözünde Rusya gayet sevimli bir güç konumunda algılanmakta. Hiç şüphesiz yüz yüze olunan şey, tipik manada bir yanlıştan diğerine savrulma halidir; müstakim olamama, tevhidi bütüncül manada kavrayamama zafiyetine işaret etmektedir.
İşgale Karşı Sessiz mi Kalacağız?
Gerek kimliksel anlamda, gerekse de siyasi tutum alışları sebebiyle Suriye meselesinde çelişkiler yaşayan, düşünce ve eylemlerine zulüm bulaştırmış kesimlerin, şahısların düştükleri içler acısı hali görmemek ve üzülmemek mümkün değil. Mamafih sıkıntı bundan ibaret değil. Suriye’de devam eden mücadele konusunda adil bir tutum takınmış çevrelerin, kesimlerin de izahı zor bir atalet, garip bir sessizlik, duyarsızlık içinde oldukları görülmekte.
Emperyalist, kafir bir gücün İslam topraklarını vahşice bombalaması, gerek sivil halka, gerek mücahitlere yönelik katliamlara girişmesi karşısında sergilenmesi gereken tavır bu olamaz!
Neden bu kadar sessizlik var? Nerede tepkilerimiz? Topraklarımıza, kardeşlerimize yönelen bu saldırganlığa, bu açık işgale fiilen karşı koyamıyor olsak dahi en azından tepkilerimizi daha gür bir şekilde haykırmalı değil miyiz? Hiç olmazsa zulmü lanetlemek hususunda sesimiz çok daha güçlü çıkmalı değil mi? İslam topraklarına yönelik bu saldırganlık karşısında Müslümanlara düşen sorumluluk üzerinde daha fazla kafa yormamız gerekmiyor mu?