Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Allah’a hamd Resulüne selam olsun. Bugün Resul konusu ile ilgili yazı serimizde, aslında daha sonra yayınlamayı düşündüğümüz ‘Resul ve nebi arasında bir fark var mı?’ konusunu işleyeceğiz. Bunun nedeni, Resul-Nebi arasındaki ayırımların sıkça sorulması ve bu hususu baştan yazmamakla hata ettiğimi fark etmemdir. Yüce Rabbimizden çabalarımızı kendisine yakınlaştırmaya sebep kılmasını niyaz ederiz.
Resul ve Nebi kavramları arasında bir fark var mı?
Resul serisi yazılarımızın birincisinde Resul ve Nebi kavramlarının sözlük ve kavram anlamları üzerinde kısaca durmuştuk. O kısmı konuyu hatırlamak için aşağıya alıyoruz.
Resul kelimesinin kök ve sözlük anlamlarına bakalım;
Resile-yerselu-reselen: Saç kıvırcık olmayıp sarkık olmak, Deve mülayim yürümek.
Ersele-yürsilu-irsalen: Bir şeyi salmak, tahliye etmek, gönderip musallat etmek, göndermek, yollamak.
Ressele-yüressilu-tersilen: Ağır ağır, acelesiz, teenni, yumuşak ve kolaylıkla okumak.
Rasele-yürasilu-müraseleten: Tabi olmak. Mektup veya elçi göndermek
Teressele-yeteresselu-teressülen: Bir işi acele ve şiddetle değil, yumuşaklıkla yavaş yavaş tutmak.
Terasele-yeteraselu-terasülen: Birbirine elçi ve mektup vs. göndermek.
Errisaletu. (çoğulu) Resailu: Mektup. Mesaj. Elçilik. Peygamberlik. Doktora, tez vs. Bilimsel inceleme. Delege. Gönderilen şey.
Erresul. (çoğulu) Rüsül: Elçi. Peygamber. Elçilik. Peygamberlik. Havari.[1]
Resul ifadesi sözlük (elçi )anlamıyla çok sınırlı yerde kullanılmıştır. Bu şekilde geçtiği yerlerle ilgili bazı örnek ayetler:
“Hükümdar: "Onu bana getirin" dedi. Yusuf'a (kralın) elçi(si) gelince, "Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi bir sor; doğrusu Rabbim onların hilesini bilir" dedi.”[2] “ Melike: "Doğrusu hükümdarlar bir şehre girdikleri zaman orasını bozarlar, onurlu kimselerini aşağılık yaparlar. İşte böyle davranırlar. "Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler.”[3] “(Melek:) "Ben, sana tertemiz bir erkek çocuğu vermek için görevlendirilmiş Rabbinin bir elçisiyim," dedi.”[4] “O Kur’an gerçekten değerli, güçlü ve arşın sahibi katında itibarlı, bir elçinin (Cebrailin) sözüdür.”[5]
Resul kelimesi, kavram anlamıyla ise daha özel bir anlam kazanarak, insanlara iletilmek üzere kendisine vahiy indirilen (İslam’ı görünür kılan, model bir örneklik oluşturan) bir şahid, (bu model örnekliğe uyanları) müjdeleyen ve (yüz çevirenleri) uyaran, yüce Allah’ın bir insan elçisi (resul/peygamber) anlamında kullanılmıştır. Ayetlerdeki resul ifadesi yüzde doksan dokuz oranında, bu anlamda, yani kavram (insan elçi) anlamında kullanılmıştır. Kavram anlamıyla kullanılan ayetlerden bazı örnekler:
“Resul'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik.”[6] “Allah’a ve Resule itaat edin ki rahmete erdirilesiniz.”7 “Gerçek şu ki, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça ananlar için, Allah'ın Resulünde, güzel örnekler vardır.”8 “Senin Rabbin, ’ana yerleşim merkezlerine’ onlara ayetlerimizi okuyan bir resul (elçi) göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz.”[7] “Peygamber, “Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı terk edilmiş bir şey hâline getirdi” dedi.”[8]
Şimdi de Nebi kelimesinin kök ve sözlük anlamlarına bakalım;
Nebe’e- yenbeu- neb’en: Haber vermek, hafifçe seslenmek.
Enbe’e- yünbiu –inbaen: Haber iletmek, ok nişanı delip geçmek.
