Doç. Dr. Merve Suna Özel Özcan / Açık Görüş
Misilleme savaşları kime yarıyor?
7 Ekim 2023 tarihinden itibaren dünya tarihinde büyük bir kırılma yaşandı. Gazze'de İsrail'in başlattığı soykırıma varan eylemler, var olan tarihsel yaklaşımların sorgulanmasına sebep oldu. 7 Ekim'den bu yana sivil Gazze halkı büyük bir katliamın kurbanı durumunda. O tarihten bu yana uluslararası hukuk, uluslararası örgütler ve en önemlisi de uluslararası etik sorgulanıyor. Var olan tüm insani değerler ve insan hakları, Birleşmiş Milletler'in yaptırım uygulamadığı İsrail tarafından yok ediliyor. İkinci Dünya Savaşı döneminde Milletler Cemiyeti'nin işlevsiz kaldığı reel politik 21. yüzyılda farklı bir şekilde yaşanıyor.Tarih, farklı aktör ve zaman-mekân içinde kendini tekerrür ediyor; büyük güçler çatışırken, siviller hayatını kaybediyor.
Özellikle bu süreçte ABD'nin İsrail desteği, İsrail'in en büyük kural tanımazlık dayanağını sağlıyor. Nitekim bugün gelinen süreç içinde İsrail'in politikaları önümüzdeki günlerde yeni bir dünya savaşı mı başlatacak yoksa uluslararası alandaki bu derin uyku hali sona ererek, İsrail'e karşı bir ortak yaptırım mı uygulanacak belirsiz. Ancak var olan uluslararası kurum ve değerlerin her geçen gün yok olmaya başladığı ve uluslararası güvenin azaldığı görülmeli. Özellikle Uluslararası Adalet Divanı'nın kararları ve yaptırım konusu en çok dikkat çeken alan. Bunun nedeni UAD'nın İsrail'in Gazze'de 'soykırımı önlemek için' aldığı karara rağmen İsrail'in, sivilleri hedef almaya devam etmesi. Yaklaşık 196 gündür küresel kamuoyu Gazze'de 34 bini aşkın sivilin hayatını kaybettiği bir katliam sürecine tanık olurken İsrail Savaş Kabinesi ve Netanyahu bölgesel çatışmaları daha da arttırma hedefinde.
Oyun haline gelen meşru müdafaa hakkı
Nisan ayı başında İsrail'in, İran'ın Şam Konsolosluğu'na düzenlediği saldırı akabinde, İran, BM Sözleşmesi 51. madde kapsamında meşru müdafaa hakkı kullanacağına ilişkin açıklama yapmıştır. Sonrasında dünya, bölgede yeni bir savaşın başlayıp başlamayacağına odaklanmıştır. İran'ın bu misilleme açıklaması akabinde 13 Nisan akşamı 300'den fazla kamikaze silahlı insansız hava aracı ve füze ile İsrail'i vurması yeni bir süreci başlatmıştır. Saldırının başarı ya da başarısızlığından ziyade uluslararası alanda var olan gergin ortam daha da sert yaklaşımları doğurmuş ve İsrail'in sınır tanımaz tutumlarına meşruiyet alanı yaratma potansiyeli ortaya çıkmıştır. Ayrıca İran'ın ilk kez kendi topraklarından İsrail'i hedef alan bir saldırı gerçekleştirmesi İsrail'in "yenilmez" konumdaki duruşu açısından düşündürücü olmuştur. Sonuç her iki ülke açısından da ne olursa olsun yeni bir savaşı ortaya çıkaracak potansiyele sahiptir. Bu durum bireyden, sisteme kadar tüm aktörleri tedirgin etmektedir. Özellikle İran'ın bu saldırı sonrası başarısının tartışılması ve İsrail'in demir kubbe koruması altındaki gücünün gösterilmesi de ayrı bir güvenlik sorunu ekseninde düşünülmelidir. Nitekim İsrail, İran saldırısı sonrasında bu kez meşru müdafaa hakkının kendinde olduğu yaklaşımı ile Netanyahu ve Savaş Kabinesi toplantıları düzenlemeye başlamıştır. Sonuç ne olacak diye düşünürken,19 Nisan sabahının erken saatlerinde ABD medyası İran'ın, İsrail tarafından vurulduğunu açıklamıştır. İran'da hedef alınan İsfahan'da, nükleer tesislerin yanı sıra İran Hava Kuvvetleri Üssü de bulunmaktadır ve bu açıdan bölge önemli bir anlama sahiptir. Her ne kadar bölgede, büyük çaplı bir bombalama olmasa da bu saldırı İsrail'in kabulü durumunda bir gözdağı olarak görülebilir. Taraflar arası misilleme ve meşru müdafaa hakkı kullanımları daha ne kadar devam edecek bilinmezlikler ile doludur.
