Rosemary’nin işi kolaydı. Çünkü çevresini sarmış olsalar da sonuçta lokal düzeyde etkili bir marjinal gruba karşı bebeğini hayatta tutma mücadelesi veriyordu. Biz, yani hayatı değersiz olanlar ise İsrail yarın bir o kadar bebeği daha öldürse, Lübnan’ı işgal etse, sonra Suriye, Türkiye, İran’a saldırsa bile onun “kutsanmışlığını” sorgulamayacak fanatiklerin dünyanın en etkili süper gücünü yönettiği bir zamanda yaşıyoruz. Almanya Dışişleri Bakanı “Hamas teröristleri insanların, okulların arkasına saklanıyor. Teröristlerin kötüye kullanması nedeniyle sivil yerler de koruma statülerini kaybeder” bile diyebildi. Böyle bakınca çoluğu çocuğu bebeğiyle mazur görülmeyecek bir cinayet bir katliam kalır mı?
Bekir Berat Özipek / Serbestiyet.com
Bebeğini tuhaf bir kültten koruma mücadelesi veren bir kadının hikâyesini anlatan bir film vardır. Yönetmenliğini Roman Polansky’nin yaptığı Rosemary’nin Bebeği’nde genç anne, bebeğini kurban etmeye çalışan o garip külte karşı tek başına mücadele eder. Bebeğini onlardan kaçırıp kurtulmaya çalışır. Komşularından, çevresindeki insanlardan ve aile doktorundan yardım ister. Ama işi kolay değildir. Çünkü yavaş yavaş çevresindeki herkesin, daha kötüsü son olarak da kocasının, bebek kurban eden o fanatik grubun üyesi olduğunu dehşet içinde fark eder.
Yorucu ve bunaltıcı bu gerilim filmi izlerken, “neyse ki bu sadece bir film, gerçek hayatta böyle şeyler olmaz” diye düşünüp kendisini teselli edebilir izleyici. Gerçek hayatta bu kadar tuhaf, bu kadar anormal insanların bulunmayacağını, bebekleri öldürmeyi meşrulaştıran bir inancın ancak filmlerde olabileceğini düşünüp rahatlayabilir.
Ve yanılır.
Çünkü yaşadığımız dünya, bugün bu filmdekinden daha iyi durumda değil. Çünkü gerçek hayatta çıkar için hastanede bebek öldürmeyi içine sindirebilen insanlara dair haberler izliyoruz. Dahası, bu ürkütücü tercihin sadece küçük bir gruba özgü olmadığı durumlar da var. Filistin’de bebeklerin katledilmesini meşrulaştıran ve bunu kutsal kitaba atıfla izah edip açıklayan ürkütücü fanatizm, küçük, marjinal bir grubun liderinin değil, İsrail’in başbakanının ağzından çıkabiliyor.
Soykırımın birinci yılı itibarıyla öldürülen çocuk ve bebek sayısı 17.000’i geçmiş durumda ve İsrail Başbakanı Netanyahu Gazze’den söz ederken, Tevrat’taki Tanrı’nın topyekûn imha emrine atıf yapabiliyor:
“Şimdi git Amalek’e saldır, sahip oldukları her şeyi yok et, onlara acıma; erkeği, kadını, bebeği, süt emen çocuğu, öküzü, koyunu, deveyi, eşeği hepsini katlet” (I Samuel 15:3).
Ürkütücü olan sadece bu değil. Sorun sadece bir halkın toptan yok edilmesinden, hatta onların hayvanlarının dahi yok edilmesinden bahseden bir fanatiğin başta ABD olmak üzere dünyanın en güçlü devletleri tarafından desteklenmesi. Liberal demokrasi olma iddiasındaki devletlerin, o ne yaparsa yapsın arkasında durmaları; silah, para, medya ve diğer propaganda araçlarıyla destek vermeleri ve ona karşı çıkanlar üzerinde çok boyutlu baskı kurmaları.
Netanyahu, süt emen bebeği katletmeye atıfla konuştuğunda ABD’de üst düzey devlet insanlarından hiçbiri çıkıp, “Ne yapıyorsunuz siz, çıldırdınız mı? En psikopat marjinal örgütün bile kullanmayacağı bir dil bu. El Kaide ve IŞİD bile şimdiye kadar bebekleri katletmekten bu tür bir sahiplenici dille söz etmedi; hayvanlara varıncaya kadar yaşayan her şeye karşı topyekûn bir Holokost uygulamanın savunuculuğunu yapmadı. Bizim bu fanatizm ve şiddetle bir bağımız olamaz” demedi. Aksine, onu destekleyen dil devam ettiler ve onu ABD Parlamentosuna davet edip, utanç verici biçimde konuşmasını 72 kez alkışlayabildiler.
İsrail’e koşulsuz destek veren ABD’nin birçok üst düzey devlet yetkilisinden gelen açıklamalar da demokratik bir hukuk devletinin sorumlu bir yetkilisinin değil Rosemary’nin Bebeği’ndeki kültün bir üyesinin diliyle yapılabildi çoğu kez.
Şunlar ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson’ın sözleri:
“(Netanyahu’ya) Ona İsrail’e ve İsrail halkına desteğimizin sarsılmaz olduğunu söyledim. Ona, Kongremizin benim liderliğim altında, sonuna kadar İsrail’in yanında olacağına ilişkin güvence verdim. Hristiyan olarak, İncil’in açıkça İsrail konusunda nerede durmamız gerektiğini söylediğini biliyorum. Tanrının, İsrail’i kutsayan milletleri kutsayacağını biliyorum.”