Nebb’e- yünebbiu-tenbieten: Haber iletmek, bildirmek.
Tenebbe- yetenebbeu-tenebbü’en: Yalancı peygamberlik iddia etmek. Bir işi (gerçekleşmesinden önce) kehanetle bildirmek.
İstenbe’e – yestenbiu – istinbaen: Haber araştırmak. Haber soruşturmak. Haber vermek.
Ennebeu: Haber. Yeni olay.
Ennübuetu: Gelecek ve gaipten haber verme. Peygamberlik.
Ennebiyu: Peygamber. Yüksek ve düz olmayan yer. Bir yerden diğer yere gidip çıkan. Açık ve geniş yol anlamlarına gelmektedir.[9]
Nebi kelimesi Kur’an’ı kerimde salt sözlük ( herhangi bir haberci) anlamıyla kullanılmamıştır.
Kavram olarak ise nebi; Kur’an’da insan elçi (peygamber) yani Allah’tan haber getiren zat anlamında kullanılmıştır. Nebi kelimesi Kur’an’da kullanıldığı her yerde kavram anlamıyla geçmektedir. Bu kullanım şekline Kur’an’dan bazı örnekler verelim:
“Ey Nebi! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.”[10] “Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Ama (O), Allah'ın Resulü ve Nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkiyle bilendir.”[11] “Ey iman edenler! Seslerinizi Nebi'nin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.”[12]
Bu yazı serisinin birincisinden [13]alıntıladığımız bu kısmı şu tespitlerle bitirmiştik: “Kur’an’ı Kerimde resul ve nebi arasında çok ciddi bir fark görmediğimizden (var olan sınırlı farka rağmen) yazımızda, resul, nebi, peygamber ve elçi kelimelerini bundan sonra birbirinin yerine kullanacağımızın bilinmesini isteriz.” Şimdi niçin Resul ve Nebi arasında ciddi bir fark görmediğimizi izah etmeye çalışalım.
Resul ve Nebi kavramlarının farkları ile alakalı yapılan tespitleri önce sıralayacak, sonra bu tespitlere, niçin katılıp katılmadığımızı ifade etmeye çalışacağız:
1-) Resul ve Nebi sözcükleri farklı olduğundan, aralarında bir fark olmalıdır. Zira Allah boş yere farklı sözcükler kullanmaz.
2-) Nebi Allah’tan haber getiren zat anlamında kullanılmakta ve nübüvveti ifade etmekte, Resul Allah’tan gelen haberi ileten elçi anlamında kullanılmakta ve risaleti ifade etmektedir.
3-)Her Resul Nebidir, ama her Nebi Resul değildir.
4-)Resul kavramı kitap verilen elçi, Nebi ise kitap verilmeyen elçidir.
5-)Resul Allah’ın vahyini ileten kişi durumunda olduğu için, Resule itaat emredilmekte, fakat Nebiye itaat emredilmemektedir. Zira Nebi’lik salt Resullükle sınırlı değil, ayrıca insani zaafları da içermektedir. Bu nedenle eleştiri ve düzeltmelerde Nebi ifadesi kullanılarak yapıldığını görmekteyiz.
6-)Nebi’lik sona ermiş ama Resullük devam etmektedir.
7-) Kur’an’da kullanılan Resul ve Nebi kavramları ciddi farklılıklar içerdiklerinden onları birbirlerinin yerine kullanmak ciddi bir yanlış olduğu gibi, onların yerine peygamber ve elçi gibi kavramları kullanmak da büyük bir hatadır.
Şimdi bu tespitleri değerlendirmeye çalışalım:
1-) Resul ve Nebi kelimeleri farklı sözcükler olduğundan, aralarında bir fark olmalıdır. Zira Allah boş yere farklı sözcükler kullanmaz.
Bu doğru bir tespittir. Nitekim ve bu iki kelime arasında bazı farkların olduğunu yukarıda alıntıladığımız tespitte de ifade etmiştik. Özetlersek, ersele göndermek, Resul, gönderilen elçi anlamına gelirken, Nebe’e; haber vermek, Ennebeu; haber, yeni olay, Ennebiyu; Allahtan haber getiren elçi anlamına gelmektedir.
