Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Yüce Allah’a hamd, sevgili Resulüne selam olsun.
Geçen yazımızda Resul/Nebi’yi konu edinen yazı serimizin ilkini yazmış ve konunun kavramsal boyutu üzerinde durmuştuk. Yanı sıra Resul/Nebi’nin özelliklerini beşer ve Resul olmasından kaynaklanan özellikler diye ikiye ayırarak izah edeceğimizi ifade etmiştik. Resulün beşer olmasından kaynaklanan doğal özelliklerini aktardığımız yazımıza, diğer bazı özelliklerinin tespiti ile devam edeceğiz inşallah.
g-) Resuller beşer oldukları için ( her türlü mahlûk gibi) gaybı bilmezler.
Her varlık gibi Resuller de, sadece yaşamları için ihtiyaç duyulan zorunlu bilgilere ulaşacak şekilde yaratılmışlardır. Bu nedenle beşer olan peygamberler de, melekler, Cinler gibi sınırlı varlıklardırlar. Dolayısıyla, kendilerine insanlara iletilmek üzere verilen sınırlı gayb bilgisi dışında, insan takatini aşan hiç bir bilgiye sahip değildirler.
Konuyla ilgili bir kısım ayet örneklerine bakalım:
“De ki: "Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum."1
“De ki: “Allah’tan başka, göklerdeki ve yerdeki hiç kimse, gaybı (gizli olan şeyleri) bilemez. Ve ne zaman dirileceklerini de bilemezler.”2
“De ki: "Allah dilemedikçe ben kendime herhangi bir yarar veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer gaybi biliyor olsaydım, hayrı artırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben sadece iman eden bir topluluk için bir uyarıcı ve müjdeciyim."3
“Allah’ın, peygamberleri toplayıp “siz(den sonra davetiniz)e ne derece uyuldu?” diyeceği, onların da, “Bizim hiçbir bilgimiz yok. Gaybleri (insan idrakini aşan şeyleri) hakkıyla bilen ancak sensin” diyecekleri günü hatırlayın.”4
“Şüphesiz, kıyametin bilgisi yalnız Allah katındadır. Yağmuru O yağdırır. Rahimlerde ne olduğunu da bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan, muhakkak ki (sadece) Allah'tır.”5
“De ki: “Ben (Allah'ın) elçilerinin ilki değilim ve (onlar gibi) ben de, bana ve size ne olacağını bilemem, sadece bana vahyolunana uyarım çünkü ben sadece açık bir uyarıcıyım.”6
Yukarıda alıntıladığımız ve benzeri sayısız ayetler resullerin gaybı bilmediğini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu nedenle “Allah sizi gaybtan haberdar edecek de değildir. Ancak Allah peygamberlerinden dilediğini seçer.''7 İfadesi, asla Resullerin gaybı bilecekleri şeklinde anlaşılamaz. Nitekim Resulün (düzenli vahiy almasına rağmen ) gaybı bilmediğini, bizzat kendisinin itiraf ederek, insanlara duyurmasının,yüce Allah tarafından kendisinden istenilmesi de bu gerçeği ortaya koymaktadır.
Bu nedenle “Allah sizi gaybtan haberdar edecek de değildir. Ancak Allah peygamberlerinden dilediğini seçer.''8 Gibi benzeri ayetlerde yapılan istisna, Nebi (as.)’ın gaybı bildiği şeklinde değil, insanların içinden, ancak yüce Allah’ın elçiliğe uygun bulduğu Resullere, gaybtan vahiy edildiği ve edileceği şeklinde anlaşılmalıdır.
