HAMZA TÜRKMEN'in yazısı:
Tarihten akıp gelen beraberliklerimiz arasında sanal sınırlar var. Zamanla ellerimiz ve aidiyetlerimiz birbirinden kopartılmış. Sinan Çetin’in Propaganda filmi bu halin en basit temsillerinden birisi.
Ortak coğrafyayı ve tarihi parçalayan her sınır kümesinin üzerinde vesayet sistemleri kurulmuş. Halkların tabii değerleri ve İslami birikimi yabancılaşmayı ifade eden cahili sistemlerce bastırılmış, yasaklanmış veya yozlaştırılmak istenmiştir.
Ulus yapılar kimliksel olarak egemen Batı tarafından yönlendirilmiştir. Ulus devletler ve toplumlar cahiliyyenin hükmü (5/50), asabiyesi (48/26), kültürü (33/33) ve gayba taş atma (4/154) özellikleriyle kirlilik taşırlar. Hukuki ve ideolojik sistemleri bu kirliliğe dayanır. Islah öncülerimizden Seyyid Kutup, Kur’an’ın inzal olduğu çağda kullanılan cahiliye kavramını, ilk kez bu tür çağdaş yapıların sıfatlandırılmasında kullanmıştır.
İçinde yaşadığımız toplum bir tevhid toplumu ya da zaaflar taşısa da Osmanlılar gibi bir ümmet toplumu değildir. Maalesef ki Lozan’la istikameti çizilmiş ve vahyi ölçüleri dışlamış seküler temelli ulusal bir devletin/sistemin inşa ettiği bir ulus toplumdur. Ve bu yapı içinde kısıtlanan haklarımızı ve baskılanan kimliğimizi yeniden özgürleştirmek için idealize ettiğimiz ıslah ve inşa mücadelemiz yanında; kuşatıldığımız sistemde, sistem içi araçlarla özgürlük alanları açma girişimlerine ilgisiz de kalamayız.
Politika tanımındaki pragmatik tınılar bir tarafa; ölçüsüz veya zorunlu ilişkileri fıtri olana uygun olarak yönlendirip terbiye, sevk ve idare etme sanatı olan siyaseti, verili sistem içinde düşündüğümüzde bu çabaya “reel siyaset” denileceğini belirtmiştik. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ifadesiyle bu çabaya “aktif siyaset” de denilmektedir. (...)