Resul ise, sözlükte herhangi bir elçi anlamına gelirken, Kur’an’da kullanılan Resulün kavram anlamı ise, Allah’ın kendisine vahyini indirerek gerçeklerden haberdar ettiği ve vahyini iletmek sorumluluğu yüklediği, yüce Allah’ın insan/beşer elçisi anlamına gelmektedir. Aynı şekilde, Nebi sözlükte herhangi bir haberi getiren kişi anlamında iken, Kur’an’da ki kavramlaşmada ise, Allah’tan haber alan ve haber getiren elçi anlamında kullanılmaktadır. Özetle resul kelimesinde, gönderilmek ve iletmek anlamları bir derece öne çıkarken, Nebi kelimesinde ise haber almak ve haber vermek anlamı biraz daha öne çıkmaktadır.
Diğer yandan “Resul” ifadesi Kur’an’da zaman zaman “Resulullah” olarak geçerken, Nebi ifadesi Nebiyullah olarak Kur’an’da geçmemektedir. Ama Nebi kelimesinin çoğulu olan “Enbiya” kelimesi, “Enbiyaellah” (Allah’ın Nebileri) şeklinde Kur’an’da geçmektedir.[14]
Ayrıca Resul kelimesi Kur’an’da sözlük anlamı ile “kralın elçisi, Sebe melikesinin elçileri, melek elçi” anlamında kullanılmışken, Nebi kelimesi Kur’an’da sözlük anlamı ile kullanılmamıştır. Kur’an’da Nebi denildiğinde hep Allah’ın Resulü olan peygamber anlamında kullanılmıştır. Ama bununla beraber Nebi kelimesinin kendisinden geldiği nebe’e kelimesi ve türevleri, Kur’an’da sözlük anlamlarıyla çokça kullanılmıştır (7/185, 12/36,37, 9/94, 15/51 ve vb.) Bu ayetlerden sadece bir örneğe bakalım: “Onlar (münafıklar, korkaklıklarından dolayı düşman) birliklerinin hâlâ gitmediklerini sanıyorlardı. Eğer (düşman) birlikler (dönüp geri) gelecek olsalar, (bunlar) çölde bedevi-Araplar arasında bulunup sizin (felaket ve hezimet) haberlerinizi (onlardan) sormayı cidden arzu ediyorlardı. Fakat içinizde olsalardı (bile), ancak pek az (ve gönülsüz) savaşırlardı. (Hemen kaçıp kaytarırlardı.)”[15]
Buraya kadar anlattıklarımızdan Resul ve Nebi kavramları arasında bir fark olduğu, ama bu farkın sınırlı olduğu görülmüştür. Tıpkı Kur’an’da kullanılan Müslüman- Mümin, insan-beşer, muhsin-müttaki- salih- sadık kavramları arasındaki sınırlı farklar gibi. Müslüman- mümin kavramlarının ikisi de, ahirette kurtuluşa erecek kişi anlamında kullanılmaktadır. Yani kavram anlamıyla her mümin, Müslüman, her Müslüman da mümindir. İmanı olmayan bir Müslümandan, İslam’a uymayı önemsemeyen müminden bahsedilemez. Şu ayette görüldüğü gibi : “Orada (Lût’un yöresinde) bulunan müminleri çıkardık. Zaten orada bir ev halkından başka Müslüman bulamadık.”[16] Doğal olarak Mümin ve Müslüman kavramları arasında hiç fark yoksa niçin ayrı ayrı kullanılıyor sorusu akla gelebilir. Bunun cevabı şudur; Müslüman ve Mümin arasında fark vardır, ama bu fark sınırlıdır. Mümin’likte daha çok inanma olayı öne çıkarken, Müslümanlıkta ise daha çok zahiri teslimiyet öne çıkmaktadır. Ama kavramsal anlamda, yani her gerçek Mümin, aynı zamanda Allah’a zahiren de teslim olan, her gerçek Müslüman da, aynı zamanda içinden de inanan kişidir. Mümin ifadesinde inanç ve niyet gibi gaybi boyut, Müslüman kavramında ise teslimiyet gibi zahiri boyut, biraz daha öne çıkmaktadır.
