Referandum puan tablosu ve sonrası

Hilal Kaplan

Şartlar olgunlaştı. Halk 12 eylülde yönetime el koydu, vatandaş yedek kulübesinde kaldı. Can çekişmekte olan statükonunsa bir sivil anayasalık canı kaldı. Referandum puan tablosuna ve ondan çıkarılması gereken derslere bakalım:


Statükocular:
Fena kaybettiler. Onca dezenformasyon, manipülasyon, iftira ve hatta “‘Evet’ çıkarsa bir gece ansızın içeri atılabilirsiniz” tehditleri sökmedi. Halkın feraseti sandıkta yine galip geldi. Bu arada referandum öncesi her gece TV’lerde arz-ı endam eden emekli generalleri de gözümüz arar oldu. Hayırdır, olur da adliyeden ararlar diye yurtdışı seferlerine mi rağbet ettiler acaba?


“Yetmez ama Evet”çiler:
Artık “Evet ama Yetmez” diyoruz. Yaptığımız ilk iş, 13 eylül sabahı mesai saati başlar başlamaz, darbeciler hakkında suç duyurusunda bulunmak oldu. Aynı gün Ankara, İzmir, Bursa, Afyon, Bolu, Diyarbekir, Adana ve Şırnak’ta da darbecilerin yargılanması için suç duyurusunda bulunuldu. Bu suç duyurularının yurdun her yanına yayılması çok önemli. Darbecilik vatan hainliğiyse, suçluları şikâyet etmek de esas vatanî görevdir. O yüzden “İlk hedefiniz adliye!” Üstelik biz “asmayacağız da besleyeceğiz”.


Aleviler:
Başbakan referandum mitinglerinde açılımla gönüllerini kazanmaya başladığı Alevileri kırmak için elinden geleni yaptı. Alevi nüfusun da yoğun olduğu ve Çorum katliamının yaralarının yeni yeni sarıldığı bir şehirde, Yavuz Sultan Selim dönemindeki Alevi katliamlarını meşrulaştıran fetvasıyla ünlü Şeyhülislam Ebus Suud Efendi’yi övdü. Yargıdaki atamaların anti-demokratikliğini eleştirmek dururken, “Dedelerden talimat alarak atamalar yapma dönemi bitiyor” diyerek atama yapanların mezhebine gönderme yaptı. Böylelikle sorunun adını yanlış koymuş oldu. Sorunu “Yargıdaki mezhepçi örgütlenme” olarak adlandırmak “Emniyetteki F-tipi örgütlenme” nitelemesi kadar çirkin ve aşağılayıcı değil mi? Yani “Aleviler neden hâlâ Kemalist” diye soran Sünnilerin de kendilerine sorması gereken çok soru var. Başbakan, Kılıçdaroğlu’dan ötürü Alevileri gözden çıkardığından bu kadar hoyrat bir dil tutturmuş olabilir. Ancak “halkın hizmetkârı” iddiasındaki Erdoğan’dan oy karşılığı değil, Türkiye halkının bir parçası olmalarından ötürü saygı beklemek Alevilerin de hakkıdır herhalde.


Solcular:
Sol, referandum vesilesiyle üçe bölündü. “Evet- Hayır- Boykot”tan fazla seçenek olsaydı, muhtemelen daha da bölünürdü. Referandum öncesi “15. Madde değişse ne olur” umarsızlığındaki “Hayır”cı solcular, 13 eylül sabahı “AKP samimi değil” marşlarını söyleyerek, Geçici 15. Madde’yi halk onayıyla kaldıran AKP sayesinde adliyelerin yolunu tutup darbeciler hakkında suç duyurusunda bulundu. Hâlbuki “AKP 12 Eylül’ü yargılayamaz, biz yargılarız” diyenler “devrim mahkemeleri”nin kurulmasını bekler diye düşünmüştüm, yanılmışım. Neyse, “son tahlilde” onlar da “Yetmez ama Evet” demeye karar verdiler anlayacağınız. Bu arada “Hayır”cı solcular, devrimi orta-üst sınıftaki “Atamizindeyiz”ci Beyaz Türkler ve MHP’nin aşırı-milliyetçi bozkurtlarıyla beraber yapacaklar gibi görünüyor. Ne diyeyim, kendilerine “iyi devrimler” diliyorum.


Tuzlu su muhafazakârları:
Bu kesimi çok eleştirdik, eleştirmeye de devam edeceğiz ama tuzlu suyla yan yana yaşayıp muhafazakârlaşmamışları da unutmamak gerek. Referandum sürecinde Bodrum’daki “Yetmez ama Evet” paneline katılmıştım. Oradaki arkadaşlarımdan öğrendiğime göre Bodrum yüzde 20 oranında “Evet” demiş. Tuzlu su muhafazakârlarının simgelerinden olan Bodrum’da 2009 seçimlerinde AKP’ye sadece yüzde 13,5 oranında oy çıktığı gözönüne alınırsa, aradaki farkı “Yetmez ama Evet”in başarısı saymak mümkün. O yüzden “Hayır”cı sahil şeridini toptan suçlamak yerine, buradaki demokratikleşme talebini nasıl arttıracağımız üzerine kafa yormak gerek.


Kürtler:
Kimse kimseyi kandırmasın. BDP’nin boykot çağrısı Kürtlerin yoğun yaşadığı 15 ilde yüzde 40’ı bile bulamadı. Yani ne abartıldığı kadar başarılı ne de küçümsendiği kadar başarısız bir sonuçla karşı karşıyayız. Kürtlerin bu süreçte “Oy ver, yeşil kartın kalsın” diyenlerle “Oy ver de gününü gör” diyenler arasına sıkışmış olmasıysa daha çekecek çok çilelerinin olduğunun bir göstergesi. Çileyi azaltmak için BDP demokratik özerkliğin Kürt halkının ilk şartı olmadığını, AKP de BDP’siz bir çözümün mümkün olmadığını kabul ederek işe başlayabilir.


Başbakan ve hükümet:
Konuşmasında söz verdiği gibi referandum sonuçlarını bir tür güvenoyu olarak algılamazsa iyi olur. Şu anda memleketin başkanlık sistemini tartışmaktan daha önemli işleri var. Örneğin vaat edilen demokratikleşmenin gerçekleşmesi için en başta Kürt meselesinde barışçıl çözüm şart. MHP’nin ulusalcı olmayan kanadının “Evet”ten yana olması artık Başbakan’ı cesaretlendirmeli. Üstelik referandumdan sonra “elimi kolumu bağlıyorlar” şikâyeti de geçerliliğini yitirmiştir. YAŞ’ta askerlere ülkeyi kimin yönettiğini gösterenler, bundan sonra da Kürt meselesinde esas söz sahibinin kim olduğunu gösterse fena olmaz. Eğer “söz milletin”se, milletin sözünü emanet ettiği her partiyle diyalog kurmak da hükümetin boynunun borcudur.

TARAF