Nasıl İzlemeli, Ne Anlamalı?
Taha Kılınç / Yeni Şafak
Ortadoğu’daki gelişmeleri izlerken, doğru değerlendirmeler yapmaya en fazla engel olan şey, anlık değişen olaylar üzerine kalıcı fikirler bina etmektir. Bir siyasetçinin mikrofonlara sarf ediverdiği söz, atılan ani bir adım, bölgeden yansıyan bir kare, sosyal medyaya düşen video parçaları… Bunlara bakarak yapılacak heyecanlı genellemeler, neredeyse her zaman yanlış ve yanıltıcıdır. Dolayısıyla, bilhassa sıcak gelişmeler olurken, sükûneti korumak ve -çoğu kez yanlış bağlamda kullanılan o ünlü sözdeki gibi- ‘resmin tamamı’nı görmeye çalışmak en doğrusudur.
Peki, ‘resmin tamamı’ nasıl görülecek? ‘Resmin tamamı’ herkese göre başka bir tanım içerirken, ‘en doğru’ yoruma hangi yoldan erişeceğiz?
Evvela, bölgeyle ilgili değerlendirme, analiz ve yorumları okurken -şu anda okumakta olduğunuz da dâhil olmak üzere-, bunların hepsinin bir ölçüye kadar taraflı ve sübjektif olabileceğini hesaba katmak gerekiyor. Öyle ya da böyle hepimizin tuttuğu taraflar ve dünya görüşümüze göre gittiğimiz bir istikamet var. Yorumlar, ister istemez, bu dünya görüşünden etkileniyor. Bunun üzerine olumlu-olumsuz önyargıları, hakikate erişmekte karşılaşılan güçlükleri, siyasi atmosferin bu bilgileri yönlendirişini, kişisel zaafları, bilgi eksikliklerini vb. ekleyince, ‘analiz’ adı altında karşımıza çıkan metinlerin yanına ünlem koyup, sağlamasını yapmak için bölgeyi daha yakından izlemek şart oluyor.
(Bu söylediğim, elbette Ortadoğu’da yaşananları yakından, doğru bilgi hassasiyetiyle ve profesyonel biçimde izleme kaygımız varsa geçerli. Elimizde herhangi bir elek ve süzgeç tutmadan olaylara kafa-göz dalıyorsak, gerçeklere ulaşmak gibi bir kaygımız ve derdimiz yoksa, yorumları fazla zahmete katlanmadan beynimizin içine alıveriyorsak ve tepe tepe kullanıyorsak, o zaman zaten fazla zahmete ve endişeye de gerek yok.)
Bölgeyi yakından izlemenin olmazsa olmazı, kapsamlı tarih okumaları yapmak. Sadece Ortadoğu’nun geneliyle alakalı değil, bölge bölge, ülke ülke okumaları derinleştirmek gerekiyor. Örneğin, Mısır’la ilgili bir haber önümüze düştüğünde, ülkenin tarihi ve genel durumu, yaşadığı önemli dönüm noktaları, kaderine etki eden aktörler, karakterini oluşturan hayati unsurlar şöyle bir zihnimizden geçmiyorsa, o haberi hiçbir yere oturtmamız mümkün değil. Aynı şekilde İran’dan söz edildiğinde, Şia’nın doğuşundan tutun ta günümüze gelene kadar İran’ın bütün serüveni birkaç saniyede gözümüzün önünden geçebilmeli. Irak, Suriye, Körfez, Yemen, Fas, Cezayir, Afganistan, Pakistan… Aklınıza neresi gelirse, hepsi için aynı zaruret var.
Ortadoğu ve İslâm dünyasından bir haber geldiğinde, bırakalım zihnimizde bir konseptin oluşmasını, hadise bize tümüyle yabancıysa, o zaman -sanki mecburmuşuz gibi- durmaksızın aktüel haber takip edip zihnimizi uyuşturmaktansa, eksikleri tamamlamak için tarih kitaplarına gömülmek en doğrusu.
Çok iyi tanıdığınız biri hakkında, insanların sizi kandırma ihtimali çok düşüktür, değil mi? “Şöyle yapmış” dendiğinde, rahatlıkla “evet, yapar”, “hayır, yapmaz” ya da “yaptıysa, gerekçesi şudur” diyebilirsiniz. Onu yıllardır tanıyorsunuzdur çünkü, her şeyine aşinasınızdır; reflekslerini, güçlü ve zayıf taraflarını, alışkanlıklarını biliyorsunuzdur. Ortadoğu’yu da bu ölçüye göre düşünebiliriz: Herhangi bir şey olduğunda, onun bütün boyutlarını kavrayacak ve anlayacak kadar tanımak zorundayız bu toprakları. Bir haber karşımıza çıktığında, zihnimizdeki bağlamına oturtmamız ve gerçeğe en yakın şekilde değerlendirmemiz ancak bu sayede mümkün olabilir.
Çok iyi tanımadığımız biri hakkında da, insanların bizi kandırması çok kolaydır, değil mi? Hele bir de dedikoduya açık kulaklarımız varsa ve hakikati soruşturmak hassasiyetimiz yeterince gelişmemişse. Ortadoğu’yu bu ölçüyle de tartabiliriz: Olaylar, kişiler, ülkeler, akımlar vb. hakkında derinlemesine bilgi sahibi değilsek, okuduğumuz her metne inanmaya, her parlak sözün ardına düşmeye ve ‘analiz’ diye önümüze konan her çorbaya kaşık sallamaya başlarız. Bu yolun sonunun, zihinsel zehirlenme ve kafa bulanıklığına çıkacağı çok açık.
Çeşitli konferans ve seminerlerde bu ölçüleri ortaya koyduğumda, “Ama bahsettiğiniz seviyeye ulaşmak çok zor” itirazıyla karşılaşıyorum. Doğru, gerçekten zor. Fakat, tümüyle imkânsız değil. Dünyevî bir kârımızı ilgilendiren konularda nasıl derinlemesine araştırma yapıp kılı kırk yarıyorsak, zihin dünyamızın kodlarını ve yaşadığımız bölgeye dair algılarımızı oluştururken de böylesine titiz davranmak durumundayız. Aksi halde, her şeyden biraz bilen, ama hiçbir şeyi derinlemesine bilmeyen; birçok konuda yorum yapan, fakat fikir sahibi olamayan; güzel konuşan ve ağzı laf yapan herkesin peşine düşen, yarım-yamalak insanlara dönüşürüz.
Özellikle teknolojinin sağladığı kolaylıklar nedeniyle artık kalın kitapları okumaya sabrımız yok. Ellerimizdeki telefonlardan ulaştığımız sanal kaynaklar, bizi satırlar arasında kaybolmanın saçmalığına ikna etmiş durumda. Derin okumalara vakit ayırmak yerine, sosyal medya sayfaları arasında gezinmeye ve bölük-pörçük yorumlara kulak vermeye meyyaliz. Oysa, bilgiyi kendi malımız haline getirmeden ve onu beynimize yerleştirmeden, fikre ve şuura ulaşmamız da mümkün olmayacak.