Aynı durum insan- beşer- nefs için de söz konusudur. Nefis biraz daha iç bir boyutu, beşer biraz daha dış ve maddi boyutu, insan dediğinizde ise hem maddi, hem de manevi boyutu olan bir varlık anlamı, biraz daha öne çıkar. Ama beşer dediğinizde salt maddi boyutu olan veya ilkel bir varlık anlaşılamaz. Zira Kur'an’da, nerede beşer ifadesi kullanılmışsa, tamamen bildiğimiz maddi ve manevi boyutu olan varlık/insan anlamında kullanılmıştır. Yanı sıra beşer ifadesi ise, çok büyük çoğunlukla peygamber (as.)’i tanımlarken kullanılmış ve onun olağanüstü güçlere sahip bir varlık değil, sadece beşer/insan olan bir resul olduğuna vurgu yapılmıştır. (Daha geniş bilgi için beşer ile ilgili şu yazılarımıza bakılabilir.[17] Aynı şekilde nefis denildiğinde de sadece iç boyutu olan kişi anlaşılamaz. Nefis, kişinin zatı anlamında kullanılmaktadır. “her nefis ölümü tadacaktır”[18] “nefsini tezkiye eden kurtuluşa ermiştir.”[19] Ayetlerinde görüldüğü gibi. Bu ayetlerde nefis denilirken insan dediğimiz tüm boyutların anlaşılması gerektiği açıktır.
Dolayısıyla Kur’an’da sıklıkla ince ayırımları içeren, ama temel boyutları itibariyle aynı olan birçok kelime kullanılmıştır. (kâfir-fasık-zalim, Muhsin-muttaki- Müslihun ve benzerleri gibi.) Nebi ve resul kelimeleri de bu kelimelerin bir başka örnekleri durumundadır. Nitekim Kur’an’da Nebi ve Resulleri kapsayacak şekilde peygamber anlamında, üç yerde ‘Daiyellah’ (Allah’ın davetçisi veya Allah’a çağıran), otuz üç yerde[20] de “Mürselin” kelimesi de kullanılmıştır.[21] Yine peygamberlerin gönderilmesi için sıklıkla kullanılan ersele kelimesi yerine, on yerde[22] be’se kelimesi de kullanılmıştır.[23] Bu nedenle, bu kelimeler arasındaki farkları gerektiğinden fazla büyütmeden ve zorlayıcı anlamlar yüklemeden anlamaya çalışmak daha doğru olacaktır. Zira Kur’an’ın gerçek anlamını, ancak onun kavramlarına yüklediği anlamları öne çıkararak anlayabiliriz. Çünkü Kur’an kendisini ıstılahi terimleri üzerine bina etmiş ve temellendirmiştir. Bu nedenle Kur’an’i kavramlar vahyi mesajların direkleri gibidirler. O direkleri boşa çıkarır ve geriye çekerseniz, Kur’an’ın anlam dünyasını da yıkar ve meselelerin anlaşılmazlığa savrulmasına neden olursunuz.
Resul ve Nebi ile ilgili iddiaların ikincisini değerlendirelim;
2-) Nebi Allah’tan haber getiren zat anlamında kullanılmakta ve nübüvveti ifade etmekte, Resul Allah’tan gelen haberi ileten elçi anlamında kullanılmakta ve risaleti ifade etmektedir.
Yukarıda yapılan bu tespit, doğru bir tespittir. Ama nübüvvet ile Risalet arasında ciddi bir fark olmadığı da, hatırdan çıkarılmamalıdır. Risalet ve nübüvvet arasındaki fark, geldiği kökle ilgili sınırlı bir farktır ki buna yukarıda değindik. Konuyla ilgili içinde nübüvvet ve Risalet kavramlarının geçtiği iki ayet örneğine bakalım:
“Biz ona (oğlu İsmail'den sonra) İshak'ı da, (torunu) Yakup’u da bahşettik. Onun soyundan gelenlere nübüvvet (peygamberlik) ve kitap verdik. Dünyada ona mükâfatını da verdik. Şüphesiz o, ahirette de iyi kimselerdendir.”[24] “Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve Nübüvvet ( Nebilik/Peygamberlik) verdiği bir kimsenin, insanlara “Allah'ı bırakıp bana kul olun!” demesi mümkün değildir. Aksine “İlâhî kelâmı derinliğine öğrenip onu başkalarına da öğreterek Rabbani şahsiyetler olun!” der.”[25] “Onlar kendilerine kitap, hikmet ve Nübüvvet (peygamberlik) verdiğimiz kimselerdir. Eğer şu (inanmayan)lar bunları tanımayıp inkâr ederlerse, (bilsinler ki biz) yerlerine inkâr etmeyen bir topluluk getiririz.”[26]
“Ben size Rabbimin Risalet’ini (vahiy ettiklerini) ulaştırıyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum.”[27] (O peygamberler), Allah'ın Risaletini (mesajlarını) duyururlar, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlardı. Hesap görücü olarak Allah yeter.”[28] “(Allah:) 'Ey Musa' dedi. 'Sana verdiğim Risâlet’imle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol.”[29]
Bu ayetlerde de görüldüğü gibi, Nübüvvet ile Risalet arasında sınırlı bir fark vardır. (Risalet için, benzer ayetler için bakınız: 7/68,93, 72/28,33. Nübüvvet için; 45/16, 57/26.)
