Reformist Din Solu: Kaş Yapayım Derken Göz Çıkartmak
“Heresy” olarak Batı literatüründe ifadesini bulan İslam geleneğinde “Gulât” olarak tanımlanan ana dairenin dışına çıkma, merkezden sapma durumu genel daire içindeki zaaf ve hataların ötesine geçen bir ayrışma durumunu ifade eder. Kimi farklılıklar doğaldır ancak ortaya çıkan usul ve pratik farkları öze dair bir ayrışmayı beraberinde getiriyorsa bu durum Gulât olarak tanımlanmıştır. Genellikle İslam Mezhepler tarihinde “Ehl-i Kıble” olarak tanımlanan fırkalar aralarındaki farklılıklara ve çatışmalara rağmen ortak bir daire içinde İslam’ın sabiteleri konusunda aynı kalmışlar, ancak minumum müştereklerden, ilkelerde de ayrışan kimi gruplar Gulât olarak başkalaşmışlardır. Örneğin Caferiyye, Zeydiyye, İbâdiyye, Ehl-i Hadis, Mutezîle, Eşariyye ve Maturidiyye genel halkanın/İslam’ın sabitelerinin içinde yer alırken Batıniyye, Karmatîler, İsmaililer, Nusayriler, Dürziler, Nasıbîler bu sabitelerin dışına çıktıklarından Gulât fırkalar olarak tanımlanmışlardır. Son dönemde de Kadiyanîlik, Bahailik, New Age Sufizmi, Ondokuzculuk, Sünneti toptan inkar eden modernist Sadece Kur’ancılar” gibi kendilerince reform hareketleri de belli bazı sabiteleri aştıklarından modern zamanların gulat fırkaları arasında zikredilebilir. 2009 yılında İhsan Eliaçık’ın “Yaşayan Kur’an” isimli eserine yönelik bir dizi eleştirimi ifade etmiştim. (bkz. “Yaşayan Kur’an” mı “Yeni Bir Kur’an” mı? -1, Eliaçık ve Rasyonel Mucizeleri -2.)
Ramazan vesilesiyle medyatikleşen ve özellikle seküler çevrelerde revaç bulan yeni trend, Türk Solunun yeni bir versiyonu olarak karşımıza çıkan “Din Solu” ve onun vaizleri…
Laik/Seküler çevrelerin gözü namazda olmadığı için kulağının ezanda olmasını beklemek safdillik olur. İslâm’ı anlamak ve yaşamak için bir “kaygısı” olmayan bu çevrelerin dindarların çevreden merkeze yürüyüşlerine olan “gıcıklıkları” onları bulabildikleri her argümanla dindarlara muhalefet alanını genişletme, halkın tercihlerini yıpratma olarak kendini gösteriyor. Tuna Kiremitçi gibi bir ismin iftar sofrasını böylesi ucuz bir muhalefete dönüştürme çabası ancak böyle izah edilebilir.
Din Solu’nun son yıllarda öncüsü olarak kamuoyunda arzı endam eden Yaşar Nuri Öztürk’ün şahsî özellikleri sebebiyle kendi kendini yıpratması yeni öncülerin medyada öne çıkartılmasını gerekli kılıyordu. Son günlerin yeni modern vaizi, endişeli modernlerin endişelerini besleyen, onlara ne kadar haklı oldukları vehmini “dincilerin içinden çıkıp gelmiş” eleştirmen İhsan Eliaçık olmuştu…
Dinde reform olarak önümüze konan “şey”, Modern insanın dönüşme kaygısını öldüren onu “rahatlatan” bir söylem… Kapitalist Modern insan için sadece ekonomik paylaşım konusunda onu Sosyalist Modern İnsan olmaya davet eden bu söylemin popülaritesi Laik medyada solculuktan öte İslamî yaşam tarzından vazgeçildiği oranda bir reyting değeri taşıyor.
KUR’AN’DA BAŞÖRTÜSÜ YOK (MU?)
Örneğin tıpkı Yaşar Nuri Öztürk gibi İhsan Eliaçık ta başörtüsünün Kur’ân’da olmayabileceğini savunuyor. Kendisine bu halim nasıl uygun mu diye soru soran Bloomberg TV sunucusunu rahatlatan fetvasını veriyor… Benim iki kızım var birinin başı açık diğerinin ki kapalı diyen Eliaçık’ın kendi yazdığı meal ve açıklamasında Kur’an’da başörtüsünün farz olduğunu savunması ama geldiği zihinsel evrim sonucunda medya’da açıkça başörtüsü “olsa da olur olmasa da olur” noktasına gelmesi düşündürücüdür. Çünkü Eliaçık’a göre Başörtüsünü namus ve iffet sembolü haline getirmenin bir alemi yoktur… (bkz. http://www.youtube.com/watch?v=FFdghTbxSb8&feature=related )
HZ. PEYGAMBER “MULTİ VAKİT” Mİ NAMAZ KILDI?!