Bu açıdan asıl konu İran'ın bu kez meşru müdafaa hakkı kullanıp kullanmayacağı olacaktır. Belirttiğim gibi var olan süreç içinde uluslararası kurum ve değerler o kadar yıpranmış ve yıpranmaktadır ki 51. madde ve meşru müdafaa hakkı da bu açıdan bir oyun gibi aktörler arası gel-git yapılan bir hale gelmiştir. Bu durumda zaten BM kararına uymayan İsrail, Orta Doğu'da toprak genişletme ve yeni çatışma alanları yaratma adına bu durumu da araçsallaştırmaktadır.
Refah tehdit altında
Bir diğer konu ise Gazze'de yaşanan vahşetin yeni çatışma alanları yaratma girişimi ile adeta unutturulma çabasıdır. İsrail'de Netanyahu Hükümetinin özellikle Gazze'de gerçekleştirdiği soykırıma varan eylemleri İran saldırısı ve misillemeler ile ikinci planda bırakılmaya çalışılmaktadır. Bu açıdan İsrail'in önümüzdeki günlerde Gazze'de güvenli bölge olarak gösterilen Refah'ta olası bir operasyon ile tüm bölgeyi kontrol etme girişimini gerçekleştirmesi de muhtemeldir. Böylece Gazze, yeni çatışma alanı yaratımları ile bir anlamda arka planda bırakılmaktadır.
Son olarak bu sürece ABD faktörünü de eklememiz gereklidir. ABD İsrail'in 7 Ekim sonrasında başlattığı Gazze saldırılarından bu yana İsrail'in en büyük destekçisi konumundadır. Netanyahu'nun Gazze'de gerçekleştirdiği eylemlere dünya kamuoyunda artan tepkiler, yaklaşan ABD başkanlık seçimleri ekseninde İsrail politikasını da etkilemektedir. ABD'nin keskin söylemli İsrail desteği zaman içinde kısmen de olsa değişmiştir. Ayrıca İran ile yaşanan süreçte ABD bölgede tek hâkim güç gibi davranmakta ve itidalden çok kontrollü bir saldırı süreci yönetir havası yaratmaktadır. İran ile olan ilişkilerinde var olan düşman yaratım yaklaşımı da Orta Doğu'da ABD'ye güç sağlarken, aynı düşman algısı İsrail açısından da misillemeler ile bir anlamda araçsallaştırılmıştır.
Sonuç olarak İran'ın askeri anlamda saldırılarının stratejik boyutu tartışılsa da bunun bir başarı olarak görülmediği söylenebilir. Ancak bu bir başarısızlık da değildir çünkü İran'ın kendi topraklarından İsrail'e yönelik doğrudan saldırısı, İsrail'e karşı Orta Doğu ülkeleri arasında 7 Ekim'den bu yana söylemden eyleme geçen bir milat olmuştur. Her ne kadar misilleme ilk aşamada İsrail saldırıları ile başlasa da bir anlamda İsrail'in sarsılmaz kabul edilen konumunun yeniden değerlendirilmesi gereğini ortaya koymuştur. Ayrıca taraflar askeri olarak bu süreçte birbirlerini bir anlamda test etmişlerdir. İran, Demir Kubbe'ye karşı, İsrail ise İsfahan'da adeta teknolojik ve psikolojik savaşın sınırlarını ortaya koymuştur. Üçüncü bir aktör olarak ABD'nin bölgedeki çatışmayı sonlandırma yerine İsrail'in yaptığı eylemleri unuttururcasına çatışmayı daha geniş bir alana yaymaya yönelik zımni desteği de unutulmamalıdır. İsrail'in, Gazze'de gerçekleştirdiği katliamlar gündemden düşerek, İran ve İsrail çatışması bir anda gündemin odağı olmuştur. Bu durum binlerce sivil için büyük bir yıkımdır. Sonuç ne olursa olsun var olan aktörler, uluslararası kurum ve örgütlerin yetersiz kalan gücü ile misillemeler savaşı arasında kalan sivil canların kurtarılmasında yine sınıfta kalınmıştır.