Sitemiz omuyucuları için kitap kritiklerine devam eden Asım Öz, bu hafta Vicenç Fisas'ın "Dünyada Barış Süreçleri - Kürt Sorunu İçin İpuçları" adlı kitabını değerlendirdi:
***
Riskli ve Muammalı Barış Süreçleri
ASIM ÖZ / HAKSÖZ-HABER
Kürt sorununun Türkiye boyutu konuşulduğunda sıklıkla dünyanın farklı yerlerinde sona eren silahlı çatışmalara atıf yapıldığı görülür. Özellikle imha ve inkâr siyasetlerinin açmış olduğu derin yaraların ardından müzakere ederek var olan sorunları çözmenin kayıpların en aza indirilmesi noktasında daha makul olduğu neredeyse bütün taraflarca kabul edilmiş durumda. Sorunun ateşkes yahut nihai askeri zaferin dışında yol ve yöntemlerle de konuşulabileceğini ve çözüm yoluna gidilebileceğinden hareket eden müzakereci yaklaşım gizli saklı da olsa Kürt sorunu bağlamında devlet nezdinde de kabul edilmiş durumda.
Dünyada Barış Süreçleri, farklı ülkelerde etnik temelli çatışmaların üzerine nasıl gidildiğini ve şiddetin yerine nasıl başka stratejiler getirildiğini anlatan küçük bir kitap. On ülkede cereyan eden barış süreçlerini, tıkanma noktalarını, mutat tehlikeleri, çıkarılacak dersleri karşılaştırmalı olarak incelemektedir. Nasıl dünyanın (özellikle de kimlik taleplerine henüz çözüm bulunamamış olan bölgelerin) Kürt sorununun çözümünden dersler çıkarması söz konusu ise, barışa ulaşmanın başka uluslararası deneyimlerini bilmek de Türkiye için faydalı olabilir. Yazar, Türkiye bu sorunu barışçı bir yolla çözüme ulaştıracak fırsata sahip olduğunu ve bu sayede ülkenin herhangi bir bölgesinde bu sebeple daha başka insanların hayatını kaybetmesinin önüne geçebileceğini düşünmektedir.
Yazar kitabın Türkçe baskısına yazmış olduğu önsözde Kürt sorununda silahların susturularak ihtilaflar konusunda tartışarak konuşmanın belirleyici olduğu bir döneme girmekte olduğuna ilişkin bir çok sebep olduğu üzerinde durmaktadır: “Bir yandan Türk hükümeti Kürt sorununu ele almakta açık bir irade sergilerken, öbür yandan silahlı örgüt PKK yönetimi eğer görünüşte kabul edilebilir görünen bazı koşullar yerine getirilirse kesin bir ateşkes önermektedir. Bu yüzden hükümet ile Kürt halkı arasında ve devlet ile PKK arasında çift yönlü ve çatışmalara nihai çözüm getirecek yeni bir senaryonun önünü açabilecek bir diyalog sürecinin başlatılmasının asgari koşullarının oluşmuş bulunduğunu söyleyebiliriz.” Çatışmanın nihai çözümünün silahla olacağı yolundaki kabul geçmişte kalan bir yöntem olsa da tarafların hâlâ ellerini yahut tezlerini güçlendirmek için başvurdukları bir yöntem olduğunu da unutmamak lazım tabii. Diyalog sürecinde sorundan etkilenen bütün aktörlerin rol oynaması yanında her iki tarafın taahhütlerine bağlı bir diyalog sürecini pekiştirme noktasında yaşanan sıkıntıların da dışavurumudur aslında silahların hâlâ konuşmaya devam etmesi. Hal böyle olunca da çözüme dönük fikirleri ve projeleri savunurken karşılaşılan şiddet süreçleri temel bir gereklilik olarak taahhütlerin yerine getirilmeyişi yahut sınırlarının oldukça belirsiz olmasının da etkisiyle çıkmaz sokak siyasetini gündemden bir türlü düşürememektedir.