İsrail’i desteklemenin “Tanrı’nın emri” olduğunu söyleyen Johnson, “Tüm dünyanın Tanrı’nın İsrail’i kutsayan ulusu kutsayacağını anladığından emin olmalıyız. Bunun bizim rolümüz olduğunu anlıyoruz. Bu aynı zamanda İncil’deki öğüttür. Bu bizim için bir inanç meselesidir” diye de ekledi.
Donald Trump’un Tanrı tarafından İsrail’i kurtarmak için görevlendirilmiş olabileceğini düşünen ABD Eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da “İsrail işgalci bir ülke değildir. Evanjelik bir Hıristiyan olarak İncil okumalarıma dayanarak söyleyebilirim ki, birçok kişi inkâr etse de o topraklar 3 bin yıldır Yahudilerin meşru evi” diyebildi.
Bu açıklamalar İsrail’in işgal altındaki topraklardan çekilmesini gerçekten istemediğini, Filistinlilere yönelik etnik temizliğe ve İsrail bir bu kadar insanı daha katletse, bu yaklaşımın egemen olduğu ABD’nin İsrail’i desteklemeye devam edeceğini gösteriyor.
Gerçekten tehlikeli bir dünyada yaşıyoruz. Çünkü şu ana kadar 17.000’den fazla çocuğu öldüren İsrail’i uyarmak yerine “dünyanın bütün milletlerinin onu kutsaması gerektiğini” söyleyen kişi, marjinal bir dini grubun lideri değil Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisi Başkanı. Öyle insanların yönettiği bir dünyada yaşıyoruz.
Yine ürkütücü olan, çeşitlilik, çoğulculuk, sivil toplum, ifade özgürlüğü gibi kavramlarla süslü bir demokrasiye sahip olma iddiasındaki bir ülkede demokrat veya cumhuriyetçi cenahların üst kademelerinden kimsenin çıkıp “ne diyorsunuz siz, kafayı mı yediniz, dünyada kutsanmış devlet mi olur, hangi kutsanmışlık bebeklerin öldürülmesini, hayvanların katledilmesini mazur gösterir, bu nasıl bir nekrofilidir, derhal dünyayı bu tehlikeden kurtaralım, bu insanlar o makamlarda bir dakika bile kalmamalı, bir ülkenin yönetimi bu korkunç zihniyete terk edilmemeli” dememesi, diyememesi.
Herhangi bir sebeple bebek öldürmeyi meşru gören insanlar dünyanın her yerinde olabilir.
Türkiye’de yeni doğan bebekleri yoğun bakımlarda süründürüp öldürmekle suçlanan bir hastane çetesiyle ilgili haberler tüm ülkede infial uyandırdı. TV’lerde sağcısı solcusu, iktidarı muhalefetiyle, bebek öldürmeyi para için meşru görmek, herkes tarafından nefretle mahkûm ediliyor şu sıralar.
Hangi sebeple olursa olsun bebeklere kıymak korkunç. Burada önemli olan bu sapkınlığın tüm ülkeyi veya dünyayı teslim almaması; tüm gerekçeleriyle beraber bu kötülüğün çok net biçimde mahkûm edilebilmesi.
Rosemary’nin işi kolaydı. Çünkü çevresini sarmış olsalar da sonuçta lokal düzeyde etkili bir marjinal gruba karşı bebeğini hayatta tutma mücadelesi veriyordu. Biz, yani hayatı değersiz olanlar ise İsrail yarın bir o kadar bebeği daha öldürse, Lübnan’ı işgal etse, sonra Suriye, Türkiye, İran’a saldırsa bile onun “kutsanmışlığını” sorgulamayacak fanatiklerin dünyanın en etkili süper gücünü yönettiği bir zamanda yaşıyoruz. Almanya Dışişleri Bakanı “Hamas teröristleri insanların, okulların arkasına saklanıyor. Teröristlerin kötüye kullanması nedeniyle sivil yerler de koruma statülerini kaybeder” bile diyebildi. Böyle bakınca çoluğu çocuğu bebeğiyle mazur görülmeyecek bir cinayet bir katliam kalır mı?
Görünen o ki, dünya, zamanımızın en büyük ekonomik, siyasi ve askeri gücüyle bütünleşmiş bu akıl dışı fanatik zihniyetin tahribatıyla daha bir süre uğraşmak durumunda kalacak ve bu zihniyet ve uygulamaya yansıyan irrasyonel şiddet Filistin’dekinden ibaret olmayacak.
Böyle bir ortamda “açık ve mevcut” tehdide karşı adaleti ve hukuku savunmak şu an dünya üzerinde yaşayan herkese görev yüklüyor.
Filistin’deki soykırımı durdurmak, onun üstünün örtülmesine izin vermemek ve zalimliği meşrulaştıran bir zihniyet ve işleyişe karşı mücadele etmek, sadece Filistin’i değil, engellenmediği takdirde tüm dünyayı ateşe verecek bir cinnetten, bebekleri öldürmeyi adeta dini bir gereklilik olarak algılayan bu patolojik zihniyetten ve bu yeni cinnet halinden kurtarabilir.