Zaten aşağıda vereceğimiz şu ayetler de bu gerçeği açıklıkla ortaya koymaktadır:
“İşte bu, sana vahiy ettiğimiz gayb haberlerindendir. (Yoksa) "Meryem'i kim himayesine alıp koruyacak?" diye kalemlerini (kura için) atarlarken sen yanlarında değildin. (Bu hususta) Tartışırlarken de yanlarında bulunmadın”9
“(Ey Muhammed), bunlar sana vahiy ettiğimiz gayb haberlerindendir. Ne sen, ne de kavmin, daha önce bunları bilmiyordunuz. O halde sabret, sonuç korunanlarındır.”10
Ayrıcaşu da bilinmelidir ki “Allah sizi gaybtan haberdar edecek de değildir. Ancak Allah peygamberlerinden dilediğini seçer.''11 Ayeti, aslında Müşriklerin, şımarıkça itiraz ve taleplerine dönük bir cevaptır. Zira Mekke müşriklerinin ileri gelenleri Hz. Muhammedi, yetim, fakir ve güçsüz bularak küçümsüyorlar ve kendisinin konumunu peygamberlik için uygun olmadığını iddia ediyorlardı. Nitekim bu durumu Kur’an şöyle haber vermektedir: “Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdikse, mutlaka oranın 'refah içinde şımaran önde gelenleri': 'Gerçekten biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz' demişlerdir.Bir de dediler ki: (Ey Peygamber olduğunu iddia eden kişi) biz mallar ve çocuklar bakımından (senden de) daha fazlayız. (Allah, bizi değerli bulup dünyada bize bu kadar mal ihsan ettikten sonra, artık ahirette) biz (hiç) azaba uğratılmayız.”12 Yine, “Bu Kur’an (Hz. Muhammed yerine) iki şehirden birinin büyüklerine (Mekke ve Taif’ten servet ve riyaset yönünden büyük bir kişiye) indirilmeli değil miydi? diyorlardı.”13
Dolayısıyla, “Allah sizi gaybtan haberdar edecek de değildir. Ancak Allah peygamberlerinden dilediğini seçer.''14 Ayeti ile Müşriklere cevap verilerek itiraz edilmekte ve yüce Allah’ın, Müşriklerin şımarıkça istedikleri gibi, ahlaken düşük, ama mal ve nüfuz olarak güçlü olanlarına değil, Allah’ın şanına layık bir bilgelik ve hikmetle seçtiği büyük ahlak sahibi zatlara, kendi katından/gaybtan, vahyini indireceği bildirilmektedir. Bu nedenle, “Allah sizi gaybtan haberdar edecek de değildir. Ancak Allah peygamberlerinden dilediğini seçer.''15 Ayeti asla peygamberlerin gaybı bilecekleri anlamına gelmemekte, sadece Allahtan/gayptan vahiy alacaklarını ifade etmektedir.
Nitekim daha önce yukarıya aldığımız ayetlerde de görüldüğü gibi, yüce Allah, elçisinden, gaybı (insan idrak ve ilmini aşan şeyleri) bilmediğini ve hiçbir insanın da bilemeyeceğini ilan etmesini istemekteydi. (Gaybı hiçbir cin ve meleğin de bilmediğini, her varlığın ancak kendisinin yaşadığı alan ve ihtiyaç duyduğu sınırlı bilgiye sahip olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.16)
Ayrıca Kur’an’da ki apaçık ayetlerin yanı sıra, Nebi (as)ın gaybı bilmediğini haber veren birçok sahih hadis de bu gerçeği teyit etmektedir:
