Çok boyutlu bir mücadelenin içinde olduğumuz ve bu mücadelede hemen her türlü araç ve aktörün seferber edildiği de bir vaka. Şunlardan asla bir zarar gelmez, bunlardan tamamen emin olabiliriz, yok canım böyle bir aracı kullanmalarına hiç imkân yok gibi cümleler kuracak dönemde değiliz. Bu hususta kolayca anlaşabiliriz. Çünkü yaşanan acı tecrübeler en son ana kadar kahir ekseriyetle ‘içeriden ve dost görünümlü’ tuzak ve darbelerle örüldü.
Siyaset ve toplum olarak bir başka temel hususta daha anlaşmaya ihtiyacımız var oysa. Mücadeleyi asgari düzeyde mantık ölçüleri içinde tutmak, akıl ve ruh sağlığını tehdit edecek vesveselerin önünü kapamak gibi mesela. Komplolara karşı bilinçli olmak ama seri üretime geçmiş komplo teorilerinin sıradan kurbanları olmamak mesela. Subliminal mesajlar üzerinden geçilen şantaj, tehdit veya operasyonlara karşı her daim uyanık olmak ancak vara yoğa subliminal mesaj uydurmaya endekslenmiş saplantılı bir karaktere dönüşmemek gibi.
Subliminal Fallar ve Mesajlar
Kafaları karıştıran, duyguları karmaşıklaştıran hatta kimilerini tedirgin eden son hikâye Ülker’in ultra münasebetsiz bir kurguyla 1 Nisan şakası yapmaya kalkışmasıyla ortaya çıktı. “1 Nisan yaklaşıyor ve tuhaf şeyler oluyor, hesaplaşma zamanı, sana sürprizlerim olacak” temalı reklam filmi animasyonuyla, renk seçimiyle, korku efektleriyle olduğu kadar okunan metin ve seslendirmesiyle de çok kötüydü. Ülker berbat, saçma, münasebetsiz, itici vs. tarzında yapılacak her türlü negatif değerlendirmeyi fazlasıyla hak eden bir reklamla dikildi karşımıza. Bırakın çocuklar için cazip bir form oluşturmayı kocaman adamlar için dahi irrite edici, tüyleri diken diken eden yakın zamanda tecrübe edilen bir tehdidin hızla ve kaygıyla hatırlanmasına vesile oldu.
Tepkilerin sosyal medya üzerinden bir çığ gibi üzerlerine düşmesinin oluşturduğu panik havasıyla olsa gerek Murat Ülker’in ilk mesajı “Kumpası kuranlar hak etiklerini bulacaklar” şeklindeydi. Oysa ne kumpası, kim kime kumpas kuruyor gibi sorular boşlukta kalıyordu. Anlaşmalı reklam firması yeni bir konsept oluşturmuş ve bu konsept dahilinde ilgili, yetkili kurullardan onaylar alarak işi icraya soyunmuştu. Kaldı ki bu gibi işler zorlu süreçler ve maliyet açısından altından kolay kalkılamayacak harcamalar gerektirir. Yani ‘kumpas’tan ziyade bir kendi kendine etme, ayağına sıkma, artistik bir sıçrama yapayım derken kafası üstü çakılma diyebileceğimiz bir pratik var sanki karşımızda. Öteden beri profesyonelleşmeye isnat edilen bu ölçüsüz öykünme, marka değerini yükseltmek üzere zorlanan yaratıcılık saplantılarının Ülker gibi firmaların dahi başına ne gibi işler açabileceğine dair ibretlik bir tablodur şahit olduğumuz.
Güya muzipçe fakat akli ve ahlaki içerikten yoksun söz konusu kampanyanın sosyolojik açıdan da ciddi bir karşılığı yok aslında. Ancak işin felaket boyutu esas olarak tam da burada başlıyor. Çünkü bir reklam kampanyasından bir darbe iması hatta startı çıkaran sosyal medya uzmanları ve fenomenleri videoda geçen “abiler, ablalar, abilerimiz kahramanlarımız, bu kadar mutlu büyüdüysek ablalarımız sayesinde” gibi kelime ve cümleleri, animasyondaki kimi sembolleri FETÖ’nün yeni darbe girişimine bariz bir işaret saydılar. Daha da ileri gidildi ve videodaki mesajları subliminal mesaj uzmanları gayet net ifadelerle “zehirleme, suikast ve idam” olarak tespit ediverdiler.
Sırlı İş ve Mesajlara Tutulmak
Meğer “küçük kardeş olmak” etiketli reklam filmiyle şunca senedir çikolata ve bisküvi ürettiğini zannettiğimiz Ülker, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a suikast ve bütün bir halka karşı darbe imasında bulunuyormuş, iyi mi? Ampule benzetilen baloncuklar, zehir olarak yorumlanan acı biberler, açıkağızdan çıkarılan mezarlar vs. sonu gelmeyen subliminal mesaj yorumlamaları. Ajans, reklam değil suikast tertiplemek, savaş ilan etmek, katliam çıkarmak üzere kara propaganda filmi çekmiş resmen, Ülker de bu kumpasa yığınla para dökmüş özetle.
Bir nöbet tutma furyasıyla tehlikenin ne kadar yakın ve açık olduğu da tescillenmiş oluyordu ilaveten. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Kısıklı’daki konutunun önünde nöbet ve protesto için çağrılar yapıldı, bir kısım insan derhal mobilize oldu. Lakin ne İstanbul ve Ankara’da ne de başka bir şehirde sıra dışı hiçbir gelişme hatta yaprak kımıltısı bile yoktu. Çağrı yapanlardan biri olarak AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk reklama ve firmaya tepki gösterdikten sonra konuşmasının içerisinde şöyle bir ifade kullandı: “Bu milletin psikolojisi kimsenin oyuncağı değil. Sosyal medya üzerinden duyarlılığımızı eritmek istiyorlar.” Evet, son derece doğru bir ifadedir. Ama milletin psikolojisini oyuncak etme ve sosyal medya üzerinden duyarlılıkları eritme meselesine sağlam bir biçimde muhasebe etmek muaccel bir ihtiyaca dönüşmüş durumda. Bu gibi çağrılarla acaba toplumun psikolojisini bozan, dengesini sarsan, hassasiyetini duyarsızlaştıran daha açıkçası vesveseyi toplumsal bir bozukluğa dönüştüren tavırlar bilmeden ‘içeriden’ de sergileniyor olmasın sakın!
Bu konuda Başbakan Binali Yıldırım’ın meseleyi izah tarzını son derece makul ve yapıcı bulduğumu ifade edeyim. Başbakan Yıldırım reklamın oluşturduğu iklimin sakıncalarına dikkat çekerken kullandığı “darbe günlerini hatırlatan bir takım yersiz, anlamsız, talihsiz laflar” gibi ifadelerle nitelemesi vakaya son derece uygundu. Tedirginliğe dikkat çekerken, sorumluluğu hatırlatırken şu vurgularıyla da duyarlılık talep ediyordu: “Acaba bu gece bir şey mi olacak korkusuyla insanları tedirgin etmeye hakkımız yok. Pensilvanya’dan mesajlar geliyor deniyor, kahve falı gibi bir şey. Bunlarla milletin kafasını yormaya gerek yok. Bunların hepsi züğürt tesellisi. Biz nöbetteyiz, görevdeyiz. Ama buna rağmen çılgınlığın bir mevzuatı, tarifesi yok. Yapan olursa da karşılığını alır.”
Fethullahçı Cunta’nın “Sırlar Dünyası” galiba gerçek dünyamızı alt üst etmiş de farkında değiliz!
Yeni Akit