Ersin Çelik / Yeni Şafak
Ramazan reklamları ve ‘samimi’ bir kırılma
Geçen hafta ‘SİYASETEN’ programında Aydın Ünal ağabeyle devam eden boykotu konuşurken, Ramazan ayında Coca Cola olan iftar sofralarına oturulmaması çağrısı yapmıştım. Kendi sözlerimi şöyle alıntılayayım: “Ramazan’da Coca Cola bulunan iftar sofralarına oturmayın lütfen. Protesto edin. Yarım saat aç kalmakla hiçbir şey olmaz. Gidin başka yerde iftar yapın. Ya da onu kaldırsınlar.”
Bir arkadaşım, “Haklısın ve iftar sofralarını boykot etmeye davet ediyorsun. Çok iddialı, lakin piyasa şartları çok farklı. Talep fazla. Dolabına kola koymazsa yemek satamayacak esnaflar var. Vatandaş istiyor” diye mesaj attı. Gerçekten öyle mi?
Yeni Şafak’ın Instagram hesabında programdan kesit paylaşıldıktan sonra o kadar çok mesaj ve yorum geldi ki okumaktan yoruldum ve şunu anladım; basit, sıradan bir mesele gibi görünse de arkadaşımın dediği gibi, tek suçlu kola satan esnaf değil. Gazze’deki soykırım üzerine ilk defa etkili olan ve markaları korkutan boykot kararlılığına rağmen Ramazan manzaramız ortada çünkü. Talep var!
Ramazan aylarımızı asitli içecekle özdeşleştiren, manevi havamızı kullandığı reklam filmleriyle yapmacıklaştıran kapitalist düzene oruçla karşı koyma iradesini gösterebiliyor muyuz? ‘Satmasınlar’ demesi en kolayı. Bence biz, bizi yani ‘almasınlar’ kısmını aşamıyoruz.
Reklam filmleri demişken… Ramazanın gelmesiyle televizyonlara yönelik reklam filmlerinde büyük farklılar görürüz. Bu her sene böyledir. Küresel, kapitalist markalar bir anda kimlik değiştirirler. Ramazanla, oruçla alakaları yoktur ama iddialı prodüksiyonlarla reklam filmleri çekerler. İklimden uzak, samimi olmayan ve tamamen tüketmeye davet eden filmler. Çünkü Ramazan, reklamın izleyicisi için ibadet ayıdır, kola markası için ise asla vazgeçilmeyecek kazanç kapısıdır. Bu seneki reklamı izleyen çok net görmüştür, filmin içinde gerçek bir Ramazan ortamına dair tek bir plan yok. Güzel görseller, rengârenk sofralar, mutlu yüzler ve kola şişeleri...
Aslında bu sadece o global içecek firmasının samimiyetsizliği değil. İçinde yaşadığı toplumu çok iyi tanımak zorunda olan çok sayıda yerli markamız var. Onlar da bu konuda hep vasat ile idare ettiler bugüne kadar. Ramazan ayını daha fazla tüketme aracı yapmanın ötesine geçemediler. Eleştirimi, geçtiğimiz haftalarda Barselona’da gerçekleşen Mobil Dünya Kongresi’nde Turkcell yetkililerine de iletmiştim. Meğer kısa süre önce iş başına gelen yeni yönetimin bu yönde bir çalışması varmış. “Bu yıl Ramazan ayının ruhuna uygun bir reklam olacak” dediler.
O reklam yayınlandı ve geçmiş filmlerden bir ayrışma ve bariz farklılıklar olduğunu gösterdi. Ramazan, Türkiye’de nasıl yaşanıyorsa tüm detaylarını filme yansıtmışlar. Dikkatimi en çok şu çekti: ‘Ramazan Gelenekleri’ deyince maalesef akla gelen ve dayatılmış eğlence anlayışının aksine; olması gereken, gerçek Ramazan gelenekleri yansıtılmış filmde. Kantolar, direklerarası ve Hacivat-Karagöz gibi eğlenceler değil yani.
Mahallenin çocuklarının bir parkta iki ağacın arasına el yordamıyla yaptıkları mahyayı asmasıyla başlayan filmde, iftar sofrasından önce yardımlaşma var. Anneanneden alınan yemek tarifi var, yapılan güllacı iftardan önce komşulara götürmek var. Top atışı yok, minareyi gözetleyen çocuk var mesela. Yine çocukların sahura kaldırılması da var. Dahası dedesiyle teravih namazına giden torun var. Bir dakika 13 saniyelik reklam filminde Ramazan ayına dair bu kadar detayı büyük incelikle sığdırdıkları için Turkcell’i takdir etmek gerek. Adeta kısa film havasında olmuş. Belli ki senaryoyu bu toprakların havasını soluyan, suyunu içen, Ramazan ayını hisseden birileri yazmış.
Birçok siyasi parti gibi markalar da Türkiye’deki dindar ve mütedeyyin seçmeni ıskalamamak, yok sayıyormuş gibi görünmemek için genel anlayışlarını böylesi dönemlerde değiştirmek zorunda kalıyorlar. Diziler bile artık başörtülü karaktere ve dindarların yaşantıları üzerine senaryolara sarıldı. Bir zamanlar dönüştürülmek istenen, baskılanan ve yok sayılan mütedeyyin insanların, halkın gündemini belirleyen sosyolojiyi inşa ettiğini artık kabul ettiler. Ancak birçok marka, birçok kuruluş bu durumu henüz sindiremedi. Bu nedenle de samimi değiller. Film, reklam ve sinema sektörü tam da burada rol yapamıyor işte. Turkcell’in Ramazan ayı reklamını bu nedenle çok önemsedim. Hem film hem de reklam sektöründe kırılmaya neden olacaktır. Samimiyet notunu ise yine izleyici verecek.
Ancak asıl samimiyeti, boykotu bırakmadan ve daha da artırarak bizler göstermeliyiz. O reklamlara kanıp kanmamak elimizde. Soykırım sponsoru asitli içeceğin ‘ramazan geleneği’ halinde dayatılmasına dur demek elimizde. O içeceği görünce “bunlar kardeşlerimizi öldürüyor” diyecek çocuklar yetiştirmek elimizde. Milli içeceklerimizi yeniden sofraların baş tacı yapmak da yine elimizde. Biz niyet edelim, bu Ramazan o Ramazandır belki.