Ensardan bir kadın olan ümmü Ala’ (bınti haris, r.anh.)’den rivayet edilmiştir. Ümmü Ala’ Nebi (a.s.)’a biat eden kadınlardandı. Ümmü Ala’ demiştir ki; (Hicret-i seniye’de) Muhacirler kura ile (ensar arasında) taksim edilmişti. Bizim ailenin payına da Osman b. Mazun düşmüştü. Biz, Osman’ı bir müddet evimizde konuk ettik. Fakat Osman (bir müddet sonra) sebebi mevti olan bir hastalıkla hastalandı. Vefatında gasledildi. Kendi elbisesi ile kefenlendi. Sonra Nebi (a.s.) cenazeye geldi. Ben (cenazeyi tezkiye ederek); Ey ebu Saib! Cenabı Hak sana rahmet etsin. Senin hakkında bildiğim ve bu cemaate bildirmek istediğim şudur ki; sen, Allah’u Teâlâ’nın (ahiret âleminde) kerem ve inayetine mazhar olmuş bir zatsın, dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.); Allah’u Teâla’nın bu ölüye ikram ve inayet buyurduğunu nereden biliyorsun? Suretindeki sorgularına cevaben bende; ya Resulullah, babam, sana feda olsun. Allah (bu imanlı itaatli kuluna ikram etmeyecekte) ya kime ikram eder? Dedim. Bu defa Resul-i Ekrem:Osman b. Mazun ölmüştür. Ve Allah’a yemin ederim ki, ben bu ölü için hayır ve saadet umarım. Ama yine Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın bir peygamberi iken bana (ve size yarın) Allah tarafından nasıl muamele edileceğini bilemem, buyurdu. Ümmü atiye demiştir ki: Vallahi bundan sonra ben, kimseyi tezkiye etmeğe (falan kişi kurtulanlardandır demeye) cesaret edemedim.17
Muavviz kızı Rubeyi (r.a)’den rivayete göre şöyle demiştir; Ben gelin olduğumun kuşluk vaktinde Nebi (as.) evlenme törenime gelmişti. O sırada birtakım kızcağızlar def çalarak babalarımızdan Bedir gazasında şehid olanların menkıbelerini yâd ediyorlardı. Nihayet bunlardan birisi: “içimizde bir peygamber vardır ki, o yarın ne olacağını bilir “ dedi. Bunun üzerine Nebi (as.) cariyeye; “Kızım öyle söyleme, evvelce söylemiş olduklarını söylemeye devam et” buyurdu.18
Ümmü seleme (r.a.)’den rivayet edilmiştir: “Nebi(as.) ve Ümmü Seleme odasının kapısı (önü)nde şiddetli bir kavga işitti de bunların (yanına) çıktı ve şöyle buyurdu: Şüphesiz ben(de sizin gibi) bir insanım! Zaman olur ki bana (sizden iki) hasım gelirde bazınız (haksızken) daha düzgün ifadesi meram etmiş olabilir; bende o beliğ sözleri doğru zannederek onun lehine hükmedebilirim. Binaenaleyh kimin lehine bir Müslim’in (ve gayri Müslim’in) hakkıyla hükmettimse (bilsin ki) bu hak ateşten bir parçadır. İsterse onu alsın, ister bıraksın.19
İbni Abbas (r.a.)’dan: bir kere nebi (as.) aramızda bir nasihat konuşması yapmak üzere kalktı ve şöyle buyurdu: Şunu iyi biliniz ki ümmetimden bir takım insanlar getirilecek ve onlar sol tarafa (yani cehenneme) alınacaktır. Bunun üzerine ben: Ya rabbi onlar benim ashabımdır, diyeceğim. (bana): Sen bilmezsin. Onlar, senden sonra (dinde) neler icad ettiler neler, diye cevap verilir. Ben de salih kulun (Meryem oğlu İsa’nın) dediği gibi derim: “Ben onlara, sadece bana emrettiğin şeyi söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin (dedim.) Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit (ve örnek) idim. Ama beni içlerinden aldığında, artık üzerlerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen, her şeye hakkıyla şahitsin. Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin» dedi.(5/117,118.)”
