İslam şehrine dair modern zihni sürekli meşgul eden sorulardan biri, bu şehirlerin neden meydanlara sahip olmadığıdır. Aydınlanma ile ortaya çıkan modern şehirciliğin en bariz özelliklerinden biri devasa ölçeklerde meydanlara sahip olmasıdır. Şehirde bütün yollar adeta bu büyük meydana ya da meydanlara çıkar.
Modern şehir, aydınlanma düşüncesinin eseri olduğu kadar bir tür Roma öykünmesidir. "Çağdaş Roma" olmak isteyen her Avrupalı güç, kendi tarzında Roma'yı yeniden inşa etmek istemiştir. Zenginlik ve düzeni ile 19. yüzyıl Londra'sı nasıl dönemin Roma'sı olarak gösterilmişse Paris'in de emperyal gücün sergileyen ve bu anlamda da Roma'ya en fazla öykünen başkentlerden biri olduğu söylenebilir.
Roma devasa yapıları, tapınakları ve meydanlarıyla Batı medeniyetinin her anlamda olduğu gibi şehir modeli olarak da köklerini bulduğu model oldu. Roma'da tapınaklar, resmi binalar ve anıtlar o kadar merkezi rol oynamıştı ki, Richart Sennett'in tabiriyle "bak, iman et ve itaat et" telkini yapar gibiydi. Bu iman ve itaat daha çok siyasi otoriteye yönelikti. Şehrin meydanına kurulan forum bile dinleyenlerin (vatandaş) katılımdan çok monarkın söylevini dinleyemeye yönelik tasarlanmıştı. 'Izgara sistem Roma şehri' Ortaçağ'da çökse de Aydınlanma ile Batıda yeniden canlandı.
Paris'in meydanları, modernleşme ve Fransız İhtilali'nin etkisiyle yeniden anlamlandırılarak tasarlanacaktı. Emperyal güç gösterisine uygun olarak tasarlanan Paris'in meydanları ihtilal sırasında olduğu gibi ihtilal sonrasında da önemli işlev görecekti. Modern şehrin meydanları aydınlanma düşüncesinin insan ve mekan konusuna yüklediği anlamdan bağımsız olmasa da büyük ölçüde siyasal otoritenin "bak ve itaat et" telkininden de ayrı düşünülemezdi.
Avrupa'da yaşanan siyasal gelişmelerden çok daha farklı ve kendine özgü bir çizgide gelişen Amerikan şehrinin de Aydınlanmacı düşüncenin eseri olduğu kadar Roma etkisiyle ortaya çıktığı söylenebilir. Bu durum, Batılı zihnin Amerikan formu olarak bu modelden tümüyle farklılaşmadığının işaretidir. Modern şehrin, Harvey'in insan vücudundaki kan dolaşım sistemini keşfetmesiyle beraber, şehri bir organizma olarak ele alan Aydınlanmacı mimarların eseri olduğu savunulur. Buna göre insan bedeni gibi şehirlerin de oksijen alacağı akciğer fonksiyonu görecek meydanlara, geniş parklara ve en önemlisi kalabalıkların devamlı hareket edebileceği cadde-meydan düzenlemesine ihtiyacı vardır. Bu espriden hareketle ABD başkenti olarak Washington için bir şehir planı geliştiren Pierre C.L'fant'ın, Roma şehir tasarımından ilham aldığı, hatta coğrafi isimleri bile oradan esinleyerek ortaya koyduğu biliniyor. Amerikan devrimi, henüz "üçüncü Roma" olma iddiasına sahip değilken bile Aydınlanma düşüncesinin "sağlıklı şehirler" ideali ile Roma geleneğinin birleştirildiği bir başkent inşa etmeye girişti. Washington D.C.'nin tipik Roma şehrinde olduğu gibi ızgara sisteme benzetilmesi bir yana siyasi otoritenin merkezi binalarının şehrin nefes aldığı mekanlarla birleştirilmesi Aydınlanma ile Roma değerlerinin buluşturulmasına bir örnek teşkil etti. Daha sonraki düzenlemelerde de, Başkanlık Sarayı ve Kongre merkezinin şehrin "akciğeri" ile ilişkilendirilmesi, adeta tüm yolların buraya çıkarılması tesadüf değildir.
Batı'da gelişen modern şehir mimarisinin merkezi, büyük meydanlara ihtiyaç duymasının, salt kentte yaşayanların rahat nefes alması gibi bir düşünceden kaynaklandığı söylenemez. Otorite öne çıkarılırken anıtsal yapılara bakarak iman etmese bile, seküler zihin artık ironik biçimde itaati önceliyordu. Napolyon'un muhtemel halk ayaklanmalarını bastırabilmek için (kendisi de bir topçu subayı olması hasebiyle) top ateşine uygun alanların açılmasını istediği söylenir.
Şehrin Aydınlanmacı organizasyonu bireyin nefes alacağı ama kitlesel olarak bir anlam kazanamayacağı, örgütlenemeyeceği açık alan-meydan, cadde tasarımı geliştirdi. Teknolojik gelişme buna hız ve hareket formunu giydirdi. Sürekli hareket eden ama tek tek insanlardan oluşan bir denetim mekanizmasına dönüştü meydanlar.
Otoritenin kendini ifade ettiği, daha doğrusu tahakkümünü gösterdiği, merkezi yönetimin her şeyi belirlediği bir şehir anlayışının ürünü olarak meydanlar hayati önem taşır. Siyasetin toplumsalı yok ettiği modern şehir modelinin kaçınılmaz öğeleridir meydanlar. Açık alanlar, parklar toplumsallığı yok eden siyasanın bireylerin nefes almasına izin verdiği kadar nefes alışını da kontrol ettiği mekanlar olarak Roma'nın daha rafine uzantısıdır.
Kan dolaşımını yüzlerce yıl önceden bulan Müslümanların geliştirdikleri İslam şehrinde meydanları neden öncelemedikleri konusunda bir fikir verebilir.
YENİ ŞAFAK