Eliaçık’ın ekletik din algısı onun Kur’ân’a yönelik yaptığı te’villerin siyaset ve toplum alanında bir eklektik söyleme yönlendiriyor. İslam’ın bütüncül yapısı içinde bir anlamı olan kimi “ruhsatlar” Modern insanın kendi yaşam tarzı içinde birer azimete dönüştürülüyor. Örneğin İslam’da zor durumlarda başvurulması gereken 5 vakit namazın 3 ana vakte cem’i meselesi “Multi Vakit” gibi fantastik bir tevile dönüştürülüyor. Öyle ki gerekirse 2 vakit te namaz kılınabilir gibi tefsir ve fıkıh usulüne dayanmayan indî yorumlar yapılabiliyor. Eliaçık’a göre, “Peygamberimizin vefatından sonra beş vakti ezan olarak dondurmuşlar. Bana sorarsanız multi vakit uygulaması yapılmalıdır. Ne demek multi vakit? Çoklu vakit. İlla beş vakit olacak diye bir kural yok.” (Bkz. http://haksozhaber.net/eliacik-ile-yukselden-ibretlik-roportajlar-23986h.htm) Oysa İslami usulde ümmetin ittifak ettiği husus odur ki Hz. Peygamber sağlındayken de namazın 5 vakit farz kılınmıştır. Dondurma filan değil açıkça Nassla sabit olmuş ve sünnetle pratize edilmiş bir emirdir. Kur’ân’da 3 ana vakit bulunmaktadır bu 3 temel vaktin içinde 5 vakte bölümlenen Salat vakitleri Hz. Peygamber döneminde de 5 vakit olarak belirlenmişti. Ancak zaruret hallerinde/ yolculuk-hastalık vb./ ruhsat olarak namazlar cem edilmekteydi. Bahsini ettiğimiz husus hem Kur’an’da hem de Mütevatir sünnette sabit olan bir konudur. (Konuyla ilgili ayrıntılı bir çalışmayı daha sonra sizlerle paylaşacağım)
HZ. MUHAMMED SON PEYGAMBER DEĞİL (Mİ!)
İslam ümmetinin Sünnisi, şiisi, mutezilisi, haricisiyle ittifakla kabul ettiği Hz. Peygamber’in son peygamber olduğu (Hatem’un Nubuvve) inancına aykırı biçimde İhsan Eliaçık, Kadıyanilerden kaynak vermeden intihal ettiği tevillerle Hz. Peygamber’den sonra da peygamber gelebileceğini savunmaktadır. (Bkz. İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur’an, Ahzab 33/40. Ayet tevili) Gerek Mevdudi gibi Sünni alimler gerekse de Mutahharî gibi Şii alimlerin İslam ümmeti içinde büyük bir itikâdî sapmayı ifade eden bu te’villere yönelik müstakil eserleri de mevcuttur. Söz konusu te’vil, yalancı peygamberliği meşrulaştıran, vahiy/ilhâm algısını muğlaklaştıran ve Kur’ân’dan sonra da yeni kitapların gelebileceği(!) zannının önünü açan bir sapmadır…
Kur’ân’ın ahkâm ayetleri, çok kaba bir tarihselcilikle keyfen iptal edilebilir duruma getirilirken bazen isnad açısından sahih olan bir hadis kolaylıkla reddedilebilirken, isnadı çok zayıf bir hadis “işe yaradığından” delil olarak kullanılabiliyor.
TARİHİN TAHRİFİ
Öyle ki bu işe gelip gelmeme mevzuu İslam tarihi alanında tam bir skandala dönüşüyor. İslam tarihini parça parça kimi bilgileri kullanıp kimilerini görmezden gelmek bu durumun bir sonucu.
Örneğin Sahabiler önce mülkiyet temelinde bir sınıflandırmaya tabi tutulurken romantik bir “Devrimci sahabiler” kategorisi oluşturulmaktadır. Bahsi geçen “devrimciler” adeta eşitlikçi birer sosyalist gibi takdim edilmekte tarihi verilere dayanmayan iddialarla (Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in miras bırakmadığı(!), Ebu Zerr’in mülkiyete karşı olduğu gibi) tarih istenilen kurgulara dönüştürülmektedir. (bkz. Ebû Zerr Spartaküs müydü? ) Birkaç seçmece sahabi böyle dizayn edildikten sonra diğerleri de toptan biçimde servete düçar olmuş, sapmış kişiler olarak gösterilmektedir. Sahabeyi salt servet ekseninde değerlendirmek te ayrı bir problemdir. Fitne dönemi olarak adlandırılan ve ekonomik yönü de bulunan sahabe arası çatışmayı hakkıyla değerlendirmek başka bir şey, Hz. Peygamber dönemi dahil olmak üzere Emeviler dönemine kadar tüm sahabeyi salt edindikleri servet ekseninde yargılamak başka bir şeydir. Kaldı ki Zengin sahabilerin tümünün bir önyargı olarak “kötü” fakirlerinin ise “iyi” olduğu zannı da sadece bir bühtandır…
Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin miras bırakmadan vefat ettikleri gibi gerçek dışı bilgilerle tarih tahrif edilmekte, Hz. Ömer’in sosyal adalet politikaları çarpıtılarak sanki 2. Halife dönemindeki servet edimi Halifenin onayı dışında gerçekleşmiş gibi bir çarpıtmaya gidilmektedir. Oysa İslam tarihini tetkik eden herkes görecektir ki Hz. Peygamber döneminden başlayarak Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde de kişilerin servet edinme hakları vardı. Ticaret ve mal edinimi infak ile dengelenmiş faiz yasağıyla kontrol altına alınmıştı. Hem girişimcilik ruhu teşvik edilmiş hem de paylaşım ahlakı zenginlerde yer etmişti. Ne Hz. Peygamber ne de 4 halife eşitlikçi ve sınıf bir toplum hedefindeydiler. Aksine ticaret, girişimcilik ve “Pazar” toplumda ekonomik olarak merkezdeydi. Kur’ân çok net biçimde miras, vasiyet, mülk edinme hakkı insanlara tanınmıştır.
