Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER
Robert Kolej’den Boğaziçi’ne Türkiye’de üniversitenin misyonu-II
İlk incelememizde Robert Kolej’in ve dolaylı yoldan Boğaziçi Üniversitesi’nin kurucusu olan Cyrus Hamlin’in anılarından yola çıkarak dünya görüşünü anlamaya çalışmıştık.
Hamlin’in Robert Kolej’i, kendisine biçtiği ‘misyon’ gereği bir vasıta olarak gördüğüne şüphe yoktur. Bu bağlamda gizli saklı planlardan, komplo teorilerinden neşet eden izahların anlamsız olduğunu belirtmek gerek. Hamlin her şeyi gayet açık bir şekilde yapıyor. Topladığı bağışlara varıncaya kadar attığı bütün adımların dökümü dahi elimizde mevcut. O yüzden aynı dünya görüşünde olmasak dahi haksızlık yapmamak adına bu hususa dikkat çekmek istedik.
Robert Kolej’in en ayırt edici vasfı ABD’nin yurt dışındaki ilk misyon okulu olmasıdır. ABD destekli oluşu her yolun kolaylıkla aşıldığı anlamına gelmiyor. Hamlin’in anılarından gördüğümüz kadarıyla oldukça zorlu yollardan geçilmiş. İlk problem ise ne Osmanlı idaresi ne de Müslüman toplumla değil İstanbul’daki Hıristiyan cemaatlerle yaşanıyor.
Robert Kolej inşaat halinde...
İstanbul’da bir Protestan
Neden Geldim Amerika'ya / Tutuldum kaldım avare / Şimdi bin kere pişmanım / Fakat geçti ah ne çare / Ah! gelmez olaydım / Ah! görmez olaydım / Tek seni şirin Amerika / Görmez olaydım, gelmez olaydım…
Ahilleas Pulos tarafından yazılan bu şarkı Amerika’da aradığını bulamayıp pişman olan bir Osmanlı Rum’una aittir. Doğduğu topraklara (Harput) olan özlemini dile getiren Pulos, Amerika’ya ‘merhametsiz, insafın yok mu?’ diyerek sitem etmektedir.
Pulos’un gerçekleştirdiği göçün tersine iltica eden Cyrus Hamlin ise İstanbul’a ilk ayak bastığında Amerika’ya özlem duymuş olabilir. Zira İstanbul’daki Rum ve Ermeni Hıristiyan cemaatleri Protestanlardan pek hazzetmemekte ve faaliyetlerine engel olmaya çalışmaktadır. Bu konuda Cyrus Hamlin’in meseleyi objektif değerlendiremeyeceği açık. Ermeni ve Rum cemaatleri kendi inanç kitlelerini korumak adına ‘yabancı’ itikatlara mesafeli davranmış olabilirler. Bu hassasiyetle Ermenilerin, Amerikan misyonerleri ile iletişim kurmaları olabildiğince engellenmeye çalışılmıştır. Amerikan misyonerlerine Ermeni ve Rum cemaatleri tarafından baskı uygulanmış ve sürgün edilmeleri sağlanmıştır.
Tabi Müslümanların da bu hususta yüzlerce yıllık ‘komşularına’ yakın hissettikleri söylenebilir. Bu yönüyle konumuzdan sapmamak kaydıyla Mehmet Akif ile Tevfik Fikret arasındaki tartışma anlamlıdır. Akif, Protestanlığı menfi nitelemelerle birlikte kullanır. Protestan yönelim sekülerleşmiş hayat anlayışını temsil ettiği için Tevfik Fikret üzerinden eleştirilir. Amiyane tabirle Akif yazdığı şiirle Tevfik Fikret’i tokatlamıştır. Zaten Fikret de yazdığı son şiirde ‘özür dilemeci’ bir üslup takınır.1
“Robert Kolej'deki sanat dâhisinin kalemi” diyerek başlayan Akif kesin ve net bir şekilde tartışmayı sonlandırır: Üdebânız hele gayetle bayağ mahlukaat… / Halkı irşad edecek öyle mi bunlar? Heyhat! / Kimi garbın yalnız fuhşuna hasbî simsar; / Kimi İran malı der, köhne alır, hurda satar! / Eski divanlarınız dopdolu oğlanla şarab; / Biradan, fahişeden başka nedir şi'r-i şebab? / Serseri: hiçbirinin mesleği yok, meşrebi yok; / Feylosof hepsi; fakat pek çoğunun mektebi yok! / Şimdi Allah'a söver… sonra biraz bol para ver: / Hiç utanmaz; protestanlara zangoçluk eder!"
