İslam'a Refere Edilen Şiddetin Anatomisi: Rivayetçilik, Ezbercilik, Zahircilik, Şekilcilik ve Katılık
Tarih boyunca cihad kavramı en fazla kötüye kullanılan ve istismar edilen kavramlardandır. Cihad kavramı, insanların siyasî ihtiraslarını tatmin için kullanılmıştır. Akıl ile dengelenmediği için kontrolden çıkan kuvve-i gadabiyye'yi (öfke ve kendini savunma potansiyeli) vahşice tatmin için kullanılmıştır.
Daha çok müslüman olduğunu iddia edenler tarafından diğer Müslümanlara karşı kullanılmıştır. Kur'an'a ve sünnete harfiyyen uyma iddiasında olanlar tarafından, dinde içtihadı, nazar ve istidlali öne çıkaranlara karşı kullanılmıştır. Anlamı değiştirilmiş ve şiddete indirgenmiştir.
Bunun temel nedenlerinden biri, Selefiyye'nin temsil ettiği;
- rivayetçilik,
- ezbercilik,
- zahircilik,
- şekilcilik
- ve katılıktır.
- Bunların sonucu da şiddettir.
Burada belirtelim ki Selefiyye ile selef aynı değildir. Selefiyye, selefin yolunu aynen takip etme iddiasında olan itikadî mezheptir. Ancak bu iddia onları, çok defa onları rey karşıtlığına, rivayetçiliğe, götürmektedir. Onların rey karşıtlığı, onları dini anlamada zahirciliğe, dinî uygulamada da şekilciliğe götürmektedir. Şekilcilik de katılığı, katılık da şiddeti doğurmaktadır.
Elbette ehl-i hadis geleneğine mensup âlimler böyle değildir. Örneğin, ibn Teymiyye, ısrarla, İslam dünyasının birliğini savunmuştur. Bu birliği korumak için dışardan gelen saldırılara karşı savaşmış, İslam dünyasının başında zalim de olsa bir idarecinin olmasının, kaos ortamından daha yeğ olduğunu vurgulamıştır. Ancak, Selefiyye, tarih boyunca ve özellikle de çağımızda İslam dünyasını kaos içine atan katı ve şiddet yanlısı oluşumlara temel yapılmıştır. Çünkü Selefiyye, bilgi ve fikir seviyesi düşük, uyumsuz bireyler ve gruplarca yanlış kullanılabilecek malzemeler de içermektedir.
Günümüz selefî hareketi, Ahmed b. Hanbel ve ibn Teymiyye'nin temsilcisi olduğu selefilikten bazı temel noktalarda ayrılmaktadır. Ancak, yine de selefiliğin, yöntem ve genel yaklaşım olarak günümüzdeki selefilik hareketlerine zemin oluşturduğu tespit edilebilir. Ahmed b. Hanbel ve ibn Teymiyye'nin öncülük ettiği selefilik, dâhilde savaşı istemez. Onların zulmetse bile sultana karşı ayaklanmayı tasvip etmemeleri, İslam ülkesinin iç savaştan korunması; ümmetin birliğinin sürdürülmesi içindir. Çünkü, İslâm dünyasında, IX. yy.’dan itibaren ‘meşru yönetimin tesisi ile ‘ümmetin birliği’ aynı anda sağlanamaz oldu. Sultanlar adil değildi, onları şiddet-dışı yollarla değiştirme de mümkün değildi. Bu durumda adil bir yönetim tesis etme çabası, iç savaşa yol açacaktı. İbn Hanbel, ümmetin birliğini korumak gerektiğini savundu. O zamandan itibaren, halifenin otoritesi ve bir insani temel olarak cemaatin birliği vurgulandı. Maverdi ve Ebu Ya’la’nın klasik yazıları böylesi bir vurguyu sergiler.1 İbn Teymiyye, “es-Siyâsetü’ş-Şer’iyye” adlı kitabında, “Sultan Allah'ın yeryüzündeki gölgesidir.” Rivayetine yer verir. “Zorba yönetici ile altmış yıl, yöneticinin olmadığı bir geceden daha iyidir.” sözünün tecrübeyle sabit olduğunu söyler.2 Ona göre, halifeliğin tesisi, mümkün olması durumunda yalnızca müstehaptır. Vacip sayılsa bile diğer vacipler gibi acziyet durumunda düşer. Davut, Süleyman ve Yusuf Peygamber’in hayatında örneği görüldüğü üzere, saltanat caizdir.3 Ancak Bu görüşleri ileri süren İbn Teymiyye, Müslüman ülkelerin Moğol istilası tehdidiyle yüz yüze olduğu bir bunalım döneminde yaşamıştır. Onun, önceliği Müslümanların siyasal birliğine veren bu yaklaşımın nedeni, bu siyasi ortamdır. Ancak onun yaklaşımında, ‘kutsallığın gölgesinde siyaset’in nelere mal olacağı göz ardı edilmiştir.
