Resulullah "faydasız ilim"den neden Allah'a sığındı?

İlmin amele dönüşmemesi, sosyal hayat içerisinde kendisine yer edinememesi onu faydalı kılar mı? Müslüman için bilginin değerini ne belirler?

Faruk Beşer YeniŞafak’taki köşesinde faydasız ilmin zararları ve ilmin muteberliğini Kur’an’ı Kerim ve Sünnet eksenli olarak yorumluyor.

Daha önceki bir yazımızda demiştik ki: ‘Resulüllah’ın ‘Allah’ım, faydasız bilgiden sana sığınırım’ diye dua etmesi çok anlamlıdır. Bilginin faydasız olması öncelikle semeresinin olmaması, amele dönüşmemesidir. Kendisinden Allah’a sığınılan bir şey, insanın tek başına karşı koyamayacağı zararlı bir şey olmalıdır ki, ondan Allah’a sığınılmış olsun. O halde bu tür bir bilgi sadece faydasız değil, aynı zamanda zararlıdır. Çünkü insanı kaosa sürükler, ikinci olarak da zihnine yerleşen yanlış bilgiler onun hakikati anlamasına engel teşkil eder ve artık yanlış inanmaya başlar’.

Zihin bilginin mekânıdır ve biz bildiğimiz her şeyle zihnimizden irtibatımız vardır. Sonra bir karar ve hüküm vereceğimiz ya da bir şey yapacağımız zaman farkında olmadan bütün o bildiklerimizle ilişkiye geçer ve kararımızı hepsinin etkisiyle veririz. Yanlış iseler onlar bilinç dışı olarak bizim kararlarımızı ve dünya görüşümüzü olumsuz etkilerler. Faydasız bilgiden onun için Allah’a sığınırız. Ve onun için çocuklarımıza öğretilen mitler ve masallar dahi önemlidir. Yalan bilgilerle sağlam kafalar oluşturulamaz. Onlara karşılık bizim sahih/yaşanmış kıssalarımız ve gerçek kahramanlarımız vardır.

Bu noktada başka bir mesele daha devreye girer: Biz zihnimizle mi kalbimizle mi anlarız/aklederiz? Beş duyunun tamamının kafada olması ve duyuların da bilgi edinmenin yollarından biri olması zihnimizle/beynimizle bilginin kesin ilişkisinin olduğunu göstermeye yeter. Bugün bilim beynin her türlü bilginin merkezi olduğunu ortaya koyuyor. O halde beyni/zihni bilginin toplandığı ana hafıza olarak görmemiz gerekir. Bununla birlikte duyguların da bilgilenmede etkili olduğu yine bir gerçek olduğuna göre bu işin kalple, gönülle ve duygularla da alakası olduğu kesindir. Ama akletme ve fıkhetme anlama ve anlamlandırmanın farklı boyutları bulunduğuna bakılırsa akletme, zihnimizdeki bilgiyi mamul madde haline getiren kalple başlıyor demektir. Diğer bir ifade ile zihnimizdeki bilgileri biz kalbimizle ve ona bağlı fuâd gibi duygularla akletme haline getirebiliriz. Bundan olmalıdır ki, Allah kalbin mekânsız ya da beyindeki bir cevher ve onun bir fonksiyonu olamadığını anlatmak için göğüste olduğunu açıkça söyler. ‘Dünyayı gezip görmüyorlar mi ki, akledecek kalpleri, duyup dinleyecek kulakları olsun. Gözler kör olmaz, asıl kör olan göğüslerdeki kalplerdir’ (22/46). Burada açıkça kalbin göğüsteki malum organ olduğu söylenirken, kalbin anlamasının gözün görmesinden daha önemli olduğuna da işaret edilir. Şu hadisi şerif de bu gerçeği anlatır: ‘Dikkat edin, bedende bir et parçası vardır ki, o sağlam olursa bütün beden sağlam olur, o bozulursa bütün beden bozulur. İşte bu et parçası kalptir’ (B). Demek ki, akletme, fıkhetme, anlama ve anlamlandırma zihnin değil kalbin işidir.

Kuranıkerim ve bilgi demişken ondaki anlama ve akletme ile ilgili kavramlara da değinmeliyiz. Bu kavramlar çok olmakla beraber temel birkaç tanesinden söz edelim.

Fehm en basit düzeyde anlama demektir ki, aklı başında olan herkeste bulunur. Ama Kuranıkerim’de bu basit/sülasi kalıpta hiç kullanılmaz. Fehm, tefhim kalıbında kullanılırsa iyice anlatma demek olur. Bu kalıpta da bir Kuranıkerim’de tekbir yerde kullanılır.

Fıkh, sözü maksadıyla ve esprisiyle anlama demektir. Fıkhın ileri derecesi tefekkuh’tur. Tefekkuh bütüncül ve derinlemesine bir anlamadır. Fıkıh maddesinin Kuranıkerim’de 20 yerde ve hep geniş zaman/muzari kipi ile geçiyor olması, fıkhın sürekli bir anlama olduğuna işaret eder. Hayatın akışına paralel Kuranıkerim’in sürekli anlaşılması ‘dinde tefakkuh’ demek olur. Yani sırf öncekilerin anladıklarını tekrar etmekle fıkıh denen bilgi oluşmaz.

Tefekkür, tedebbür, tezekkür, teakkul, tefekkuh, teemmül… Bunların hepsi akletmenin birer aracı ve merhalesidir. Sıradan metinlerde her biri düşünme ya da anlama diye çevrilebilir. Ancak Kuranı Kerim’de kullanılmaları elbette rast gele değildir, aralarındaki ince farklar hesaba katılmalıdır. Mesela tedebbür arka anlamındaki kelimeden geldiği için işin sonunu hesaba katma, önceden tedbir alma şeklindeki bir düşünmedir. Tefekkür ise imgesi hayale getirilebilecek şeyler konusunda ve delillerden hareketle düşünmedir. Tezekkür, bildiklerini hatırlamak suretiyle düşünme, bununla da öğüt ve ders alma demektir. Teemmül, çok ince detaylarla, uzun uzun ve sabırla düşünmenin adıdır. Nazar duyularla algılanacak konularda bilgi ile ve akıl yürüterek meseleyi anlamadır.

Bu kavramlara devam edeceğiz.

Yorum Analiz Haberleri

Camiler Ermeni, Rum ve Yahudilere de satılmış
Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?