Mesruktan: Aişe (r.a) validemiz: “Her kim, yarın olacak şeyi (Resulullah’ın) haber verdiğini iddia ederse, Allah’a karşı büyük bir iftira atmış olur. Hâlbuki Allah (c.c.) << De ki göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilemez >> buyuruyor dedi.20
Yanı sıra Resulullah (sav.)’ın gaybı bilmediği, onun hayat pratiğinden de kolayca anlaşılmaktadır. Örneğin eşine atılan zina iftirası nedeniyle uzun bir süre sıkıntı çekmiş ve deyim yerindeyse sıkıntı ve çaresizlikten perişan olmuştu. Ama buna rağmen, bir şey yapamamış ve hatta diğer eşlerinden, Ayşe annemiz hakkında söylenilenlerle ilgili bir emareye rastlayıp rastlamadıklarına dönük bilgi almaya çalışmıştı. Buna rağmen olayda netleşemeyince, sahabesini yardıma çağırarak “ben ne yapabilirim” diyerek onların fikirlerinden yararlanmaya çalışmıştı. Nebi (as.)’ın bu olayın mahiyetine dönük gaybı bilmemesinden kaynaklanan çaresizliği, uzun bir süre sonra, Yüce Allah tarafından kendisine indirilen ayetlerle giderilmişti. (Bakınız: 24/11---20 ve Muhtasar Sahih-i Müslim Tercemesi, Hafız Ebu Muhammed El- Münziri, C. 2. S. 134. Eser Neşriyat.) Böylelikle Ayşe annemizin iftiradan uzak olduğu ortaya çıkmıştı.
Hz. Peygamber(as.)’ın, gaybı hiçbir şekilde bilmediğinin sayısız örneklerinden biri de Medine’de gerçekleşen şu hırsızlık olayıdır. Ayetlerle de uyuşan rivayetlere göre olay şöyle gerçekleşmiştir:
Rifâa b. Zeyd isimli sahâbî, yabancı tâcirlerin Medine’ye getirdikleri has undan bir miktar satın almış ve bunu, içinde silâhlarının da bulunduğu evin sofasına koymuştu. Şehirde kötü şöhreti olan Übeyrık ailesinden biri gece sofaya girmiş, unla birlikte Rifâa’nın silâhlarını da çalmıştı. Rifâa durumu farkedince –bu hadiseyi rivayet eden– yeğeni Katâde b. Nu‘mân’a gelip olayı haber verdi. Katâde gerekli araştırmayı yapıp Übeyrık ailesine ulaşınca onlar suçu Lebîd isimli mâsum bir müslümanın üzerine attılar. Lebîd kılıcını çekip üzerlerine yürüyerek “Ben çalmışım ha! Vallahi ya gerçek hırsızı haber verirsiniz ya da şu kılıcımla sizi doğrarım!” deyince onu suçlamaktan vazgeçtiler. Mağdurlar araştırmaya devam ederek hırsızın Übeyrık ailesinden olduğuna kesin kanaat getirdikten sonra Resulullah’ın başvurdular, Hz. Peygamber “Gerekeni yapacağım” cevabını verdi. Übeyrık ailesi durumu öğrenince kurdukları planın gereği olarak, uygun birini Resulullah’ın gönderip iftiraya uğradıklarını, ortada bir delil bulunmadığı halde Katâde tarafından hırsızlıkla suçlandıklarını bildirip yakındılar. Katâde durumu öğrenmek üzere gelince Resulullah ona, “Bana Müslüman ve suçsuz oldukları söylenen kimseleri, elinde bir delil olmadığı halde hırsızlıkla suçladın!” diyerek serzenişte bulundu. Katâde olup bitenden son derecede üzüntü duyarak amcasına geldi ve durumu anlattı. Rifâa “İşimiz Allah’ın yardımına kaldı” cevabını verdi. Bu olay üzerine şu ayetler nazil oldu (Tirmizî, “Tefsir”, 5/22.)21:
“Şüphesiz, Allah'ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitabı hak olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma. Ve Allah'tan bağışlanma dile. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Kendi nefislerine ihanet edenleri savunma. Hiç şüphesiz Allah, ihanette ilerlemiş günahkârı sevmez. Onlar, insanlardan gizlerler de Allah'tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi 'geceleri düzenleyip kurarlarken,' onlarla beraberdir. Allah, yaptıklarını kuşatandır. Diyelim ki siz dünya hayatında onları savundunuz, peki kıyamet gününde onları Allah'a karşı kim savunacak? Yahut kim onların vekili olacak? Kim bir fenalık işler yahut kendine zulüm eder de sonra Allah'tan kendisini bağışlamasını dilerse Allah'ı çok bağışlayıcı, çok merhamet edici olarak bulur.22
