Yarın "kısmi anayasa değişikliği"ni oylamak üzere sandık başına gideceğiz. "Evet mi?", "hayır mı?" yönünde çıkacak sonucun, 26 maddenin kabulü veya reddi dışında anlamı var:
1) Türkiye toplumu önemli bir karar verecek: Kendi iradesiyle "kısmi de olsa bir anayasa değişikliği" yapabilecek mi, yoksa bu işi silahlı veya silahsız bürokratlara ve iktidar seçkinlerine mi bırakacak? Bugüne kadar darbe dönemlerinde askerlerin anayasa empoze ettiği bir ülkede değişikliğin fonksiyonel değerinden çok sembolik değeri öne çıkmaktadır.
2) Yarın sandıktan çıkacak sonuç, önümüzdeki Mayıs-2011'de yapılacak milletvekili genel seçimlerini, 2012 cumhurbaşkanı seçimini ve muhtemelen 2013'teki belediye seçimlerini etkileyecektir.
3) Referandum kampanyası hayli berbattı. Siyasi partiler, çekiç gibi karşılarında her şeyi çivi olarak gördüklerinden, anayasa değişikliğini bir anda siyasi parti rekabetine indirgediler. Bu ise sığ yaklaşımlarına ve kavgalarına alışık olduğumuz siyasilerin kampanyayı domine etmesine, değişiklikle ilgili içeriğin unutulmasına yol açtı.
4) Kampanyada partilerin ara kademeleri gözükmedi, meydanlar ve ekranlar sadece liderleri dinlemekle yetindiler. Öne çıkan iki lider oldu: AK Parti Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu.
5) Liderlerin kullandıkları dil ötekileştirici, ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcıydı. Aralarında mahiyet farkı olmadı, derece ve vurgu farkı gözüktü.
6) Toplumu anayasal düzen, yönetim ve siyaset konularında aydınlatacak olan hukukçular, bilim adamları, aydınlar, yazarlar ya gözükmedi ya da silik kaldı.
7) Büyük sermaye referandum sınavında sınıfta kaldı; bir türlü doğru toplumsal değişim talebine "evet" yönünde tercih koyamadı. TÜSİAD, bir çıkar grubudur, görece homojendir. MÜSİAD, ASKON ve TUSKON gibi tercihini açıkça belli edebilirdi, TOBB'da sadece kişisel tercih açıklamaları olabilirdi, çünkü yapısı heterojendir, başkan -ortak karar olmadıkça- bütün üyeleri bağlayıcı açıklamalarda bulunamaz. Referandumdan çıkacak bir "evet" borsayı coşturacak, bu mali coşkudan halkın, yoksul kesimlerin herhangi bir yararı olmayacak, ama gizli tercihi "hayır" olduğu anlaşılan TÜSİAD borsadan azami kazancı sağlayacak. Bu da Türkiye'deki paradokslardan biridir. Bundan AK Parti'nin gerekli dersi çıkarması, sekiz senedir nüfusun ilk yüzde 20'sini kollayan iktisat politikalarını nüfusun yüzde 60'ı olan orta sınıflardan ve yüzde 20'lik yoksullardan yana gözden geçirmesi gerekir. (NOT: Buna rağmen Hak-İş Başkanı'nın Sayın Ümit Boyner hakkında kullandığı ifade son derece yakışıksız ve ayıptı.)
8) Bununla bağlantılı olarak toplumda gelir ve eğitim düzeyi yüksek zümrelerde "hayır" oranı yüzde 65-70; gelir ve eğitim düzeyi düşük kesimlerde "evet" oranı yüzde 65-70 olarak belirdi. Mesela hane halkı itibarıyla geliri 5 bin lira üzerinde olanlar "hayırcı", 1.000 liranın altındakiler genellikle "evetçi" safta yer aldı. Bu da adaletsiz gelir bölüşümünden en çok istifade edenlerin ve mevcut eğitim sistemini içselleştirenlerin demokrasiye hayli mesafeli olduklarını göstermiş oldu. Gelir bölüşümünü bir an önce adil kılmak gerektiği gibi, eğitim sistemini de demokratikleştirmek gerekir.
9) Referandumdan "kuvvetli bir evet" çıkarsa, muhalefet partileri bir şeyi anlayacaklardır: İktidar partisinin her olumlu icraatını Anayasa Mahkemesi'ne götürme dönemi sona ermiştir. Hem AYM'nin yapısı değişecek hem iktidar partisi gerekirse referanduma gidip demokratikleşmeyi sürdürebilecektir.
10) CHP, MHP ve BDP'nin değişikliğe karşı olan tutumları tamamen siyasi sebeplere dayalı oldu, hukuk devleti yolunda ilerlemeye hizmet etmedi. Ancak "evet" kadar "hayır" ve "boykot" da demokratik bir haktır. Baskı ve şiddet kullanılmadıkça herkes vicdani kanaatine göre oy kullanma hakkına sahiptir.
11) Sıkıntılı bir dönemden geçmesine rağmen SP Genel Başkanı Numan Kurtulmuş başarılı ve güven verici bir sınav verdi; DP'de aforoza uğrayan Süleyman Soylu kampanyanın yıldızı parlayan lideri oldu.
ZAMAN