Günümüzün yeni selefiliği ise, ümmetin içinde bir ayrılıkçı şiddet hareketi olarak ortaya çıkmaktadır. Bazen Müslümanlara karşı başkalarıyla ittifak yapmaktadır. Nitekim, Mısır’da seçim yoluyla iktidara gelmiş Mursî’ye karşı yapılan darbede İhvan’ın yanında değil karşısında yer almış, Müslüman Kardeşler’e karşı laikçileri ve zihnen batılı olmuş kesimlerle itikaf etmiştir. Bu, elbette, reel politikadaki bir sapmadır, ama böylesi bir sapmanın içine düşen zihniyetin iyi tahlil edilmesi gerekir. Biz zihniyette, anlamanın ve basiretin, aklın ve hikmetin; tarihten süzülen tecrübe ve irfanın arkaya atıldığını vurguluyoruz.
Ahmed b. Hanbel ve ibn Teymiyye'nin temsilcisi olduğu selefilik, ehl-i bid'at ve zendeka (zındıklar) olarak gördüğü mezheplere karşı suçlayıcı ve baskıcıdır. Tekfircidir. Tekfir, irtidat suçlaması, neticede büyük şiddet hareketlerine neden olmaktadır. Tekfir ve irtidat suçlaması, geleneksel selefiyye'de bireysel olana yönelik iken, günümüzün yeni selefîliğinde, bireysel olandan sosyal alana ve siyasal alana yönelmektedir. Geleneksel selefîlikte gerek irtidatın gerekse bid'atin ve zındıklığın propagandasının şiddetle cezalandırılması, adil olsun ya da olmasın siyasî güçten bekleniyordu. Yeni selefilik bunu kendisi, bir vazife olarak üstlenmektedir. Bir kaç kişilik bir grup olarak kendi kendilerine, mürted olduğuna ya da bâtılın propagandasını yaptığına hükmettikleri kimselere veya devletlere karşı silahlı eylemlere girişmektedirler. Sonuçta din adına büyük şiddet hareketleri, silahlı eylemler ortaya çıkmaktadır.
Zahirci yaklaşım, Müslüman erkeğin ehl-i kitap kadınla evlenmesinin helal olduğunu bilirken, Müslümanın gayr-i müslim komşusuyla dostane ilişkilerinin dinen yasak olduğunu düşünür. Dinî hükümlerdeki maslahatları, makâsıdü’ş-şerîa (şer’î hükümlerin gaye ve gerçekleştirmek istediği maslahatları) daima göz ardı eder.
Ayrıca zahircilik ve şekilcilik ve katılık geleneksel Selefilik ile günümüz selefi hareketleri arasındaki ortak noktadır. Bu ortak noktada, eski ve yeni Selefîlik, Maturîdilik ve Eş'ariyye mezheplerine düşmanlık Besler. Çünkü Maturîdlik ve Eş'arîlik, ehl-i sünnet içindeki iki kelam ekolüdür. İslam inancını tespit ve Temellendirmekte kelam ilminin hususiyetlerinden yararlanır; dolayısıyla İslam inancını temellendirmeye el verdiği ölçüde felsefi kavramlardan ve mantıktan da yararlanır. Selefiyye'nin rivayetçi ve ezberci özelliği, bunu reddeder. Hz. Peygamber’e tabi olmak, katı selefiyye’de anlama ve fıkh yerine lafızcılık ve taklitçiliğe dönüşür. Maturîdlik ve Eş'arîlik, nazar ve istidlale önemli bir yer verir. Akıl-nakil ilişkisini, Gerek aklın gerekse naklin hususiyetlerini göz önünde bulundurarak sistematize eder yani metodik hâle getirir.
Selefilik, her şeyi nakilden çıkarma eğilimi içindedir. Bu eğilim, günümüz temel İslam ilimlerinden bazılarının da içine sinmiş hâldedir. Bu eğilim neticesinde, ilahi mesaj Kur'an-ı Kerim, bazen bir psikoloji kitabı, bazen bir pedagoji kitabına dönüştürülür. Bilim, ayetlerin ve hadislerin yorumlarından üretilmeye çalışılır. Sahada bilimsel faaliyet yoktur. Başkalarının ürettiği bilgi, ayetlerin ve hadislerin yorumlarından çıkartılarak yeniden keşfedilir. Üstelik bu alan öncekilerin tekrarlarıyla literatür olarak sürekli genişlemektedir. Oysa, Kur'an-ı Kerim, insan aklının, gözlem ve tecrübesinin değerini küçültmek, onun ufkunu daraltmak değil, ona yeni ufuklar açmaktır. Her şeyi nasstan çıkarsamaya çalışan anlayışın aksine, ilahî mesajı iyi özümseyen Müslümanlar, akıl ve tecrübelerine dayanarak gerek bilim, düşünce, siyaset, gibi alanlarda doğru bilgi üretebilirler. Lafızcılık ve şekilcilik yerine sağduyularıyla sağlıklı değerlendirme ve doğru yönelişler ortaya koyabilirler.
İnsan, sağduyusunu kaybetmeye görsün, hasmını hısım, hısmını hasım yapar. İnsan, anlama yerine tek düze bir mantığa sarılmaya görsün, muhakemesini kaybeder; din adına din düşmanlarına hizmet eder.
Zahircilik, şekilcilik ve katılık, görünüşte tavizsizlik gibi algılansa da doğası gereği manipülasyona, kışkırtmaya ve kötüye kullanılmaya en açık zihin hâlidir. Çünkü şeklin ötesindeki amacı, lafzın ötesindeki manayı görmeyecek kadar çeperleri daraltılmış bir zihindir bu. Uluslar arası güçlerin, gizli servislerin, karanlık mahfillerin, korsan yapılanmaların kullanımına ve güdümüne hazır bir zihindir.
Şekilci bir kafa yapısı meseleleri farklı yönleriyle göremez. Tek düze mantıkla, sembol kavramlara tutunur. Onları her şeyi açacak bir anahtar gibi algılar. İnancı, dışa-dönük taraftarlığa, fanatizmine dönüştürür. İlkeleri sloganlaştırır, baskı aracına dönüştürür.
Kendisi anlama çabası yerine ezberi ve kuru tekrarı öne çıkarır. Başkalarından da düşünmeden kabul etmelerini bekler. Fikrini savunmadığı yerde muhatabını itham eder, düşmanlaştırır.
Dipnotlar:
1- Ayubi, Nazih, Political Islam –Religion And Politics in The Arab World-, London and New York, 1994, s.14; Ebu Süleyman, Abdulhamid Ahmed, İslâm’ın Uluslararası İlişkiler Kuramı, çev. Fehmi Koru, İst. 1985, s. 65.
2- İbn Teymiyye, es-Siyasetü'ş-Şer'ıyye fî İslâhi’r-Râ’î ve’r-Ra’iyye, Mısır 1322, s. 77; Mecmû’u’l-Fetevâ, nşr. Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım, Mekke 1381-1386, XXXV, 45-46.
3- İbn Teymiyye, a.g.e., XXXV, 24-25, 27.