Şimdi de Nebi-Resul ile ilgili yapılan üçüncü iddiayı değerlendirmeye çalışalım:
3-)Her Resul Nebidir, ama her Nebi Resul değildir.
Bu iddianın yanlışlığına yukarıda değerlendirmelerimizde değişik vesilelerle değinmiştik. Ayrıca birçok ayette gönderilen bütün elçilerin, Resul olarak isimlendirilmesi de bu iddianın isabetli olmadığını ortaya koymaktadır. Bütün elçilerden Resul olarak bahsedilen bazı örnek ayetlere bakalım:
“Andolsun ki biz her topluma: “Allah'a kulluk edin, tağutta (şeytana ve şeytanlaşmış insanlara) kulluk etmekten sakının” diyen bir Resul gönderdik”[30]. “Her kim doğru yolu izlemeyi seçerse, bunu kendi iyiliği için yapmış olacaktır. Her kim de yoldan saparsa, bu kendi kötülüğüne olacaktır; kimse kimsenin suçunu taşıyacak değildir. Ayrıca, biz bir Resul göndermedikçe azap etmeyiz”[31] “Ey cin ve insan topluluğu! Size ayetlerimi anlatan ve bu günle (kıyametle) sizi uyaran içinizden Resuller gelmedi mi? Onlar da: “Kendi aleyhimize şahitlik ederiz” derler. Böylece dünya hayatı onları aldatmış olur ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler.”[32]
Zaten Allahtan haber alan elçi (Nebi) ile onu ileten (Resul) arasında ciddi bir farkın olması aklen de mümkün değildir. Ayrıca Allahtan haber (vahiy) alan Nebi’nin, o vahyi iletmemesi de gerçekleşen bir vaka olmadığı gibi, elçi olmanın tabii gereği olarak mümkün de değildir. Olsa olsa elçilerin iletmeyle sorumlu oldukları çevre açısından bazı farklılıklar olması mümkündür. Yakup (as.)’ın ailesi ve kavminden, Lut (as.)’ın küçük bir yerleşim yerinden, Yunus (as.)’un bir bölgeden, Hz. Muhammed (as)’in bütün bir insanlık âleminden sorumlu tutulması gibi. Bunun dışında her Resulün Nebi, her Nebi’nin de kavram anlamıyla Resul olması da kaçınılmazdır. Kur’an’da bu iki kavramın aynı anlamda kullanıldığına dönük bazı ayetlere bakalım:
“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak Nebiler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi.”[33] “Ey Nebi muhakkak ki biz seni bir şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.”[34] “ey Nebi muhakkak ki biz seni bir şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.”[35] “Ey iman edenler! Seslerinizi Nebi'nin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, ona yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.” [36] “Senin Rabbin, ’ana yerleşim merkezlerine’ onlara ayetlerimizi okuyan bir resul (elçi) göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz.”[37]
“Kitap'ta Musa'yı da zikret. Çünkü o, ihlasa erdirilmiş ve gönderilmiş bir Nebiydi. (Resulen Nebiya)”[38]
(İsa) Dedi ki: 'Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni Nebilerden kıldı.'[39]
Şimdi de dördüncü iddiayı kritik edelim;
4-)Resul kitap verilen elçi, Nebi kitap verilmeyen elçidir.
