Ulus devlet, şu veya bu kimliği temel alıp topluma bir elbise gibi giydirmeye çalışır.
Ulus devletin bir kimliği temel alması, onun "modern" karakterinin sonucudur. Bu karakter yapısı varlığın İlahi düzenine aykırıdır. Kesret içinde vahdet vardır. Modern ulus devlet, vahdet (ulusal birlik) adına kesreti imha etmektedir. Oysa varlık dünyasında çeşitlilikler olduğu gibi, beşeri/toplumsal hayatta da çeşitlilik esastır. Yani eğer varlıkta kesret içinde vahdet varsa, beşeri/toplumsal hayatta da birlik (siyasi birlik-sosyal barış ve ahenk) çokluk içinde olacaktır. Denilecek ki bunun sakıncası nedir?
Resmi düzeyde bir kimliği esas aldığınızda, diğerlerini zorunlu olarak "ötekileştirir", çeşitli emredici politikalar ve taşıyıcı araçlarla baskı altına almaya çalışırsınız. Her şeyi kendisine dönüştürmek üzere seçilmiş bir kimliğin şu veya bu olması önemli değildir, önemli olan, kimliğin diğerlerini kendine irca etmek üzere kurgulanmasıdır. Diyelim ki "İslam dini"ni resmi kimlik seçtiniz, eğer devlet İslam dini üzerinden diğer bütün dinleri İslamiyet'e emredici araçlar üzerinden irca etmek istiyorsa, zorlayıcı yollara başvuruyorsa bu Allah'ın muradına aykırıdır. Çünkü hidayet serbest iradeyle olur.
Resmileştirilen kimlik farklı niteliklerde olabilir. Bu bir etnik grup, ırk veya kavim olduğu gibi; bir din; bir mezhep veya başka bir değer de olabilir. Bu modern tercih ve dayatmanın kaçınılmaz iki sonucu vardır: a) diğer aidiyetler ve kimlikler haksız bir şekilde baskı altına alınırlar, hakikatleri inkâr edilir ve büyük mağduriyetlere uğrarlar; b) eşyanın tabiatı gereği etkiye karşı tepki başlar, bu sefer onlar da kendilerini resmi kimlik ve aidiyet haline getirme mücadelesine girişirler. Mesela eğer İran'da Şiiliği resmi mezhep haline getirirseniz Sünnilik kendini mağdur hisseder, tabii bağlamı dışında insanlarda bir Sünnilik bilinci gelişir. Türkiye'de resmi kimlik Türklük olduğundan, Kürtler kendilerini dışlanmış, baskı altına alınmış hissederler. Şimdi tamamen modern formunda Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'nde resmi kimlik Kürtlük olma yönünde geliştiğinden, orada Araplar ve Türkmenler kendilerini dışlanmış, ötekileştirilmiş hissetmeye başlıyorlar. Oysa daha önce bu mağduriyeti Araplaştırmaya karşı Kürtler ve Türkmenler yaşıyordu.
Deneysel olarak da biliyoruz ki, bu sadece psikolojik bir hadise değildir. Ulus devletin devasa aygıtı, emredici politikaları-taşıyıcı araçları bu zihniyetle şekillendiğinden, mağduriyet maddi ve sosyaldir de.
İslam tarihinde siyasi aidiyet hanedanlar üzerinden ifade edilirdi. Şam'da yaşayan Ümeyyeoğulları, Bağdat'ta yaşayan Abbasoğulları, Konya'da yaşayan Selçukoğulları, İran'da Safevi hanedanı, İstanbul'da yaşayan Osmanoğulları'na mensuptu ve bu hanedandan insanların halife-sultan olduğu devletin tabiiyetindeydi. Biz Mardin Nalbantoğulları'na mensup Meşkinli (Mişkevi) bir aileyiz; bizim Artukoğulları'na veya Osmanoğulları'na siyasi teb'a olmamız bizi ve başkalarını rahatsız etmez; çünkü hanedan kimseyi kendi ailesinden, aşiret, kabile veya kavminden vazgeçirip kendi ailesine, aşiret, kabile veya kavmine dönüştürmez. Böyle bir düşüncesi, hedefi ve programı yoktur. Herkes kendi sosyal kimliğini üzerinde taşır; dinî hayatını, örf ve âdetlerini özgürce yaşar.
Hanedana bağlılık, teb'a arasında adaleti tesis ettiği, temel hak ve hukuklarını koruduğu müddetçe devam eder. Hanedan, adaletten sapar da zulmederse teb'a isyan eder, kendine yeni bir idare arar. Tarih boyunca böyle olmuştur. Şimdiki devlet ise öyle değildir; kurulan cumhuriyetler veya krallıklar herkesi tek bir potada eritmeye çalışır. Kurucu ideoloji Şiilik (İran), Vehhabilik (S. Arabistan) veya Hanefilik (Afganistan) ise diğer mezhep mensuplarını kendi mezhebine; Türk, Arap ise diğer etnik grupları kendi kavminin özelliklerine dönüştürmek ister; devleti bu amaçla kullanır. Bu da haksızlıklara, tepkilere ve mukabil kimlik arayışlarına yol açar.
ZAMAN