Risale-i Nur ile Abduh veya Kutub Vurulur mu?

HAMZA TÜRKMEN

Demirelci Yeni Asya çizgisi, hâla ümmet coğrafyasındaki ıslah hareketleriyle kurulan ilişkimizi karalamak veya kesmek konusunda ‘murcifûn’un teşvikiyle yaşlı Ahmed Davudoğlu hocaya yazdırılan ‘Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri’ (1974) kitabındaki suçlamalar modunda.

Bu gazetede özcümle deniliyor ki: ‘Kemalist sistemin asıl korkusu Risale-i Nur’dur; onun önünü kesebilmek için MİT, Salih Özcan’dan Mevdudi-Kutub çizgisindeki devleti önceleyen radikal fikirlerin Türkçeye çevrilmesini istemiştir.’

Abartı, saptırma ve iftira bir arada.

Yani vahyin önerdiklerini kavramadan, Muhammed ümmetinin iftiharı olmuş Urvetu’l Vuska hareketi, İhvan-ı Müslimin, Camaat-i İslamiyye, Cezayir Ulema Hareketi, İslami Yöneliş-Nahda hareketleri vb. ile büyük ölçüde tanışmamıza vesile olan Salih Özcan’a bühtanda bulunuluyor.

Yayın Yönetmeni Kazım beyin Türkiye’deki tevhidi uyanış sürecine bakışı çoğu kere oryantalistlerin, laiklerin, marksistlerin ithamlarıyla kesişiyor. Formül: ‘Kökü dışarıda’.

Ve yönetmenimiz kardeşinin ondokuzcu hurifiliğinden kaçıp, babasının ebced ve cifrci hurifiliğine gelenektir diye ön açan bir ‘sosyolog-yazar’ımızın şu tweet’ini de paylaşıyor:

“Salih Özcan, Arap âlemine Bediüzzaman’ı tanıtıp, Risaleyi neşredeceğine Arap âleminden ideolojik selefiliğin literatürünü ithal edip yaydı.”

Akiflerin, Elmalıların, Babanzadelilerin ve dahi Said Nursi’nin tanıştığı Urvetu’l Vuska çizgisinin üretici talebelerini Hilal Yayınevi ve dergisi, Türkiye Müslümanlarına 1957’den sonra zorluklarla tanıştırmaya çalışmıştı.

Zeytinburnu Belediyesi’nin 17-16 Mayıs 2013 tarihlerinde düzenlediği ‘Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi Sempozyumu’nda yaptığım konuşmanın Star gazetesindeki haberi Hürses gibi sitelerde saptırılarak iktibas edildi.

Kemal bey, konuşmamdan saptırılarak aktarılmış haberlerden alıntıyla, Hilal Yayınları’nın ‘derin yönlendirme’ altında olabileceği spekülasyonuna tevessül ediyor. Ama hemen peşinden bir adım daha atıyor ve 61 Anayasası ile önü açılan solcu-marksist hareketleri dizginleyebilmek için ‘İslam’ın ideolojik yönünün MİT organizasyonuyla topluma lanse edildiği’ tezviratında bulunuyor. ‘Yeşil Kuşak’ abartısı gibi.

Şimdi yanlışları düzeltmeye çalışalım:

  1.   Kemalizmin Müslümanlarla ilgili zulmünü, sadece Risale-i Nur’a indirgemek adaletli bir yaklaşım olmasa gerektir.

Kaldı ki 12 Kasım 1962’de Adalet Bakanı Kemal Yörük TBMM’de yaptığı konuşmasında, Risale-i Nur külliyatı intişarının 1952 senesinde başladığını, basılmasının ve okunmasının kanunen yasak olmadığını, devlet kütüphanelerinde bulunduğunu ve Risaleler hakkında toplam 123 amme davasının açıldığını, bunlardan sadece 5’i hakkında mahkûmiyet kararı verildiğini belirtmiştir. (Hilal, Eylül 1962)

  1.   İslamcılık sempozyumundaki konuşmamda Kutub’un ‘İslam’da Sosyal Adalet’ kitabını MİT Başkanı Doğu beyin sosyalist gelişmeye karşı kullanmak için 1962’de çevirttirip bastırdığını söylemiştim; ama bunun ‘Türkiye’nin gündemi’ için yapıldığını belirtmiştim. Pragmatikti…

Bir de ‘Türkiye Müslümanlarının gündemi’ olduğunu hatırlatmıştım. Bu da ibâdiydi…

Ve Seyyid Kutub bizim gündemimize Hilal Yayınları’yla girdi. İlkin 1964’te Garpzedeleri ve Kemalist MİT’i rahatsız edecek  ‘Din Budur’ kitabı tercüme edildi.  Kutub’un şehadetinden (29 Ağustos 1966) 2 ay sonra da ‘Yoldaki İşaretler’ kitabı yayınlandı ve derin devlet operasyonuyla hemen toplatılıp S.Özcan ve çevirmen Abdülkadir Şener yargılandı.

Bu konuları karıştıranlar öncelikle ‘kimin gündemi’ni takip ettiğini test etmelidir.

  1.   Türkiye’de erişilebilir olarak temel kaynağımız Kur’an’la ve İslam’ın asıllarıyla buluşma sürecimiz 60’lı 70’li yıllarda kök tutmaya veya mayalanmaya başladı.

Said Nursi ve Hamdi Yazır da Müslümandı, Seyyid Kutub ve Muhammed Abduh da.

‘Yerli mi yabancı mı’ diye müfessirlerimizi ve birikimlerini dövüştürmek asabiyedir. Sonra Kahire, Trablusşam niçin yabancı oluyor da; Van, Antalya yerli oluyor?

Önemli olan, hiçbir mü’minin itiraz edemeyeceği Kur’an’ın delalet-i açık muhkem ayetleri ve aslı Kur’an’da olan Resulullah’ın (s) mütevatir/kesin uygulamalarını temel ölçü edinerek, bu birikimden doğruları seçip almak ve tertil fıkhı ile geleceğimizin inşasına yürümektir.

Birbirimizle kavga değil, müzakere…

Ve sözü en güzel şekilde söyleme…

Sapanlar hariç, vahye tanıklık etme…

Aradığımız takvanın da yolu bu değil mi?