Bu iddianın isabetli olmadığı açıktır. Bunun nedenlerini özetleyelim:
a-) Yüce Allah Kur’an’ı Kerimde açıkça Nebi’lere kitap verdiğini haber vermektedir:
“Hani! Allah, Nebilerden, "Size, kitap ve hikmet verdikten sonra, yanınızdakini tasdik eden bir Resul gelince, ona kesinlikle inanacak ve yardım edeceksiniz." diye kesin söz aldığında, "Bunu kabul ettiniz mi? Bu önemli görevi üstlendiniz mi?" demiş, Onlar da "Kabul ettik." demişlerdi. Allah: "Öyleyse tanık olun, Ben de sizinle birlikte tanık olanlardanım." demişti.[40]
“İnsanlar tek bir ümmetti. Sonra (bir kısmı küfre saparak ayrılığa düşünce) Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak Nebiler gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da indirdi.”[41]
“İsa, şüphe yok ki dedi, ben Allah'ın kuluyum, bana kitap vermiş ve beni Nebi yapmıştır.”[42]
“Allah'ın kendisine kitap, hüküm ve Nübüvvet verdiği bir kimsenin, insanlara "Allah'ı bırakıp bana kul olun!" demesi mümkün değildir. Aksine "İlahi kelamı derinliğine öğrenip onu başkalarına da öğreterek Rabbani şahsiyetler olun!" der.”[43]
b-) Kendilerine bağımsız bir kitap ve şeriatın verilmediği peygamberler için de, Kur’an’ı Kerimde Resul kavramı kullanılmaktadır.
Bilindiği üzere gerek Kur’an’da ve gerekse Kur’an dışı kaynaklarda kendilerine sahife ve kitap verilen peygamberler olarak şunlar zikredilmektedir; Hz. Âdem, Şît, İdris, İbrahim, Mûsâ, İsa ve Hz. Muhammed.[44] Hâlbuki Kur’an’da kendilerine ayrı bir kitabın verilmediği peygamberler için de Resul ifadesi kullanılmaktadır. Bu ayetlerden bazı örnekler verelim:
“(Ve devamla): “Haydi ona gidin ve ‘Biz senin Rabbinin iki Resulüyüz, İsrailoğullarını bizimle birlikte gönder ve onlara işkence etme. Sana Rabbinden mucizelerle geldik. (Allah’ın azabından) ancak Onun gösterdiği yola uyanlar kurtulur.’ deyin.”[45]
Bu ayette kendisine ayrı bir kitap verilmeyen Harun (as.) için de Resul kavramı kullanılmaktadır. “ Kitap'ta İsmail'i de an. Şüphesiz o sözünde duran biriydi ve Resul (gönderilen) bir Nebiydi.”[46] Bu ayette de kendisine ayrı bir kitabın verilmediği Hz. İsmail için de Resul ifadesi kullanılmıştır. Ayrıca Müminun suresinin 32---40. ayetlerinde (Hz. Salih’in kıssası aktarılarak) Salih (as.) için, Mümin suresinin 34. ayetinde ise dolaylı olarak Yusuf (as.) için de Resul ifadesi kullanılmaktadır.
c-) Kur’an’da kitabın verildiği elçiye Nebi denildiğini veya kitabın indirilmesinden bahsedilirken, nübüvvettin verildiğinden bahsedildiğini görebiliyoruz. Bu durum da Resulün kitap verilen, Nebi’nin ise kitap verilmeyen kişi olduğu iddiasını çürütmektedir. Bu ayetlerden bazılarına bakalım:
“(İsa) Dedi ki: 'Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni nebilerden kıldı.“[47]
“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak Nebiler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi.”[48] “Biz ona (oğlu İsmail'den sonra) İshak'ı da, (torunu) Yakup’u da bahşettik. Onun soyundan gelenlere Nübüvvet (peygamberlik) ve kitap verdik. Dünyada ona mükâfatını da verdik. Şüphesiz o, ahirette de iyi kimselerdendir.”[49] “Allah bir insana Kitap’ı, hükmü ve Nübüvveti (Allahtan haber alıp iletme sorumluluğunu) verdikten sonra onun insanlara: "Allah'ı bırakıp da bana kul olun" demesi söz konusu olamaz. “[50] “Kitap'ta Musa'yı da zikret. Çünkü o, ihlasa erdirilmiş ve Resul (gönderilmiş) bir Nebiydi. (Resulen Nebiya)”[51]
d-) Gönderilen bütün elçilerin, Kur’an’da bazen Resul, bazen de Nebi olarak zikredilmesi de, Resul ve Nebinin Allah’ın elçisi olma anlamında (ufak farklılıklarla beraber), aynı anlamı taşıdığını ortaya koymaktadır. Bu durum da “Resulün kitap verilen, Nebinin ise kitap verilmeyen bir elçi olduğuna dair iddianın” isabetli olmadığının bir başka delilidir.