Tekrardan konumuza dönmek gerekirse Cyrus Hamlin Hıristiyan gruplarla yaşadığı sorunlardan sonra mensubu olduğu American Board isimli Protestan teşkilat ile de problemler yaşar. American Board, Protestanların dini işler ile uğraşmalarına ve bedenen çalışmalarına öncelik veren bir yapılanmadır. Ancak Hamlin’in kafasındaki proje bundan daha fazlasını içermektedir.
Cyrus Hamlin, misyonerlik faaliyetini bir dünya ideali olarak görmektedir. Bu sebeple kuracağı okulda sadece Protestanlar değil diğer Hıristiyan mezhepleri ve hatta Müslümanlar da yer almalıdır. Bütün eğitim müfredatı buna uygun olacak şekilde oluşturulmalı, öğrencilerin geçimlerini sağlayacakları iş imkanları oluşturularak kalacakları yurtlara kadar her şeyleri ayarlanmalıdır. Hamlin’in kafasındaki proje önemli bir endişeden dolayı tepki toplamıştır.
Kolej’in hedefi ve inşa ettiği misyon
Robert Kolej’den önce kurulan Bebek’teki ( o sıralar bir semt değil köydür) İlahiyat Okulu ilk kırılmanın yaşandığı yerdir. Burası bizim de dikkat çekmek istediğimiz esas noktalardan birisine işaret ediyor. Cyrus Hamlin önceleri öğrencilerinin geçim kaygılarını ileri sürerek onlara meslek öğrenimi tavsiyesinde bulunur. Bu durum American Board yetkilileri tarafından anlayışla karşılanır zira bedenen çalışmak Protestan inanış açısından oldukça önemlidir. Ancak bazı sınırlar söz konusudur.
Cyrus Hamlin çalışma öğüdünün ötesinde daha ‘yayılmacı’ bir politika izler. Çarşıya okula bağlı bir fırın açan Hamlin buradan ve çeşitli yerlerden sağladığı bağlantılar ile İngiliz ordusuna ekmek, kahve ve çamaşır temin etmeye başlar. İngiliz hastanelerinin durumlarıyla da ilgilenmeye başlayan Hamlin bu işi bir misyonerlik faaliyeti bilinciyle yapmaktadır. Avrupa’dan ileri gelen kişilerle temasa geçerek okula ve çalışmalara destek istemesi ‘siyasi’ bir perspektife sahip olduğunun göstergesidir.
Biz bu noktada American Board yetkililerinin yaptıkları bir eleştirinin ve taşıdıkları endişenin çok önemli olduğu kanaatindeyiz. Cyrus Hamlin’in çalışkanlığı ve azmi takdir edilirken eğitim anlayışı ve metodunun öğrencilerinin 'sekülerleşmesine' sebep olabileceği hususunda tespitlerini ileten American Board, İlahiyat Okulu’nun yönetimini Hamlin’den devralarak Okulu da Merzifon’a taşır. İlahiyat Okulu’ndan mezun olan öğrencilerin aldıkları teoloji eğitimi bir yana Hamlin’in yönlendirmesiyle mühendislik ve doktorluk gibi meslekleri tercih etmeleri de bu bağlamda dikkat çekicidir.
