Reşid Rıza’nın Hilâfet Teorisi ve Çalışmaları

​​​​​​​“Hilafetin Türkiye’de olmasında büyük faydalar vardır. Araplar ve diğer İslam topluluklarından seçilecek temsilciler halifeyi seçmeli, her bölge ondan alacağı selahiyetle, kendi iç işlerinde müstakil olmalıdırlar.”

Hayrettin Karaman, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında Reşid Rıza’nın Hilafet hakkındaki görüşlerini incelemiş:

Reşid Riza’nın hilafet teorisini, Hilafet konulu eserinde ortaya koyduğu – ya tartışmalı konularda yaptığı tercihler, yahut da kendi buluş ve görüşleri olarak- dikkat çeken düşüncelerini şöylece özetlemek mümkündür;

1. Normal durumlarda halifenin Arap ve Kureyş kabilesinden olması şartı sahih hadîslere dayandığı için, daima geçerlidir. Diğer milletlerden halife olanlar bunu güçlerine dayanarak zorla elde etmişlerdir (teğallub), âlimler bu nevi hilafeti de -zaruret gereği- geçerli saymışlardır. (s. 26-32,43 vd.).

2. İstibdada, zulme, meşru olmayan davranışlara ve uygulamalara sapan halifeyi azletmek, ümmetin temsilcilerinin (ehlu’l- halli ve’l-akdin) vazifesi ve selahiyeti dahilindedir. Diğer fertlerin yalnızca itiraz etme, doğruyu açıklama hakları vardır. Halifeyi azletmeyi gerektiren sebeplerden biri de istibdada, mutlak monarşiye sapmaktır. Bu durumda da Türklerin yaptığı gibi halife azledilir. Mithat Paşa ve arkadaşları İslam’ı bilmedikleri için Batıyı taklid ederek bir anayasa yapmak suretiyle, halifenin selahiyetlerini kısıtlama yoluna gittiler, Mustafa Kemal ve arkadaşları ise hilafetle birlikte Osmanlı devletini de ortadan kaldırdılar. (s. 33,49). Ankara hükûmeti yeni bir yönetim şekli getirdi ve bunu anayasaya bağladı, yeni bir hilafet şekli getirdi, fakat bunun nizamını, kanununu koymadı. (Daha sonra bu hilafet de kaldırılmış ve halife yurtdışına sürülmüştür.) Hilafet için belli bir isim şart değildir, ancak halifenin vazife ve selahiyetleri bellidir, meşru hilafet düzeni bozulduğu takdirde, buna tepki gösterilmesi tabiidir.

3. Halife devleti danışma (şûrâ, meşveret) yoluyla yönetecektir. Kur’an-ı Kerim bunu getirmiş, Rasulullah (s.a.) de uygulayarak ümmeti danışmayla yönetime alıştırmıştır. Danışmanın şekli, usulü zaman ve mekan şartlarına göre değişeceği için bu husus, değişmez naslarla belirlenmemiş, her çağda uygun usulü bir kanunla ortaya koyma işi temsilcilere (ehlu’l-halli ve’l-akde) bırakılmıştır. Bunlar vazifelerini yapmadıkları içindir ki, ilk uygulamalar devamlı hale getirilmiş, hatta bundan da sapılmıştır. (s. 38-41).

4. Belli bir zaman dilimi içinde İslam dünyasında birden fazla meşru halifenin bulunmasının caiz olup olmadığı tartışılmış, zaruret hali müstesna bunun caiz olmadığında ittifak edilmiştir. Eskiden parçalanma ve İslam dünyasının bazı parçalarının diğerlerinden çok uzakta olması gibi sebeplerle- zarureten- caiz görülen birkaç halife, bugün artık caiz görülmemelidir; çünkü hem dinin ve müslümanların menfaatlerinin korunması birliğe bağlıdır, hem de yeni teknoloji (telgraf, motorlu hava, kara ve deniz taşıt araçları) uzakları yakın kılmıştır. (s. 58-59)

5. Halifenin birliği, İslam ümmetinin birliğine bağlıdır. Bugün İslam ümmeti parçalanmış durumdadır. Bunların yabancı işgali ve sömürüsü altında bulunanlarının – işgalciler izin vermedikçe- kımıldamaya mecalleri yoktur. Yabancılar da onların birleşmelerine asla izin vermezler. Bağımsız olanlar ise mezheb, milliyet, vatan gibi değerlere taassupla bağlanmakta, birleşmeye yanaşmamaktadırlar. Başlangıç olarak yapılması gereken -Batılıların yaptıkları gibi- siyasi, askeri andlaşmalar ve dostluklar kurmaktır. Bu da öncelikle Arapların birleşmelerine bağlıdır. Onlar birleşince ümmetin birliğine doğru en önemli adım atılmış olacaktır. Bu noktada ümmetin âlimlerine, aydınlarına (hall ve akit ehline) gayret ve vazife düşmektedir. (s. 65)

6. Ehlu’l-halli ve’l-akd (lugatte çözüp bağlayanlar manasına gelmektedir) ümmetin temsilcileridir. Batı’daki parlemento üyelerinin mukabilidir, ancak İslam’da, ümmetin temsilcisi olacak kişinin taşıması gereken sıfatlar, Batıdakinden farklıdır. Temsilcinin iyi ahlâk sahibi, âlim, uzman, ümmetin itimadını kazanmış, davranış ve düşüncesinde –iktidara karşı- hür ve bağımsız olması gerekir. Halifeyi seçmek, denetlemek, ona danışmanlık yapmak, gerektiğinde görevden almak, çağın gerektirdiği kanunları ve düzenlemeleri yapmak... bu temsilcilerin görev ve sorumlulukları cümlesindedir. Halihazırda İslam dünyasında İslam’ın öngördüğü temsilciler ya yoktur, yahut da -şurada, burada birkaç kişi varsa- yöneticilerin hışmına uğramış, sürgün ve hapishanede hayat geçirmişlerdir. Ümmetin bunların etrafında halkalanması ve desteklemesi gerekmektedir. Bu temsilcilerin çekirdeğini, ne batı taklitçileri, ne de geçmişin içinde donup kalmış taklit fıkıhçıları oluşturabilirler. Bu çekirdek, Şeyh Muhammed Abduh’un açtığı çığırda ilerleyen ıslahatçıların faaliyetleri içinde filizlenecek ve boy atacaktır. (s. 65 vd.)