Barış sürecini başlatmak ve geliştirmek başlı başına bir macera, belirsizlikler, engeller ve ihtimallerle dolu olan zorlu bir yüzleşmedir. Üstelik bir de buna tarafların yerine getirmeye muktedir olmadıkları ve sözde kalan yahut yarı yolda kalan süreçler de eklenince yüzleşmenin zorluğu daha da artmaktadır. Bütün belirsizliklerine ve sorunlarına rağmen başarısız sonuç ve geçici aksaklık olasılığı insanın bulunduğu her yerde vardır. Önemli olan sıkıntılar karşısında hayal kırıklığına yol açacak yanlış beklentiler içine girmeksizin sürecin özündeki zorlukların farkında olmak ve bu zorlukları aşmak üzere gerekli gereçleri temin etmektir. Silvan’da yaşananları anlamak için şu cümleler oldukça önemli: “Genellikle müzakerelerden çıkar sağlamak isteyen ve silah kullanarak da olsa iktidardan pay elde etmeyi arzulayan kişilerin olması dolayısıyla, bazen bir aktör müzakereye başladığında gruplara ayrılır.(…) Şiddet yanlısı aktörlerin sayısı arttıkça, bir anlaşmaya varmak daha karmaşık ve daha zor bir hal alır. Bununla birlikte,yıkıcı potansiyelini ve süreci boykot etme potansiyelini gösteren hiç kimsenin müzakere dışında bırakılmamasını sağlamak önemlidir.”
Barış Süreci Modelleri
Dünyada etnik sorunların çözümünde karşılaşılan barış süreçleri üzerinde yapılan bir inceleme karşımıza beş ana model çıkarmaktadır: Yeniden entegrasyon, iktidar paylaşımı, mübadele, güven arttırıcı önlemler ve özerk yönetim. İlk model nadiren başvurulan ama basit olan bir modeldir. Bir silahlı grubun farklı imkanlara sahip olmak için silahsızlanmayı kabul ederek topluma yeniden entegre olmak için silah bıraktığı durumlarda karşılaşılır. Bu model Kabinda’nın Angola bölgesinde ve Ninjalarla Kongo’da izlenen bir modeldir.
İktidar paylaşımını esas alan model ise siyasi, ekonomik ve askeri bakımdan silahlı grubun iktidara yükselmeye çalıştığı zamanda ortaya çıkar. Çeşitli silahlı grupların iktidarı paylaşmak için silah bıraktığı Brundi’de, Forces Nouvelles’in(Yeni Kuvvetler) hükümetle iktidarı paylaştığı Fildişi Sahili’nde, Liberya’da bu model uygulanmıştır. Model silahlı güçleri önde tutması ve silahsız grupları arka planda bırakması nedeniyle dezavantajlıdır.
Mübadele barış veya başka bir şey karşılığında elde edilir. İsrail ve Filistin arasında süren toprak karşılığı barış, Nepal’de Maocuların siyasal yönetime katılmak için silah bırakmaları, Güney Afrika’da Afrika Ulusal Konseyi’nin serbest seçimler yoluyla iktidarı kazanmalarına sebep olacak olan müzakereye katılmaları bunun birkaç örneği olarak anılabilir.
Güven artırıcı önlemler de akla gelen ilk örnek Keşmir’de Hindistan ve Pakistan tarafından izlenen sürecin desteklenmesidir.
Geçici siyasal yapı olarak adlandırılan, otonomi ve bağımsızlık talepleri bulunan bölgelerde gündeme gelen özerk yönetim modeli Kuzey İrlanda, Açe, ve Güney Sudan’da uygulanmıştır. Tabii özerk yönetim anlayışının ayrışmaya varan yanları da olmuştur.
Öte yandan 1960’larda ortaya çıkan 82 silahlı çatışmaların çok büyük bölümü bir tür anlaşmayla sonuçlanmıştır. Sadece çok küçük bir bölüm taraflardan birinin zaferi ve diğerinin yenilgisi ile sonuçlanmıştır. Vicenç Fisas bundan dolayı müzakerelerde “herkes kazanır, hiç kimse kaybetmez” şemasıyla, yani birinin kazanıp diğerinin kaybettiği sıfır toplamlı yaklaşımı dikkate almaksızın “ben kazanırsam, sen de kazanırsın” şemasıyla ortak çıkar sağlama düşüncesinin yer aldığı bir zihinsel prizma altında diyalogun gerekli olduğunu ortaya koymaktadır. 2005- 2009 yılları arasında yapılan 25 anlaşmada da müzakere kültürünün önemi ortaya çıkmakta ve sonuçlar daha az kayıplı olmaktadır. Barış süreçlerinin uzun dönemde gerçekleşmiş olması da süreçlerin bir başka ortak yanı. On yıllık bir süre barış süreçleri için ortalama bir zaman dilimidir. İlk müzakerelerin başlamasından nihai sonuca ulaşıncaya kadar uzun bir süre geçer. Bu süre zarfında diyalog turları, muhtemel ateşkesler ve karşılıklı görüşmelerle müzakere süreci pekiştirilmeye çalışılır. Ama en önemli zaman dilimi müzakerelerin başlama anına kadar geçen süredir.