Bebek'teki İlahiyat Okulu
Robert Kolej’e böyle bir vasatta varılmıştır. Hamlin yerel dillerin (Ermenice, Türkçe, Rumca) tahakkümünü kırmak adına eğitim dilini İngilizce olarak belirler. Dil meselesi Robert Kolej’i diğer yabancı okullardan ayıran hususların başında gelir. İngilizce üzerinden dünyada yaşanan 'değişimle' kültürel entegrasyon sağlanmaktadır.
Kolej’in öğrenci tercihi de bir ilk olmuştur. Robert Kolej her inanıştan ve dilden insana kapısını açarak eğitimde yeni bir stilin başlangıcıdır. American Board ile yaşadığı tartışmalar neticesinde onların eksikliklerini gidermeye çalışan Hamlin ‘mutlak Protestanlaştırma’ öğretisini gevşeterek ‘kültürel (veya sessiz) Protestanlaştırma’ modelini devreye sokar. Herkesin eğitim olanaklarından faydalanması amacı aynı zamanda herkesin Protestanlaşması niyetini de içinde taşımaktadır. En azından Hamlin’in temel amacının bu olduğu söylenebilir. Batı medeniyetini, tekniğini, sanatını, hayat tarzını ve düşüncesini aktaran bir köprü vazifesi üstlenen Robert Kolej bu haliyle yerli gençleri, içinde yaşadıkları toplumun değerlerini, gündelik hayatını ve düşünce yapısını sorgulamaya, ardından Hıristiyan medeniyeti ile kıyaslamaya yöneltmiştir.2
Tam da bu noktada American Board yetkililerinin dünyevileşme/sekülerleşme hususundaki eleştiri ve endişelerini hatırlamak faydalı olacaktır. Ayşe Aksu’nun da belirttiği üzere “tarihi misyonunu büyük ölçüde Boğaziçi Üniversitesi’ne devretmiş olan Robert Kolej” üniversitenin fiziki ve fikri temellerini oluşturmaktadır. Her dilden, inanıştan, fikirden insanın buluştuğu “Boğaziçi ortamı” mensuplarına ayrıcalıklı ve özgür(!) bir zemini buradan kaynakla sağladığını iddia etmektedir.
Akıldan çıkartılmaması gereken husus ise kültürel olarak ve sessiz bir şekilde gerçekleştirilmek istenen değişimin bugün artık veçhesinin epey farklılaştığıdır. Hamlin’in zihnindeki Müslümanların, Ortodoksların, Katoliklerin Protestanlaşması ve Protestanların daha fazla Protestan olması ukdesi gerçekleşmemiştir. American Board haklı çıkmış ve hepsi el birlik dünyevileşmiştir!
Eğer ki Hamlin, Boğaziçi tartışmalarında cinsi sapkın akımların yapıp ettiği rezillikleri görse şapkayı önüne koyup yaptığı hataları bir düşünürdü herhalde. Bugün artık her inanıştan insanı aynı fahşa kültürü içine çekmeye çalışan sapkın akımlar normalleşmenin de ötesinde ‘ana akım’ olmaya çalışmaktadır. Kendisine ‘Boğaziçili Müslüman’ diyen üç beş tane soytarının da destek verdiği bu fahşayı olağanlaştırma çabasına karşı insan olmanın haysiyetini savunan herkesin karşı çıkması ve meşru/ahlaki olanı savunması gerekmektedir!
[1] Bize ne güzel Zangoçluğu yakıştırıvermişler / Ama aldanmış olmayasın sakin üstadım/ Müslüman oğluyum ne de olsa/ Sen o güzel dini anlatma bana / O dinden senin kadar ben de anlarım/ Ben de okudum o Tanrı kitabını
[2] Ayşe Aksu’nun Robert Kolej Uğranda Bir Ömür isimli kitaba 2012 senesinde yazdığı önsözden. Tekrar belirtmek gerekirse Aksu’nun bu konu hakkındaki çalışmalarından epey istifade ettik.