Referandumun gösterdiği

Orhan Miroğlu

Referandum süreci bitti, ama ortaya çıkardığı sonuçlar genel seçim ve sonrası dâhil, siyasetin gündemini belirlemeye devam edecek.

Anayasa referandumu, Türkiye’nin yeni bir anayasa ve demokrasi için kat etmesi gereken mesafeyi de ortaya çıkarmış bulunuyor.

Türkiye bu tarihî mesafeyi kat ederken, ağırlıklı olarak MHP’de temsil edilen ve Orta Anadolu ile Karadeniz’de hâkim olan Türk milliyetçiliğinin; demokrasiye ve değişime evet diyen iyi huylu bir milliyetçilik haline gelmiş olması kanaatimce son derece önemlidir.

BDP Eş Genel Başkanı Sayın Selahattin Demirtaş’ın söylediği gibi, “MHP tabanı ‘Evet’e oy vererek, bu savaşın bitmesini istediğini ortaya çıkarmıştır.”

MHP’li seçmen üzerinde, ne “Habur Sendromu” ve ne de yıllardır bu bölgelere giden şehit cenazeleri üzerinden yürütülen kampanya etkili oldu..

Ama Kürt sorunu üzerinden pompalanan bölünme korkusunun kıyı şeridinde epey işe yaradığı görülüyor..

Referandum sonuçları başta AK Parti olmak üzere, bütün partilerin Kürt sorununda yeni bir muhasebe yapmasını da zorunlu kılıyor.

Ama bunu yapacak olan partiler, her şeyden önce, BDP ve PKK’nin bundan sonra izleyeceği politikaya bakacaklardır.

Ateşkesin biteceği gün olan 20 eylül bu bakımdan yeni bir dönüm noktası olabilir.

Kürt seçmenin önemli bir kısmı üzerinde etkili olan boykota rağmen, Kürt siyasetinin hem Kürtlere hem Türkiye’ye karşı sorumluluğu daha da artmıştır.

Malum medyanın, 13 eylül sabahından başlayarak “hayır” cephesinin seçimdeki başarısızlığının gerçek nedenlerini görmezlikten gelip, boykot politikalarını övmesi hayra alamet değildir.

Her türlü ihlalin ve zulmün 30 yıldır yaşandığı bir bölgede, referandumu “ulusal bir tercih” gibi sunmada BDP’nin belli bir başarı sağlayacağı ortadaydı.

Kimi yorumcular, muhtemel bir müzakere ve çözüm sürecinde Kürt tarafını zayıflatmamak için, insanların boykota yöneldiğini söylüyorlar. Doğru bir tesbit olabilir bu. Ama Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi iklimi hesaba kattığınızda, Kürt seçmenin boykot yönünde davranmış olması, Kürt siyasetine bir şey kazandırmamıştır.

BDP’nin 12 Eylül Anayasası’nın oylandığı ve aslında Kürt sorununda kalıcı çözümün de belirleyici oranda bu sonuca göre gündeme geleceği bir süreçte; siyasi gücünü ispata yarayan bir politika izlemesi, kanaatimce BDP’nin Türkiye’ye dönük yüzünü güçlendirmemiş, tersine zayıflatmıştır.

“Hayır” cephesi Kürtlerin Türkiye demokrasisiyle ilişkisi hep zayıf kalsın istedi. Şimdi de, seçimin tek galibi BDP deyip duruyorlar. Ortada bir galibiyet yok bence. Yirmi kusur yıldır BDP geleneğine göre hareket eden bir seçmen davranışı var ki, bu seçmen kitlesi, bu son derece önemli referandumda iyi yönetilmedi ve demokratik sürecin dışında tutuldu.

Meclis’te grubu bulunan, belediyelerde iktidar olan, onlarca parti dağılıp giderken, siyasi gücünü her şeye rağmen koruyan bir hareketin, gücünü ispat edeceği bir zemin değildi referandum süreci.

Sandığa giden Kürt seçmenin tercihi “Evet” yönünde ve çok yüksek oranlardadır. Seçimi boykot etmiş olsa da, BDP tabanı herhalde MHP tabanından geri bir yerde değildir. BDP boykotu denemeseydi, “Evet” oylarının Türkiye ortalaması, yüzde 65’lere ulaşabilirdi.

Öte yandan, boykot kararı, “Evet” ve “Hayır” oylarının dengeli olması halinde “Hayır” cephesine yarayacaktı. Bu durumda, BDP’nin Türkiye demokrasisini boykot eden ve değişimi engelleyen bir siyasi hareket olarak tarihe geçmesi kaçınılmazdı.

Oysa Kürtler böyle bir şeyi asla hak etmiyorlar.

BDP tabanı hiç değilse serbest bırakılsaydı, bu seçmenin de, yüzde doksan beşlere varan oranda “Evet” diyeceğinden kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Böyle bir şey, anlamlı bir jest olurdu ve BDP’nin gücünü zayıflatmaz, tersine güçlendirir ve demokrasi güçleri nezdinde saygınlığını ve prestijini daha da arttırırdı.

13 eylül sabahı, 12 Eylül’le hesaplaşmak için herkesten önce mahkemelere koşan BDP’li milletvekillerinin verdiği mesaj açıktır.

Bu dostlarımızın vakit kaybetmeden mahkemelere gitmesi, bu değişimin en çok Kürt toplumunu harekete geçireceğini gösteriyor.

Referandumun sonucu, açılım süreciyle başlayan ve kör topal da olsa ilerleme gösteren toplumsal müzakere ve diyalog sürecine, kaldığımız yerden ve yeni bir umutla başlamamızı da olanaklı hale getirdi.

Seçmen AK Parti ve BDP’yi çözümün aktörleri olarak yeniden tescil etmiştir.

CHP ve MHP’ye de demokratikleşme ve Kürt sorunundaki politikasızlıkları nedeniyle anlaşılabilir ve net bir uyarıda bulunmuştur.

Sayın Kılıçdaroğlu’nun memleketi Dersim’de “Hayır” oylarının Türkiye rekoru kırması CHP’nin değişim sorunu olmadığını göstermiyor. İlginç bir sonuç bu. Ama bu tercihin, Alevi kimliğiyle ve Stockholm Sendromu’yla yakın bir ilişkisi var gibi geliyor bana. Dersim Belediyesi’ni BDP yönetiyor, merkezde ve 800 hanede, dağa çıkmış ve hayatını kaybetmiş en az bir veya iki kişi var. Ama buna rağmen boykot etkili olmadıysa, BDP’nin de bu sonuç üstünde ayrıca düşünmesi gerekiyor.

Hakkâri’deki sonuç da bence çok ilginç.

Bu ilde katılımın çok düşük olması bana normal bir şeymiş gibi gelmiyor.

Sivilliğe ve çoğulculuğa dikkat çekmek zorundayız.

Hatırladığım kadarıyla, Federal Kürdistan’da, Hewler veya Süleymaniye’de, şimdiye kadar yapılan seçimlerde Barzani’nin KDP’si ve Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin YNK’si dahi böyle bir sonuç elde edemedi.

Referandumun sonuçlarını tartışmaya devam edeceğim.

TARAF