Basit bir soruyla başlayalım... Rumeli'de sürülenler Müslüman değil de Hıristiyan olsa ve aynı şekilde katliama uğrasalardı, acaba dünya o olayları hangi kelime ile adlandırırdı ve söz konusu göçmenler kendi geçmişlerini ne kuvvette sahiplenirlerdi?
Benim yanıtım o kelimenin 'soykırım' olacağı ve sahiplenmenin de çok güçlü bir biçimde yaşanacağıdır. Milliyetçi bir bakış açısıyla, Müslümanların kadim mağduriyeti üzerinden tarih yazmaya çalışanlar bu spekülatif öngörümü kendi tezleri için elverişli bulacaklardır. Çünkü buradan hareketle soykırım sözcüğünün Batı tarafından Hıristiyan mağduriyetleri için kullanılan bir araç olduğunu öne sürebilirsiniz. Ancak belki de aradaki fark dinsel inançla değil, o toplumlardaki yönetim yapısının ideolojisi ile bağlantılıdır. Çünkü soykırım türü manen yüklü kelimelerin kullanılmasını meşrulaştırmak göründüğü kadar kolay değil. Ama eğer mağdurların ideolojik olarak devletin 'altında' kaldığı bir durumdan söz ediyorsanız, o zaman bu tür kavramlar da daha rahat gündeme gelebiliyor. Buna karşılık eğer katliama uğrayan taraf devletin ideolojisini paylaşan, dolayısıyla olayın öncesinde mağdur olmayıp, aksine imtiyazlı bir kesimi oluşturmakta ise, o durumda soykırım etiketini yapıştırmakta daha mütereddit kalınıyor. Böyle bir denklemde bizzat katliama uğramış olanların kendi geçmişlerini nasıl algıladıkları çok önemli hale geliyor. Bu algılama ise 'bugünün' nasıl yaşandığıyla son derece ilişkili.
Nitekim geçenlerde Alper Görmüş, Rumeli göçmenlerinin geçmişi sahiplenmeyen tavrının, esas olarak Rumeli'de ne yaşadıklarından ziyade, göç ettikleri Türkiye'de ne yaşadıklarıyla bağlantılı olduğunu yazmıştı. Görünen o ki Rumeli göçmenlerinin kendilerini yeniden 'hükümran' hissedecekleri Anadolu'ya gelmeleri ve yeni rejimin sahipliğine soyunmaları, onların geçmişlerini sahiplenmelerini de anlamsız ve işlevsiz kıldı. Öte yandan o geçmişin irdelenmesi, Rumelililerin bugün de Anadolulular karşısında benzer bir konumda olduğu gerçeğini ima ettiği ölçüde, belki de siyaseten çok arzu edilir bir şey değildi. Dolayısıyla muhtemelen devlet de Rumeli'deki geçmişin hatırlanmasından yana olmadı...
Bu konularda çeşitli makaleleri bulunan Mücahit Bilici, gönderdiği mesajda konuyu benden çok daha iyi anlatmış gözüküyor: "Rumelililerin unutma arzusunun arkasında kimlik endişesi var. Nitekim Balkan göçmenlerinin 'azınlık' olarak hitap edilmekten rahatsız olmaları, onların pratikteki statülerinin 'çoğunluk' olmasındandır. Türk ulusal kimliği, Balkan ve Kafkas göçmenlerinin kendi hissiyat ve hayat tarzlarını 'kutsallaştırıp', ellerindeki devlet aygıtı yoluyla Anadolu coğrafyasında evrenselleştirmesinden ibarettir. Bu sebeple, Rumelililer Türkiye'de azınlık değil çoğunlukturlar. Sayısal açıdan azınlık, ama iktidar açısından çoğunluk... Yani Türkiye'de resmi kimlik bir göçmen kolonizasyonunun ürünüdür. Bu sebeple, unutma isteğinin arkasında 'yerli' olmama problemini tespitte haklısınız. Ama bunun daha ziyade hangi coğrafyalardan sürüldüğüyle değil, hangi coğrafyaya sürüldüğüyle ilgisi var. Rumeli/Kafkas göçmenleri asıl Anadolu'nun yerlisi değiller ve burada 'yer(li)leşebilmeleri' için bu 'aktif unutmaya' müracaat etmişlerdir."
Gelen birçok mesaj Bilici'nin sözünü ettiği 'aktif unutmanın' zemini üzerinde düşünmek için elverişliydi. Bunların bir yönü Rumeli'deki durumla ilgiliydi ve aralarında kolay yutulur olmayanlar da vardı: "Kimse bizi bir yerden bir yere sürmedi, toplu olarak kaçıldı. Kaçılmasaydı savaşmak gerekirdi... Devlet toprak kaybettiği için insanlar ayrılmadı. Unutmanın sebebinde bu hicab vardır diye düşünüyorum." Bir başkası ise şunu soruyordu: "Bütün bu katliam, kırım, tehcir ve mübadeleden sonra, geri kalan Müslüman ve Türk nüfus neden bu kadar beceri yoksunuydu? Bu sadece sosyolojik ve kültürel bir hadise miydi, yoksa siyasi boyutu da var mıydı?"
Bugünü ve Cumhuriyet tarihini ilgilendirmesi açısından, okuyucudan gelen farklı bir müdahale ise, Rumelililerin Anadolu'ya geldikten sonra ürettikleri kültürel tavırla ilgiliydi. Buna göre Anadolu yerlisi pis, hal tavır bilmeyen, kaba saba bir kültüre gömülmüş olarak algılanmış ve bu nedenle Anadolulu ile evlenmek olabildiğince dışlanan bir tercih olmuştu. Bu küçümseyici tavrın ideolojik 'çoğunluk' olmakla ilişkisi açık... Söz konusu ideolojik konumun kültürleştirilmesinin ise laiklik sayesinde olduğunu kavramakta yarar var. Dolayısıyla Türkiye'de laiklik bir iktidar alanı olarak tasavvur edildi ve öyle de hayata geçirildi. Rumeli göçmenlerinin hepsinin bu imtiyazlı konumun parçası olduğunu söylemek tabii ki doğru olmaz... Ner var ki cemaatçi toplumlarda, devletle paylaşılan kültür nihayette devletin siyasetini yüklenmeyle son bulur. Bu da diğer cemaatler nezdinde sizi devletin yükünü taşımak zorunda bırakır...
Rumelililerin bugün Anadolulular tarafından nasıl algılandıklarına baktığınızda, geçmişte Rumeli'nin Müslüman cemaatinin oranın Hıristiyanları tarafından nasıl algılandıklarını anlamak daha kolaylaşıyor. Buna Rumeli göçmeninin kendisiyle ilgili bastırılmış kanaati de eklenince yaşananların unutulmuş olması da şaşırtıcı olmaktan çıkıyor.
ZAMAN