The Independent gazetesinin Orta Doğu muhabiri Robert Fisk, Muammer Kaddafi’nin ölümünün ardından köşesinde “Kaddafi’yi iyi çocuklardan biri olduğunu düşünmesinden dolayı suçlayamazsınız” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazısında “Batı kutlama yapıyor olabilir, ancak ölümü zamanlama hatasından ibaret” spotunu kullanan Fisk, Kaddafi ile sömürgeci güçler arasındaki inişli çıkışlı ilişkiye dikkat çekiyor:
Onu sevdik. Ondan nefret ettik. Ve sonra yeniden sevdik. Sonra Blair, onun üzerine salyalarını akıttı. Tekrar sevdik. Daha sonra Hillary Clinton, Blackberry’sinin üzerine salyalarını akıttı (Clinton’ın, Kaddafi’ye dair haberi Kabil’deyken, asistanının uzattığı telefon ekranından okumasına atıfta bulunuyor; ç.n.) ve biz yine nefret ettik. Hadi, hepimiz öldürülmüş olmaması için dua edelim. “Ele geçirilmesi sırasında aldığı yaralar nedeniyle öldü.” Bu ne anlama geliyordu?
O, Don Corleone ile Donald Duck’ın –Tom Friedman’ın Saddam Hüseyin’e dair tek haklı olduğu an- çılgın bir kombinasyonuydu ve onun gülünç geçit törenlerini ve konuşmalarını izlemek zorunda kalan biz dudaklarımızı ısırdık ve cidden saçma bulmamız gereken Libya tankları, deniz kuvvetleri, füzeleri hakkında yazdık. Dalgıçları, paletlerini şapırdatarak sıcaktan kızgın Yeşil Meydan’dan geçiş yaptılar ve biz bu saçmalığı dış görünüş olarak almak ve İsrail’e yönelik gerçek bir tehdit olduğunu varsaymak zorunda kaldık; Blair’in bizi, Kaddafi’nin “kitle imha silahları” üretmeye dair acınası girişiminin şişlendiğine ikna etmeye (başarılı biçimde) çalıştığı gibi. Şu, umumi tuvaletini onaramayan ülkede.
Sonuçta o, Dışişleri Bakanlığı’nın bir zamanlar sevgilisi olan (Kral İdris’e yönelik darbe sonrasında), daha sonra “güvenilir bir çift el” olarak korunan, sonrasında IRA’ya silah göndermesi nedeniyle nefret edilen, sonra sevilen albay öldü. Birilerini, kendinin iyi bir adam olduğunu düşünmesinden dolayı ayıplayabilir misiniz?
Ve bu nedenle mi öldü? Direnmeye çalışırken mi vurulup öldü? Çavuşesku’nun (ve eşinin) ölümüyle birlikte yaşadık, Kaddafi’ninkiyle neden yaşamayalım? Ve Kaddafi’nin eşi güvende. Neden diktatör o şekilde ölmemeli? İlginç bir soru. Ölüm emrini, Ulusal Geçiş Konseyi’ndeki dostlarımız mı verdi? Ya da kötü bir adam için düşmanlarının elinde ölmek “doğal”, onurlu bir son mudur? Merak ediyorum. Hiçbir yargılama, “Büyük Lider”in bitmez tükenmez nutukları, yönetimine dair savunması olmayacağına dair Batı’nın içi nasıl ferahlamalıydı? Hiçbir yargılama olmaması, çaldıklarının ve işkencelerin açıklamasının yapılmaması ve cinsellikle ilgili kısımların budanmaması anlamına geliyor.
Bu nedenle, bize Kaddafi’nin adiliklerini hatırlatmayın. 30 yıldan fazla zaman önce Trablus’a gitmiş ve İrlanda’ya plastik patlayıcı gönderen ve Libya’daki İrlanda vatandaşlarını koruyan bir adamlar görüşmüştüm; Libyalılar onlarla görüşmem gerekmesinden epey mutluydu. Neden olmasın? Kaddafi’nin, Üçüncü Dünya’nın lideri olduğu bir dönemdi. Söz konusu rejimin yöntemlerine alıştık. Kaddafi’nin zulmüne alıştık. “Normal”e döner dönmez ona göz yumduk. Bu nedenle, kendi adımıza onun ahlaksızlıklarına dair belgelendirmeleri bitirmemiz önemliydi.
Aslında, (tabii ki) Kaddafi yönetimi eliyle ve İngiltere hükümeti adına yapılmış işkenceye dair bir hukuksal sürecin sonu güzel bir şey olabilirdi, sizce de olmaz mıydı? Bu işkenceye dair her şeyi bilen İngiliz kadın –ismini bildiğim, ancak bir daha yaramazlık yapmayacağından emin olmak için açıklamadığım- kovuşturmadan korunacak mı (olmaması gereken şeyden)? Hepimiz ölümü sonrasında Kaddafi’nin eşleriyle keyif mi çatacağız?
Belki. Ancak geçmişi unutmayalım. Kaddafi, Libya’daki İtalyan sömürgeci yönetimini, Libyalı kahramanlar halkın önünde asılırken, Libya’nın bağımsızlığı “terörizm” olarak addedilirken, Libyalıların bir İtalyan ile karşılaştıklarında yol kenarındaki oluktan yürümek zorunda oldukları iğrenç İtalyan yönetimi dönemini hatırlattı. Petrol adamlarına, IMF’deki erkekler ve kadınlara aynı esaret altında daha iyi gözle bakılmayacak. Libyalılar zeki insanlardır. Kaddafi bunu biliyordu; buna rağmen, ölümcül biçimde kendinin daha zeki olduğunu düşünüyordu. Bu kabile insanlarının birden bire “küreselleşeceğine” ve farklılaşacağına dair düşünce gülünç.
Kaddafi, bir çeşit aklı başındalık ile konuşmasına rağmen “çılgın” lakabının layık görüldüğü Arap hükümdarlarından biriydi. “Filistin”e inanmıyordu, çünkü İsrail’in halihazırda çok fazla Arap toprağı çaldığını düşünüyordu (bu doğru) ve kendi kabile inanışlarından dolayı Arap dünyasına gerçekten güvenmiyordu. Gerçekten de çok sıradışı bir insandı.
Kaddafi’nin nasıl öldüğünün ortaya çıkmasını beklemeliyiz. Öldürüldü mü? Dirençli miydi (kabile mensupları için yapılması iyi olan bir şey)? Endişelenmeyin, Hillary Clinton “öldürülmesinden” mutlu olacak.
Çev: Gerçeğin Günlüğü