Müzakere Koşulları
Müzakerelere başlamak için gerekli olan koşulların temelde on tane olduğunu ifade eder barış süreçlerini izleyen Vicenç Fisas: “Evvela muhatapların siyasal bakımdan zımmen tanınması gerekmektedir. Bununla birlikte barok tarzında, diplomatik tefrit tarzda ve geçmişteki tartışmaları konu alabilse de açık olması tercih edilir. Bu tanınma arabulucular yada söz konusu silahlı grubun temsilcileri yoluyla sağlanabilir. Dahası, müzakereler delegeler için üzerinde anlaşmaya varılacak şeyin yerine getirilmesi konusunda teminatın yanı sıra mutlak güvenlik sağlamalıdır.Dördüncüsü üst anlaşmazlık, yani yaklaşımdaki farklılığı oluşturan şeyin özü hakkında anlaşmaya varılması gerekmektedir, ama en azından müşterek bir şekilde sorun olarak gördüğümüz şeyin tanınması ve buna müzakere masasında yer zaman ayrılması elzemdir.
Beşinci koşul, cömertliği ve müzakere masasına oturma isteğini belli edecek, diğer taraf için anlamlı olacak bir şeylerden vazgeçmeye hazır bulunmaktır. Altıncısı, barış sürecine başlamanın yeni bir şeyin oluşumunda yer almayı sağlayacağına güvence vermektir. Yedinci koşul barış sürecinin başlamasıyla (kendi ve başkaları adına) bir şey kazanma ( yada kaybetme) olasılığından fazla olduğuna güvence vermektir, ki bu, sürece duyulan güveni arttıracaktır. Sekizincisi kendileri için olduğu kadar dışarıdan gelenler için de aşağılama ya da yenilgi anlamı değil, tam destek, cömertlik ve yapıcılık içeren bir sürece başlandığını nasıl anlatılacağının bilinmesi gerekliliğiyle ilgilidir, ki bu da iletişim ve ideolojik yorumun hakim olması anlamına gelir.Eğer dışarıdan kolaylık sağlanıyorsa,bunların karşılıklı olarak kabul edilmesi ve bunlara tamamen güvenilmesi gerekir.Son olarak onuncu koşul,dikey boyut, yani son sözün halka verilmesiyle ilgili olandır.Pek çok durumda halk adına konuşulur ama halkı oluşturan bireylerin fikri asla alınmaz.Gerçek bir barış süreci, asli konuların en alt tabakadan başlayarak yorumlanması için halkın kendisini ifade edeceği kanalları devreye sokmaktır.”
Tarafların sabit bir konumda kalmak istedikleri yahut elde edilmesi mümkün olmayan taleplerle dolu sorunlarda ise süreç hiç ilerlemez. Bu durum anlaşmazlığın çözümü için resmi bir mekanizma bulunmasına karşın çözüme ulaşmayı zorlaştırmaktadır. Müzakere edilebilir olan şey örneğin dilin tanınması ve okul müfredatına dahil edilmesi haysiyeti sağladığı gibi gerçek ihtiyaçların görünür olmasını da sağlar.
Dünyada Barış Süreçleri’nde, müzakere ve arabuluculuk dünyasının karmaşıklığını anlama ama aynı zamanda yıllar geçtikçe müzakere edilmiş bir anlaşmayla sonuçlanan çatışmalar yanında Kürt sorununun üzerine barışçı sürecin yöntemleriyle gitmeyi sağlayan bazı kilit önemde öneriler yer almakta. Henüz keşif nitelikli olan dolayısıyla devlet adına Kürt sorununu müzakere eden ekiplerin algılanma biçimi hakkında da önemli tespitler var: “İstisnası hiçbir durumda, ister hükümet heyetinden ister kolaylaştırıcı olsun, keşif aşamalarına, ilk diyaloglara ya da resmi müzakerelere katılmış (…) kişilerin hiçbirisi asla silahlı gruplar ya da çetelerle işbirliğiyle ya da yasadışı faaliyetlerde bulunmakla suçlanamaz, tam aksine bu temaslar, bahsi geçen grupların şiddet uygulamasını ve silahları bırakmasıyla tamamlanacak olan bir müzakere başlatmaya olanak sağlayan koşulları oluşturmak açısından vazgeçilmez olarak düşünülür.”
Vicenç Fisas Dünyada Barış Süreçleri, Agora Kitaplığı, 2011, 128 sayfa