Kur’an’da gönderilen bütün peygamberlerin, Resul olarak isimlendirildiği bazı ayetlere bakalım:
“Andolsun ki biz her topluma: “Allah'a kulluk edin, tağutta (şeytana ve şeytanlaşmış insanlara) kulluk etmekten sakının” diyen bir Resul gönderdik”[52].
“Her kim doğru yolu izlemeyi seçerse, bunu kendi iyiliği için yapmış olacaktır. Her kim de yoldan saparsa, bu kendi kötülüğüne olacaktır; kimse kimsenin suçunu taşıyacak değildir. Ayrıca, biz bir Resul göndermedikçe azap etmeyiz”[53]
“Ey cin ve insan topluluğu! Size ayetlerimi anlatan ve bu günle (kıyametle) sizi uyaran içinizden Resuller gelmedi mi? Onlar da: “Kendi aleyhimize şahitlik ederiz” derler. Böylece dünya hayatı onları aldatmış olur ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler.”[54]
Kur’an’da gönderilen bütün peygamberlerin, Nebi olarak isimlendirildiği bazı ayetler:
“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve Nebilere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahidleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır.”[55]
“İnsanlar tek bir ümmetti. Sonra (bir kısmı küfre saparak ayrılığa düşünce) Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak Nebiler gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da indirdi.”[56]
“ İşte bunlar; kendilerine Allah'ın nimet verdiği Nebilerdendirler; Âdem’in sülbünden, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımız (insan nesillerin) den, İbrahim ve İsrail’in (Yakup peygamberin) sülalesinden, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendirler. Onlara Rahman (olan Allah') ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanıverirlerdi.”[57]
“(Onlara) De ki: “Eğer (önceki kitaplara) inanıyor idiyseniz, daha önce ne diye Allah'ın Enbiyasını (Nebilerini) öldürüyordunuz?”[58]
Sözlerimizin sonu Yüce Allah’a hamdtir. İnşallah gelecek yazımızda Nebi- Resul kavramaları ile ilgili, geriye kalan diğer iddiaları değerlendirmeye devam edeceğiz. Bu yazımızdaki görüşlerimizden isabet ettiklerimiz için yüce Allah’a hamd eder, yanıldıklarımız için ise, onun mağfiretini talep ederiz. Şüphesiz o bağışlayanların ve doğru yola iletenlerin en hayırlısıdır.
[1] Arapça- Türkçe Talebe Lügatı, Mevlüt Sarı, İlk Bahar Yayınları.
[2] 12/50
[3] 27/35.
[4] 19/19.
[5] 81/19.
[6] 4/80.
[7] 3/132.
[8] 33/21.
[9] Arapça- Türkçe Talebe Lügati, Mevlüt Sarı, İlk Bahar Yayınları.
[10] 33/45.
[11] 33/40.
[12] 49/1,2.
[13]https://www.haksozhaber.net/kurana-gore-resul-kavraminin-anlami-ve-beser-olmaktan-kaynaklanan-dogal-ozellikleri-33691yy.htm
[14] 2/91.
[15] 33/20.
[16] 51/35,36.
[17]https://www.haksozhaber.net/beser-ilkel-bir-varlik-mi-31763yy.htm, https://www.haksozhaber.net/beser-ifadesi-kuranda-neden-kullanildi-31840yy.htm
[18] 2/185.
[19] 91/9.
[20] Muhammed Fuat Abdulbaki, el- Mü’cem, Mürselin başlığı.
[21] 2/7/6. 6/48.
[22] Muhammed Fuat Abdulbaki, el- Mü’cem be’se ve Be’esna başlıkları.
[23] 2/213. 3/164.
[24] 29/27.
[25] 3/79.
[26] 6/89.
[27] 7/62.
[28] 33/39.
[29] 7/144.
[30] 16/36.
[31] 17/15.
[32] 6/130.
[33] 2/213.
[34] 33/45.
[35] 33/45.
[36] 49/1,2.
[37] 28/59.
[38] 19/51.
[39] 19/30.
[40] 3/81.
[41] 2/213.
[42] 19/30.
[43] 3/79.
[45] 20/47.
[46] 19/54.
[47] 19/30
[48] 2/213.
[49] 29/27.
[50] 3/79.
[51] 19/51.
[52] 16/36.
[53] 17/15.
[54] 6/130.
[55] 2/177.
[56] 2/213.
[57] 19/58.
[58] 2/91