Onun “Fuzuli işlerle uğraşacağımıza baki işlerle uğraşalım” cümlesini duyunca ne kadar yerinde ve zamanında söylenmiş, çok doğru bir söz diyecektim. Ama sözün maksadını öğrenince derhal caydım. Mesele şuydu; CHP+MHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu seçim kampanyası vesilesiyle bulunduğu Eskişehir’de ‘Andımız’ın kaldırılmasından “şahsen ne kadar rahatsız olduğunu” belirtip şunları eklemiş: "Çünkü bu (andımız) milli şuur veriyordu ve bizim bu milletin evladı olarak, bu Türk milletinin evladı olarak bu şuuru yaşatmamız lazımdı.”
Bilim tarihi başta olmak üzere akademik ve kültürel alanlarda kalem oynatmış, akademik kimliğine diplomat sıfatını ekleyerek ‘çatı aday’ statüsüne terfi etmiş Ekmeleddin İhsanoğlu’nun en temel kaygısı şöyle: “Fuzuli işlerle uğraşacağımıza baki işlerle uğraşalım. Yani devletin bekasıyla ilgili.”
Şiarı, Türklük Gurur ve Şuuru
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun yaptığı gaflar, kurduğu devrik cümleler ve çelişkili anlatımlar magazinel değeri yüksek haberler olabilir. Ya da Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nun bir tülü ismini doğru telaffuz edemediği anlar hepimize komik gelebilir. Ancak 17-25 Aralık sürecini takiben 30 Mart seçimleriyle birlikte iyice belirginleşen CHP+MHP+Gülen Camiası’ndan müteşekkil ‘yeni cephe’ cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde çıkardığı ‘çatı aday’la malum olduğu üzere daha derin ve kuşatıcı değerlendirmeleri hak etmektedir.
Başbakan Erdoğan’ı bloke etmek isteyen sermaye ve siyaset çevreleri için İhsanoğlu’nun aday gösterilmesiyle öncelikli hedef “resmi ideoloji ve iktidar sınıflarının tasallutunun devamı” anlamına gelen “devletin bekası”dır. Bu sebeple İhsanoğlu ilk iş olarak Kemalist cepheye doğrudan sadakat bildirimi anlamına gelen resmi ideolojik söylem, sembol ve eylemlerle selam durdu.
Dikkat edildiyse İhsanoğlu, içeride Kemalizme dışarıda Siyonizme ve işbirlikçi despotik rejimlere sırnaşırken asla gaf yapmıyordu. Gayet net, açık ve anlaşılır cümlelerle siyasi çizgisinin kimlerle çatışacağını da kimlerle çakışacağını da deklare ediyordu. Suriyeli muhacirlere sınır kapılarını açmamaktan bahseden, Filistin’i işgal ve katliamlarla tarumar eden İsrail’e karşı ‘tarafsız’ olmaktan dem vuran, Mısır’da askeri darbeyle devrilen meşru iktidarı zemmedip Sisi cuntasını yücelten siyasal duruş hemen her haliyle ‘sömürge aydını’nın bütün çirkinliklerini sergilemektedir. Bu kafa kendi kendini sömürgeleştirmiş tipik bir seküler-Batıcı aydın kafasıdır.
İhsanoğlu’nun ‘andımız’ kaygısı ilk elde Kemalizmin siyasal sembol ve törenlerine ne kadar büyük bir tutkuyla sadakat duyduğunu göstermektedir. Bununla birlikte Müslüman bir halkın devlet sınıfları tarafından kanunlar zoruyla ‘terbiye’ edilmesinden başka elinde bir çare olmadığını da itiraf etmektedir.
İki Muhtereme de Maşallah
Devleti yüceltip toplumu ezen, resmi ideolojiyi tabulaştırıp bireysel ve toplumsal tercihleri yok sayanların neredeyse tamamının arkasında durduğu İhsanoğlu’nun bu siyaset tarzı bürokratik oligarşinin yeniden güçlendirilmesinden başka bir şey öngörmüyor.
Mesela İhsanoğlu’nun Ankara’da yaptığı bir konuşmada milliyetçiliğe-Türkçülüğe ve rejimi koruyup kollamaya dair sarf ettiği şu cümleler oldukça önemlidir: "Milliyetçiliği ayaklar altına alıyoruz diyenlerle işimiz yoktur. Biz gurur duyuyoruz. Ne mutlu Türküm diyene. Bizim şiarımız budur."Türklük, ulusalcılık, milliyetçilik, resmi törenler ve geçitlerden başka bir dünyası olmayan ve Kemalist ideolojinin ‘yumuşak yüzlü, akademik akıllı, diplomatik nezaketli” misyoneri olmaktan öteye başka bir değeri olmayan bu siyasal figürün toplumsal karşılığı ne olabilir? İşte rejimi koruma ve kollamak üzere yeni bir strateji ortaya koyan CHP+MHP+Gülen Camiası’nın 10 Ağustos’ta karşısına bu hesap net olarak çıkacak.
Bir de İhsanoğlu’nun laik-seküler kesimler tarafından son zamanlarda gündeme getirmeye korkup çekindikleri başka bir gündemi vardı: “Bunların gündemi nedir? Rejimi değiştirmek, diktatörlük kurmak istiyorlar. Millet ciddi meseleleri, rejimin nereye gideceğini konuşmak istiyor. Siz rejimi mi değiştirmek istiyorsunuz?” Rejimi değiştirmek, gizli ajanda tutmak, karşı devrim yapmak, Atatürk ilke ve inkılaplarını zayıflatmak, kamusal alanda İslami sembol ve söylemleri teşvik etmek gibi endişeler üzerinden siyaset üretme becerisini iyiden iyiye yitiren ‘endişeli modernler’ adına İhsanoğlu’nun bu kadar cüretkar davranması aslında hiç de hafife alınamayacak bir çıkış sayılır.
İhsanoğlu’nun bu cüretkâr çıkışını yine kendisi gibi Türkçülüğü, milliyetçiliği ve devletçiğiyle maruf Fethullah Gülen bol beddualı bir vaazının sonunda şöyle desteklemektedir: “Her hâlimizde, her tavrımızda, her davranışımızda, iman-ı ekmel, ihsân-ı ekmel, ihlas-ı ekmel, rıza-yı ekmel, yakin-i ekmel demeli, hayatımızı bu atkılar arasında bir dantela gibi düzgün işlemeye bakmalıyız.”
Fethullah Gülen gibi cumhurbaşkanı adayı beyefendinin “imanı, ihsanı, ihlâsı, rızası ve yakini” ne kadar ‘ekmel’dir bilemiyoruz ama resmi ideolojiye ve devlet sınıflarına sadakatinin tam olduğu anlaşılıyor. Yapacak bir şey yok; hem Fethulah Gülen’e hem de onun övgü ve dualarına mazhar olan Ekmeleddin İhsanoğlu’na Maşallah diyelim.