Şu son yaşananlar, bu ülkeyle ilgili çok temel gerçekleri bu halka gösterdi.
“Görmemiş gibi yapanlar” da gördü aslında ama bir kısmı gerçeği kabullenmekte zorlanıyor, bir kısmı da eski oyunu hâlâ devam ettirebileceğini sanıyor.
Ama önemli olan onlar ya da tepkileri değil.
Önemli olan, gerçeğin çok çıplak bir şekilde röntgeninin çekilip halkın önüne konması.
Bugüne dek bütün uğraşları bu röntgeni çektirmemek, gerçekleri göstermemekti.
Çünkü bu röntgen bir kere çekildikten, bu cumhuriyetin yapısındaki çarpıklıklar açığa çıktıktan sonra halkı kandırmak o kadar da uzun sürmez.
Biz ne gördük bu son olaylarla?
Bir kere bu ülkenin hukuk sisteminin tamamen “ayrımcı” bir anlayışla ve “haksızlığa” dayanan bir zihniyetle oluşturulduğunu gördük.
Hukuk, devleti ve halkı ikiye ayırmış.
Ordu, yüksek yargı ve bürokrasi “devlet” kabul edilmiş, hukuk sisteminin içine yerleştirilen maddelerle bunlar “hukukun dokunamayacağı” bir koruma altına alınmış, onlara çok geniş bir “suç özgürlüğü” alanı açılmış.
Halktan birisinin yapması halinde “suç” kabul edilenler, “devleti oluşturanlar” tarafından yapıldığında “suç” kabul edilmiyor.
“Suç” kabul edilse bile bu insanlar “yargılanamıyor”, yargının dışında tutuluyor.
Ordu ve yüksek yargı istediklerinde “hukuk sistemi” üzerinde büyük bir baskı kurabiliyorlar ve bunun hesabını vermiyorlar.
Hatta bu “ayrıcalıklı” alanın, emeklileri kapsamasını da istiyorlar.
Geçen gün ordunun bütün orgeneralleri ve oramiralleri toplanıp “yargıya doğrudan” müdahale sayılabilecek bir açıklama yaptılar.
İstedikleri neydi?
Balyoz darbe planı nedeniyle hukuk önünde hesap vermesi gereken eski kuvvet komutanlarıyla generallere dokunulmamasıydı istedikleri.
“Böyle bir plan yoktur, uydurmadır, iftiradır, bu komutanlara dokunulması haksızlıktır” mı diyorlardı?
Hayır.
Balyoz planının varlığını reddeden bir tek söz söylemiyorlardı.
Çünkü onlar da bu planların gerçek olduğunu ve bu planı yok saymaya kalkmanın ileride kendi başlarını da derde sokabileceğini biliyorlardı.
Peki, ne diyorlardı?
“Böyle bir plan olsa bile o paşalara dokunmayın, biz çok kızarız.”
Korkutmaya çalışıyorlardı.
Bu arada biz, “emekli kuvvet komutanlarının” ifadelerinin “normal” savcılar tarafından alınamayacağını da öğreniyorduk.
Yasalara öyle bir madde eklemişler.
Peki, niye böyle bir ayrıcalıkları var?
Neden beyin cerrahlarına tanınmayan bir ayrıcalık kuvvet komutanlarına tanınıyor?
Neden fırıncıları bir karakol polisi bile sorgulayabilirken bir paşayı sorgulamak o kadar zor oluyor?
Ya da neden başsavcılar ayrı bir sorgulama sürecine tâbi?
Bu ayırımcılık zaten bu toplumu “efendiler” ve “köleleri” olarak ikiye ayırıyor.
Bu ayırımcılığın en büyük destekçisi de medya.
Doğrusu ya ben medyanın bu kadar “paşacı” olduğunu tahmin etmiyordum, biraz daha utanma duygusuna sahip olabileceklerini sanıyordum, ortada Balyoz planı gibi bir plan dururken, camilerin bombalanmasından söz edilirken, “ama efendim teşebbüs hali suç sayılmaz” diyebileceklerine, “darbe hazırlayanların” yargı önüne çıkmasını “büyük zulüm” diye niteleyebileceklerine ihtimal vermiyordum.
Medyanın bir bölümü peçesini attı ve CHP ile birlikte “darbe savunuculuğuna” geçti.
Halkın değil darbecilerin yanında yer aldı.
Röntgen elimizde şimdi.
Ordudaki, yüksek yargıdaki, medyadaki çarpılmaları açıkça görebiliyoruz.
Bu “cumhuriyetin” nasıl bir “azınlık tahakkümü” üzerine bina edildiğini, halkı hiç umursamadığını artık her olayla biraz daha net bir biçimde anlayabiliyoruz.
En önemli gelişme budur.
Generallerin, yüksek yargının, medyanın çırpınmaları, bu gerçeğin halkın zihnine daha keskin bir şekilde yerleşmesine yol açıyor.
Son olaylar, sisteme “teşhis” konmasını sağladı.
Tedavisi de halk tarafından elbette yapılacak.
Böyle hasta hasta sürünmeye devam edecek değiliz ya.
TARAF