Ayrıca bildiğimiz gibi ayette “Eğer gaybı biliyor olsaydım, hayrı artırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı.”23 Buyrulur. Gerçekten de Nebi (as.) gaybı bilseydi, Uhud’ta tuzak için üstü örtülen çukura düşmez ve yaralanmazdı. Yine ehli Suf’a eğitim alan yetişmiş sahabelerinin ihanete uğrayıp öldüreceklerini önceden bilir, onları tebliğ için göndermez ve böylelikle Biri Maun ve Reci faciaları gerçekleşmezdi. Ayrıca Uhud’ta münafıkların ihanet edip ordudan ayrılacaklarını da, okçuların yerlerini terk edeceklerini de bilir, Medine’den çıkmaz ve savunma savaşı yapmaktan vazgeçmezdi. Yine iftira hadisesinin olacağını bilir, Ayşe annemizi kendisiyle beraber götürmezdi. Yanı sıra Mute’de Müslümanların kuşatılacağını bilir, çok sevdiği evlatlığı Zeyd b. Sabit’i, amcası oğlu Caferi Tayyarı ve sahabesi ve şairi Abdullah b. Revaha’nın öldürülmesinin önüne geçerdi, güneş ve ay tutulmasının, doğal olaylar olduğunu bilir ve insanlara azabın gelebileceği endişesine kapılmazdı.24 Hayır, o beşer olan bir elçiden başkası değildi ve Resul olduğu için,kendisine bildirilen çok sınırlı gayb bilgisinden başka bir bilgiye de sahip değildi.
Şimdi de Resulullah (s.av.) efendimizin, gaybı bilmediğini ortaya koyan, Hudeybiye hadisesine de bakalım; Nebi (as.) efendimize Kâbe’yi tavaf edeceğine dair bir rüya gösterilir. O’da bu rüyanın da tesiriyle, sahabesiyle beraber Kâbe’yi tavaf etmek üzere yola çıkarlar. Ancak müşrikler onları engellerler ve hac için olsa bile, Kâbe’ye savaşsız giremeyecekleri konusunda ısrar ederler. Müzakerelerden sonra, Müslümanların bu yıl hac edemeyecekleri maddesini de içeren, Hudeybiye barış anlaşması imzalanır ve doğal olarak tavaf gerçekleşmez. Bunun üzerine bütün sahabeler, çok büyük bir üzüntüye kapılırlar. Bazı sahabeler, (Hudeybiye anlaşmasının içerdiği bazı ağır maddelerin, verdiği rahatsızlığın da etkisiyle) ya Resulullah sen bize Kâbe’yi tavaf edeceğimizi söylemedin mi? diye itirazda bulunurlar. Nebi (as.) ise, ben size mutlaka bu yıl tavaf edeceğiz dedim mi? diye cevap verir. Sonra Nebi (as.) şunu ekler: “Elbette Kâbe’yi tavaf edeceğiz, ama demek ki bu tavaf bu yıl değil, gelecek yıl gerçekleşecekmiş.” (Zira anlaşma Müslümanların bir yıl sonra hac yapabileceklerini içeriyordu.) Anlaşılıyor ki Nebi (as.) gördüğü rüyanın Allah’tan gelen sadık bir rüya olduğunu biliyor, ama tam olarak ne zaman gerçekleşeceğini bilmiyordu. Nitekim Nebi (as.) sefere çıktığında, kendisine gösterilen rüyanın o yıl gerçekleşeceğini zan ediyordu. On binlerin naklettiği bu tarihi olayda gösteriyor ki, Nebi (as.) efendimiz,bazı yanlış rivayetlerde yansıtıldığı gibi neredeyse her şeyi bilen bir varlık konumunda değildi. Nitekim bu olay üzerine inen ayetler Nebi (as.)’yi teyit ederken, müminleri de sükûnete erdiriyordu:
“Doğrusu Biz Sana (zafer yollarını) açtık; (ve) apaçık bir fetih ihsan ettik.”25
“And olsun ki Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Allah dilerse, başlarınızı (kökten) traş ederek ve(ya) saçlarınızı kısaltarak, korkmadan, güven içinde Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bildi, bundan önce size yakın bir fetih verdi.”26
Sonuç olarak şunu tekrar ifade edelim: Resulullah (s.a.v) beşer olduğu için, sahip olduğu sınırlı bilginin haricinde asla gaybi bilgilere vakıf değildir. Bunun istisnası elçi olduğu için kendisine iletilmek üzere verilen kitabın içerdiği gaybi bilgiler,rüya ve İsra gibi tecrübeler yoluyla kendisine verilen çok sınırlı bilgilerdir.