7. Yeni Türkiye Yönetimi gerçek hilafeti ihya ve tatbik edecek kabiliyettedir. Hilafetin Türkiye’de olmasında büyük faydalar vardır. Araplar ve diğer İslam topluluklarından seçilecek temsilciler halifeyi seçmeli, her bölge ondan alacağı selahiyetle, kendi iç işlerinde müstakil olmalıdırlar. Islahatçı zümre Türkiye yönetimini, hilafetin burada olması konusunda ikna edemezlerse, onlara şunu teklif etmelidirler: İzin verin destekleme ve koruma sözü verin; hilafet Türklerin, Arapların, Kürtlerin bulunduğu ve kime ait olacağı ihtilaflı olan Musul bölgesine taşınsın, civarındaki ihtilaflı topraklar da buraya katılsın, burası tarafsız bir bölge olsun, bütün diğer devletler hilafetin otoritesini tanısınlar. Taraflar buna razı oldukları takdirde ıslahatçı zümre gerekli düzenlemeler ve kurumlar üzerinde çalışmaya hazırdır. (s. 86).

8. Gerçek hilafet kurulurken bir geçiş dönemine ihtiyaç vardır. Bu dönemde zaruret haline ait halife ile idare edilir. Bu arada ictihad derecesinde büyük hukukçu ve siyaset bilimcileri yetiştirecek bir yüksek okul açılır. Bu okula uygun bir program yapılır. Temsilciler (ehlu’l-halli ve’l-akd) buradan mezun olanlardan birini halife adayı olarak seçerler, ümmet de ona bey’at edince halife seçilmiş olur. Onun yardımcıları, danışmanları, yüksek hakimler, müftiler ve mürşidler de bu okul mezunları arasından seçilirler.

9. Kurtuluştan sonra teşekkül eden Ankara hükûmeti ve onun kurduğu düzen ile hilafet hakkındaki kararı geçici olmalıdır. Askerler kısa bir müddet sonra hükûmeti, halkın serbest olarak seçecekleri temsilcilere bırakıp kışlalarına çekilmelidirler. Hilafet konusuna gelince, bunun için de İstanbul’ da bir konferans komisyonu kurmalıdırlar, bu komisyon hilafet meselesini ve onun alacağı yeni şekli incelemeli, gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra, bir hilafet konferansı yapılmalı, buradan çıkacak karara göre de hilafet tesis edilmelidir. (s.156).

R. Riza Türkiye’de veya başka bir yerde, ıslah edilmiş bir hilafet nizamını yeniden kurmak için çalışırken, bunun için çeşitli formüller ve hazırlık çalışmaları teklif ederken, 1925 Nisan’ında Kahire’de bir kitap yayımlandı. Yazarı Ali Abdurrâzık, Ezher hocalarındandı, “el-İslam ve Usûlü’l-hukm” ismini taşıyan kitabında, hilafetin İslam ile bir dinî alâkasının bulunmadığını, müslümanların bu düzeni, çağdaş bir başka düzen ve rejimle değiştirebileceklerini, Hz. Peygamber’in selahiyet ve otoritesinin de maneviyat ve imanla ilgili bulunduğunu savunuyordu. Kitap bekleneceği gibi büyük bir gürültü kopardı, reddiyeler yazıldı, yazarı Ezher hocalığından uzaklaştırıldı. Kitapta ileri sürülen iddia ve düşüncelere karşı çıkanların ön safında R. Riza da vardı. Ayrı bir reddiye yazmamakla beraber, Menar’da birçok yazı yazarak tepkisini dile getirdi. Bunlar arasında “...bu kitap, müslümanların birliğini bozmak ve dinlerini yıkmak için düşmanlarının yazdıkları kitaplardan daha kötüdür” tarzında sert ve ağır olanları da vardır. (XVI, s. 231 vd)

Reşid Riza olanca çabasını sarfederek, bu sırada halifeliğe göz dikmiş bulunan ve konferanstan kendi lehine gelişmeler bekleyen Kral Fuad’ın da desteği ile, 1926 yılı Mayıs başlarında, Kahire’de bir hilafet konferansı toplamaya muvaffak oldu. Konferansta üç temayül ortaya çıktı; Halife Abdulmecid’in makamına iadesi ve desteklenmesi, Şerif Hüseyin’in halife yapılması, Kral Fuad’ın hilafet makamına getirilmesi. R. Riza’nın bütün çabaları boşa gitti, delegeleri -detayını yukarıda özetlediğimiz- hilafet anlayışı ve uygulaması noktasında birleştiremedi. (Merrâkeşî, s. 146, Şekib Arslan, s. 367-368) Giderek, kendi modeline uygun bir hilafet düzeninin kurulması yönündeki ümitleri zayıfladı ve ömrünün geri kalan kısmında, siyasi çalışmalarının yönünü, hilafetten ziyade Arapların birlik, bütünlük ve müslümanlıklarını korumaya çevirdi.

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı