Risk faktörü

Mümtazer Türköne

Risk faktörü, ekonomide olduğu gibi siyasal alanda elde edeceğimiz sonuçların maliyetini artırmamalı. En çok ihtiyaç duyduğumuz şey güven. Kendimize güvenmek, başkalarına güvenmek, karşımızdakinin bize güvenmesine güvenmek.

Siyasal hayatımızın bir alışkanlığına dönen bu engeli yani bizi bekleyen risklere olan korkumuzu bu sefer birlikte aşmalıyız.

Tanzimat sonrasına ait belgelere dayalı bir anekdot: Tarihimizin yetiştirdiği en büyük diplomat olan Mustafa Reşid Paşa, hariciye nezareti uhdesinde olmak üzere Paris sefaretine tayin olur. Tuna üzerinden giderken Viyana'ya, yine bütün tarihin kaydettiği en büyük diplomat olan Prens Metternich'e uğrayacaktır. Öncesinde Metternich ile İstanbul'daki sefiri Baron Stromer arasında bu ziyareti konu alan bir yazışma yapılır. Metternich, Tanzimat Fermanı'nı ilan ederek Osmanlı İmparatorluğu'nu büyük bir badireden çekip çıkartan Mustafa Reşid Paşa'yı yakından takip etmekte ve bu büyük diplomatı çok akıllı ve yetenekli bulmaktadır. Bu genç siyasetçinin (Reşid Paşa Tanzimat Fermanı'nı Gülhane'de okuduğunda 39 yaşındadır) gelecekte Osmanlı Devleti'nin önemli bir politikacısı olacağı tahmininde bulunduktan sonra, bu öngörüye bir kayıt koyar. Benim nakledeceğim asıl anekdot ise 170 yıl önce söylenen, ama aslında bugüne ait gibi duran bu kayıtlama. Metternich, "Gerçi Osmanlı Devleti'nde mantıklı olan şey, gerçekleşmesi en zor olan şeydir" demektedir.

Benim "risk faktörü" dediğim şeyin arkasında daha çok "mantıksızlık" şeklinde tezahür eden bu "belirsizlik" var. Ancak bana öyle geliyor ki bu mantıksızlığın da bir mantığı var. Belirsizliği ise bu mantıksızlığın mantığını bularak aşmak mümkün.

Yine Mustafa Reşid Paşa'dan bir anekdot. II. Mahmud'un vefatı üzerine (Tanzimat'ın hemen arefesinde) Londra elçiliğinden geri çağrılır. 18 yaşındaki genç padişah Sultan Abdülmecid'in huzuruna çıkacaktır. Sadrazam Hüsrev Paşa kendisini iltifatlara boğmuş ve Padişah'a takdim etmesi için güya uhdesinde bulunan Hariciye Nezareti'nin devamını içeren bir tezkire vermiştir. Padişah bu tezkireyi okuyunca kızar ve Mustafa Reşid Paşa'ya da okutur. Sadrazam Padişah'a Reşid Paşa'nın devlete zararlı biri olduğunu haber vermekte ve bu yüzden "izale-i vücûdunu istîzân" etmektedir. Yani, diplomat paşamız kendi idam fermanını kendi elleriyle onaylanmak üzere Padişah'a götürmüştür.

Türkiye bugün adeta kulvar değiştiriyor. Tam 170 yıl önce, Mısır gailesini çözmek üzere genç bir siyasetçi meydana çıktı. Osmanlı Devleti 3 Kasım 1839'da, bu genç ve cesur siyasetçinin Gülhane'de kürsüye çıkarak okuduğu bu fermanla bir devri kapatıp yeni bir devir açtı. Bizim bugün içinde yaşadığımız tarihsel dönemi başlattı.

Memleketin içine düştüğü badireyi bir fırsat olarak görüp kendi hesabını yapmaya girişenler o gün de vardı, bugün de var. Mantıksızlık dediğimiz şeyin mantığı bu kişisel hesaplarda saklı. Karşılıklı güvensizliğin ve bu güvensizlikten doğan belirsizliğin arkasında da bu kişisel hesapların acımasız mantığı duruyor. Ekmeğini kana bananlar; yoksulluktan, çaresizlikten ikbal kapıları aralayanlar, düzenlerini sürdürmek için ülkeyi yangın yerine çevirmeye hazırlananlar bunlar.

Dün ile bugün arasında esaslı bir fark var. Dün birkaç kişinin omuzuna binen yükü bugün bütün bir toplum taşıyor. Yük hafifliyor. Sorumluluk dağılıyor. Güvensizlik ve belirsizlik yukarılarla sınırlanıyor.

Bugün sorun çözme gücümüz doğrudan doğruya halktan geliyor. Çözümler dar ve karanlık mahfillerde değil, doğrudan çoluk-çocuğunun geleceğini inşa eden halkın kendisinde. Risk faktörü halkın kontrolünde olduğu için azalıyor. Dolayısıyla çözümlerin maliyeti de. İhtiyacımız olan tek şey güven. Kendimize, başkalarına güven. Güvensizlik hep maliyeti artırıyor, çözümü de zorlaştırıyor.

ZAMAN