Bu nedenle Nebi (as.)’ın en detaylı şeylere varıncaya kadar gaybı bildiği ve hatta bildiği gaybi bilgiler için Huzeyfe (ra.)’yi sırdaş edinerek, bu bilgileri ona aktardığına dair rivayetleri27 makul görmek mümkün değildir. Bu rivayetlerde, Hz. Peygamber’in gaybı bildiği, bu gaybi bilgilere Huzeyfe (r.a.)’yi ortak ettiği, münafıkların isimlerini ve bazı gelecekle ilgili gaybi bilgileri kendisine haber verdiği iddia edilmektedir. Hâlbuki bir münafığın, bir dakika sonra bile tövbe etmeyeceğini ve gerçek bir mümin olmayacağını, hiç kimse garanti edemez. Bu nedenle Huzeyfe (r.a.) verildiği iddia edilen bu bilgilerin geçerliliğini sürdürmesi için, her dakika başı güncellenmesi gerekir ki, bunun makul olmadığı açıktır. Ayrıca Huzeyfe (r.a.) gibi bir beşere, birçok kişinin iman derecesi ile ilgili gaybi bilgiler vermenin anlamı ve hikmeti ne olabilir ki? Bu sorulara olumlu ve hikmetli bir cevap vermek mümkün değildir.
Nitekim yüce rabbimiz, Resulüne dahi münafıkların tek tek isim bilgilerini vermediğini ve Resulünün de onları tanımadığını şöyle beyan buyurmaktadır;“Çevrenizdeki bedevîlerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Biz onları iki kere azablandıracağız, sonra onlar büyük bir azaba döndürülecekler.”28 Ayrıca başka bir ayette de, Hz. Muhammed’e münafıkların bilgisini vermediğini ve Resulünün, onları ancak konuşma ve davranış tarzından,(mutlak bir kesinlik te olmadan), tahmin edecek şekilde tanıyabileceğini haber vermiştir: “(Ey Muhammed!) Eğer dileseydik, onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun, sen onları, konuşma (ve davranış) tarzlarından da öngörebilirsin. Allah, bütün yaptıklarınızı bilir. “29
Ayrıca Resulullah’ın kıyamet vakti bilgisine sahipmiş gibi, kıyametin alametleri gibi Kur’an’a aykırı rivayetlerin de hiçbir şekilde kabul edilemeyeceği açıktır. Zira bu rivayetler, yüce Allah’ın apaçık ayetlerine aykırıdır düşmektedirler; “Sana kıyametin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: “Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O'ndan başka açığa vuracak kimse de yoktur. (O Saat) göklere ve yere bütün ağırlığıyla çökecek ve sizi mutlaka umulmadık bir anda, ansızın yakalayacaktır” Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak Allah'ın yanındadır ama insanların çoğu bilmezler.”
