Taha Kılınç, Şeyh Cerrâh’taki gelişmeleri değerlendirdiği yazısında aynı süreçte Siyonist İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin’in Talbiye’deki iftar davetiyle üretmeye çalıştığı imajın çelişkisine dikkati çekiyor.
Taha Kılınç’ın Yeni Şafak’taki yazısı (8 Mayıs 2021) şöyle:
İmaj ve gerçek
İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin, geçtiğimiz salı -4 Mayıs 2021- akşamı, Kudüs’teki konutunda bazı Filistinli Müslüman Arap liderlere ve İslâm ülkelerinin diplomatik temsilcilerine yönelik geleneksel iftar programına ev sahipliği yaptı. Konutun bahçesinde açık havada düzenlenen iftara katılım geçtiğimiz yıllara oranla nispeten düşük gerçekleşse de, İsrail ve dünya basınına verilecek fotoğraf kareleri için bu kadarı yeterliydi.
Arap mutfağının simge yemeklerinin sunulduğu iftara Cumhurbaşkanı Rivlin ezan okunmadan birkaç dakika önce iştirak etti. İmamlar Birliği Başkanı Şeyh Nâdir Haib, İslâm Mahkemeleri Başkanı Dr. İyâd Zahalka, Arap Yerel Yönetimler Komitesi Başkanı Mudeyr Yûnus, Mısır’ın İsrail Büyükelçisi Hâlid Mahmud Azmî, Ürdünlü Büyükelçi Gassân Mecâlî, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Büyükelçisi Muhammed el Hâce ve Fas’ın İsrail’deki resmî temsilcisi Abdurrahim Beyyûd, iftara katılan başlıca Müslüman davetlilerdi. (Filistinli Arap katılımcıların taşıdığı unvanların İsrail tarafından icat ve teşvik edildiğini, Müslüman toplum nezdinde herhangi bir bağlayıcılık ve saygınlık taşımadığını ayrıca belirtmeye gerek yok elbette. Kendi kendine çalıp oynama durumu tam.)
Konuklar önlerine konan minik tabaklardaki -muhtemelen işgal edilmiş bir Arap toprağında yetiştirilmiş- hurmalarla oruçlarını açarken, arka planda “Kudüs’te birlikte yaşam” vurgulu Arap-Yahudi ezgileri çalıyordu. Karınlar hafiften doymaya başladığında, İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin mikrofonu eline alarak bir selamlama konuşması yaptı. Rivlin’in konuşması “Arap toplumunda şiddetin azaltılması, eğitim seviyesinin yükseltilmesi, İsrail ve Filistin halklarının birbirine yaklaştırılması için yapılması gerekenler” gibi beylik mesajlarla doluydu. İlginç olan -belki de olmayan- söz alan Arap konuşmacıların da benzer mesajları kendi cümleleriyle tekrarlamasıydı. Geçtiğimiz hafta İsrail’in kuzeyindeki bir Yahudi hahamının kabrinde meydana gelen izdiham sonucu 45 kişinin ölmesine atıfta bulunan Dr. İyâd Zahalka, olay sonrasında bölgedeki Araplar ve Dürzîler olarak ellerinden gelen desteği sunduklarının altını çizdi. Rivlin’i “Arapları hep dinleyen bir insan” şeklinde tanımlayan Mudeyr Yûnus da, “Filistinliler olmadan bir barış mümkün değil. İsrailli Araplar, barış için köprü vazifesi görecekler” dedi.
Batı Kudüs’ün tarihî surlara bakan yamaçlarından birinde kurulu Talbiye mahallesindeki cumhurbaşkanlığı rezidansında bu “göz yaşartıcı” sahneler yaşanırken, birkaç dakikalık mesafede bulunan bir başka mahallede yine göz yaşartıcı şeyler oluyordu. Ancak bu defa, gözyaşları gerçekti.
Kadîm Kudüs’ün kuzeyinde bulunan Şeyh Cerrâh mahallesinde, bir grup Siyonist işgalcinin Filistinli ailelerin evlerine zorla el koymaya çalışmasıyla atmosfer tekrar gerginleşmişti. (“Tekrar” diyorum, çünkü Şeyh Cerrâh meselesi uzun ve sancılı bir maziye sahip. Temelleri bizzat Salahaddîn Eyyûbî tarafından atılan mahallenin serencâmı ve Siyonist işgale karşı direnişinin tarihi için, 27 Haziran 2020’de yine bu köşede yer alan “Ortak Payda” adlı yazıma müracaat edilebilir.) Rivlin “Arap toplumunda şiddetin önlenmesi” konulu nutuklar atarken, İsrail askerleri Filistinli sivilleri yerlerde sürüklüyordu. Arap liderler “köprü” analojileriyle sözde duyarlılık sergilerken, Siyonist işgalciler Arapların evlerinin içine molotof kokteyli savuruyordu. İftarda katılımcılar “birlik-beraberlik” vurguları yaparken, İsrail’in “birlik”ten anladığı şey Kudüs’ün Yahudileştirilmesinden ve Müslümanların kökünün kazınmasından ibaretti.
Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin’in Talbiye’deki iftar davetiyle Şeyh Cerrâh’taki arbede, İsrail’in dış dünyaya vermek istediği imajla işgalin gerçek yüzü arasındaki keskin çelişkinin en net fotoğraflarından biri olarak kayıtlara geçti. İsrail basınına ve ajanslara dağıtılan görüntülerle “İsrail’de dinî hoşgörü ve birlikte yaşamanın güzelliği” temalı bambaşka bir resim çizilmek istense de…
İnsanın aklından elbette, “Peki Müslüman temsilciler ve İslâm ülkelerinin diplomatları, bu iftar davetini boykot edemez miydi?” sorusu da geçiyor. Elbette edebilirlerdi. Bunu yapsalardı İsrail yönetimine oldukça anlamlı bir tepki verilmiş olurdu. Belki sahadaki netice değişmezdi, ama tepki dünya basınında yerini bulurdu. Ama “Bu nasıl oluyor / neden olamıyor?” diye hayret ettiğimiz onca basit şey gibi, akıllarımızdan geçen yukarıdaki temenni de gerçek ol(a)madı. Oysa küçük ve basit şeyler birleşerek, büyük ve zor şeylere dönüşüyor.