ADALET EŞİTLİK Mİ?
Yaşadığı dönemde ticaret yapan sahabilere servet edinme özgürlüğü tanıyan ve serveti meşru gören Hz. Peygamber’i adeta Mao gibi toplumda eşit mülkiyet dayatan bir öndermiş gibi gösterme çabası tarihin açıkça çarpıtılmasından ibarettir. Adalet kavramının eşitlik olduğunu söylemek te bu çarpıtmalardan biri. Oysa Eliaçık 2003’te kaleme aldığı “Adalet Devleti” isimli eserinde Adalet’in hukuk karşısında eşitlik olduğunu ancak “Qıst” ve Adalet kavramlarının eşanlamlı olduğunu da yazmaktadır. Qıst yani her şeyin yerli yerine konması, hak ettiği yerde olması demektir. (Adalet Devleti, Sf.457) Dolayısıyla Adalet/Qıst bazen eşitsizliği gerektirir. Hz. Peygamber de zaten toplumda hukuksal eşitliği ve fırsat eşitliğini korurken herkesin emeğine göre farklı mülk edinme hakkını da korumuştur. Öyle ki Hz. Muhammed’in sağlığındayken pek çok sahabi zengin olmuş ancak zenginliklerini borç silme, köle azad etme, infâk, sade yaşam gibi İslami yaşam tarzı içinde anlamlandırmışlardır.
“Cihat ayetlerinde belirtilen kafir dine inanmayan değildir. Kafir mülk ve servet sahibi olup mülk ve serveti ile yoksulları ezenlerdir.” Diyerek İhsan Eliaçık eşi benzeri görülmemiş bir tevil yeteneğini yin sergilemektedir.
KUR’AN EŞCİNSELLİĞİ Mİ TECAVÜZCÜLERİ Mİ HER İKİSİNİ Mİ ELEŞTİRİYOR?
Eliaçık, Dipnot TV Röportajında eşcinsellerin hoşuna gidecek bir açılım yapmış. Şöyle diyor: “Lût kavminde eşcinsel ilişki kavmin zenginlikten şımarmış ileri gelenlerinin bir davranışı olarak görülür. Bu ayetler eşcinselleri değil, eşcinsellerle ilişkiye girmek isteyenleri eleştiriyor. Misafirlerle ilişkiye girmek isteyenleri eleştiriyor. Tecavüz edeni eleştiriyor, tecavüz edilmek isteneni değil.” Oysa Hz. Lut’un ağzından çok net biçimde işlenen cinsel sapkınlığın kendisinin iğrenç bir fiil bir sapma olduğu beyan edilmişken, cinsel sapmanın kendisini gayri meşru ve fıtrat dışı görürken Eliaçık’ın tevillerine göre fiilin kendisi değil faillerin zor kullanmasına indirgenmektedir. Oysa hem işlenen fiil hem de failler ayette lanetlenmektedir. Eşcinselliğin cinsel bir “tercih” olduğu(!) suç olanın ise dayatma olduğu hurafesine zemin hazırlamaktadır. Eliaçık’ın satırarasında mülkiyete bağlayarak gayrimeşru görmese de olumsuzladığı eşcinselliğin fakirler arasında da yaşandığı gerçeğini travesti sorunuyla hatırlatayabiliriz.
Reformizm ile Islah çabalarını birbirinden ayrıştıran en önemli nokta burası. Islâh çabasının özünde özellikle ibadetler alanını kurumsal mezhepler öncesine geri döndürmek ve ibadetler/nüsuk alanına asla içtihad sokmamak vardır. Nüsuk alanında mutlak öze sadık kalmakla birlikte muamelat alanında içtihad kapısını sonuna kadar aralamak ve tüm bunları İslâmî yaşam tarzını diri tutmak amacı vardır. İslâm’ın bütüncül yapısından kopartılarak modern/seküler yaşam tarzı içinde payanda yapmak değil…