Diğer yandan kıyamet saati haberleri gibi, aynı kesinlikte olmasa bile, Ammar (r.a.)’nın bağiler tarafından öldürüleceğine, Hz. Hasan’ın iki gurubun arasını düzelteceğine, Hz Ayşe annemize belli bir yer ve bölge ismi de verilerek, orada ki köpeklerin kendisine havlayacağına dönük, çok detaylı ve Resul olma görevi ile ilgisi bulunmayan rivayetlerin de pek makul olduğu söylenemez. Akla şu soru gelebilir, yüce Allah istese bu bilgileri veremez mi? Şüphesiz, bütün bilgilere vakıf olan Yüce Allah, dilerse her türlü bilgileri verecek ilme ve kudrete de sahiptir. Ama kanaatımıza göre, bu bilgilerin verilmesi kitabında beyan buyurduğu hususlara ve onun yüceliğine uygun düşmemektedir. Zira yüce Allah, kitabında kendisinden başka hiç kimsenin gaybı bilmediğini ilan etmektedir. Bu nedenle gaybla ilgili çokça detayı içeren, faydası olmayan ve bir insanın en gizli yazgısını ortaya koyması sebebiyle, bu gibi bilgilerin verilmesi konuyla ilgili ayetlere ve yüce Allah’ın hikmetine aykırı düşmektedir. (Kimin kimi öldüreceği, savaşan atların yele renklerinin ne olacağı, gelecekte yapılacak savaşlarda kaç kişinin öleceği, hangi coğrafya da ve hangi şahsa köpeklerin havlayacağı, Deccal eşeğinin kulağı ve boyunun ne kadar uzun olacağı ve benzeri şeyleri bildirmenin yüce zatın azamet ve hikmetine uygun düşmeyeceği açıktır. Buna benzer rivayetler için bakınız: https://www.haksozhaber.net/buhari-ve-muslimin-sahihlerinde-uc-tur-hadis-cesidi-5-33662yy.htm)
Nitekim Hz. Peygamberin en başarılı talebelerinden ve eşi olan Hz. Ayşe, bu gerçeği (İmam Müslim’in aktardığı bir hadiste) şöyle ifade etmektedir: “Her kim, yarın olacak şeyi (Resulullah’ın) haber verdiğini iddia ederse, Allah’a karşı büyük bir iftira atmış olur. Hâlbuki Allah (c.c.): ‘De ki göklerde ve yerde Allahtan başka kimse gaybı bilemez’, diye buyurmuştur.”30
Sözlerimizin sonu Yüce Allah’a hamdtir. Şüphesiz kusursuz bir ilme sahip olan sadece yüce Allah’tır. Elbette görüşlerimizden isabet ettiklerimiz onun ikramı, yanıldıklarımız ise, bizim meseleleri birbirine karıştırmamızdandır. Biz ondan bağışlanma diler ve bizi ona yaklaştırmayacak her türlü düşünce ve eylemden, bizleri Vahhab ismiyle korumasını niyaz ederiz.
Dipnotlar:
1- 6/50.
2- 27/65.
3- 7/188
4- 5/109
5- 31/34.
6- 46/9.
7- 3/179, 72/26,27.
8- 3/179, 72/26,27.
9- 3/44.
10- 11/49
11- 3/179, 72/26,27.
12- 34/34,35.
13- 43/31
14- 3/179, 72/26,27.
15- 3/179, 72/26,27.
16- 2/30---34, 34/14.
17- Sahihi Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.4. S.293.
18- Sahihi Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.10. S.156..
19- Muhtasar Sahih-i Müslim Tercemesi, Hafız Ebu Muhammed El- Münziri, C. 2. S.134. Eser Neşriyat.
20- Muhtasar Sahih-i Müslim Tercemesi, Hafız Ebu Muhammed El- Münziri, C. 1. S.144. Eser Neşriyat.
21- https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Nis%C3%A2-suresi/598/105-ayet-tefsiri
22- 4/105—110.
23- 7/188.
24- Buhârî, “Küsûf”, 1, 2, 6, 9, 15, 17, 19; “Bedʾü’l-ḫalḳ”,4; “ʿItḳ”,3; Müslim, “Küsûf”, 1-4, 10, 29; Nesâî, 25- “Küsûf”10.
25- 48/1.
26- 48/27.
27- Muhtasar Sahih-i Müslim Tercemesi, Hafız Ebu Muhammed El- Münziri, C. 3. S.336,338,339. Eser Neşriyat.
28- 9/101.
29- 47/30.
30- Muhtasar Sahih-i Müslim Tercemesi, Hafız Ebu Muhammed El- Münziri, C. 1. S.144. Eser Neşriyat.