Reel Politik Bir Araç Olarak Barış Söylemi

Ahmet Yıldız sol literatürde etkili bir malzeme olan barış kavramının PKK ve yandaşlarınca nasıl biçimlendirildiğini izah ederken, kavramlar üzerinden yürütülen taktik mücadeleyi ele alıyor.

Doç. Dr. Ahmet Yıldız / Yeni Şafak

Türkiye toplumu, bütün siyasi anlaşmazlıkları demokrasi içerisinde çözebilecek bir hazım kapasitesine sahiptir. Şiddet kullanımı yoluyla siyasi problemlerin çözümü “kalıcı ve adil barış” değeri açısından kabul edilemez bir durumdur.

Komünist lügatçede “barış" en kullanışlı kelimeydi, çünkü insanların ilk elde “hayır" diyemeyeceği bu kavram, komünist yayılmacılığın da örtüsüydü. Neredeyse bütün Türkiye'yi eylem alanına çeviren ve konjonktürel fırsatçılık üzerinden silahlı çatışma sürecini yeniden başlatan KCK-PKK, siyasi söylemini propagandist idealist bir çerçevede kodlarken, siyasi pratiğini reel politiğe göre biçimlendiriyor. Devşirme sol-milliyetçi hamasete dayalı bir siyasi dilin kendisini “rasyonel" olarak tanımlaması bunun bir göstergesidir.

İNSANLIK DIŞI CİNAYETLER İŞLEYEN BİR TERÖR ÖRGÜTÜ

Bu dilin kendisini yansıttığı siyasi söylem, “savaş" kavramının kullanımında beliriyor. Savaş, silahlı çatışmanın spesifik biçimlerinden biridir ve devletlerarası hukuka göre iki devlet arasındaki çatışmayı ifade eder. KCK-PKK mültezimleri, Türkiye Cumhuriyeti ile PKK arasında süren çatışmayı “savaş" ya da “halk savaşı" olarak niteleyerek, objektif olarak sahip olmadıkları bir legalite ve meşruiyeti kendilerine sübjektif olarak atfetmektedir. TSK ve PKK arasındaki çatışmayı “savaş" olarak nitelemek, PKK'yi en azından de facto meşru egemen bir güç olarak kabul etmeyi gerektirir; çünkü devletlerarası hukuk açısından savaş ancak devlet olarak tanınan siyasi entiteler arasında gerçekleşen silahlı çatışmalardır. PKK hangi siyasi entitenin ordusudur? Kürt halkının kendi adına silahlı mücadele için yetkilendirdiği bir örgüt müdür? HDP'ye verilen oylar bu anlama mı gelir? “Savaşan tarafların birbirlerinden adam öldürmesi legaldir" demek PKK'yi TC Devleti ile eşit hukuki statüye sahip bir örgüt olarak kabul etmektir. Devletlerarası hukuk açısından bunun karşılığı yoktur. PKK hem ABD'nin hem de AB'nin terör listesinde olan bir örgüttür.

Buna şöyle bir itiraz ileri sürülebilir: isimlerin değişmesiyle hakikatler değişmez. PKK, en azından bir kısım Kürdün silahlı temsiliyet gücüdür. Bunu böyle kabul etsek bile, PKK devletlerarası hukuk açısından hala bir terör örgütüdür. Hangi gerekçeyle olursa olsun, çatışmasızlık halini sona erdiren, savaş hukuku açısından bile “suç" olarak görülebilecek eylem türlerine başvuran, masum insanların can ve mallarına zarar veren, köprü uçuran, iş makinesi yakan, ambulans kaçıran ve başta Kürtler olmak üzere topyekun toplumu terörize eden bir örgütün yürüttüğü silahlı bir mücadele, etik planda zaten olumsuzlanması gereken “savaş" kavramıyla izah ediliyorsa, bu ancak bu örgütün “barış" anlayışına angaje olma anlamını taşır.

MÜZAKERE YERİNE ÇATIŞMAYI TERCİH ETTİ

PKK-KCK'nin siyasi söyleminde barış, mütecaviz bir etik pozisyonun propagandist algı yoluyla perdelenmesini ifade eden kök bir kavramdır. Çatışmasızlık halinin fırsatçı mülahazalarla, kayda değer olmayan bahanelerle sonlandırılması, maalesef müzakere değil çatışma yoluyla “barış" sürecinin yeğlenmesi anlamına gelmektedir. Türkiye toplumuna silahlı mücadele sonunda dikte edilebilecek bir barış olmayacaktır. Reel politik kısıtlar eninde sonunda “müzakere yoluyla barış" mecrasını dayatacak ama süreç ve netice demokratik rızayı esas alacaktır. Demokratik rızaya ve temsiliyete dayanmayan bir barış tesis edilemez.

KCK-PKK'nin unutmaması gereken husus, çözüm sürecinin onları da topluma karşı sorumlu ve hesap verebilir konuma getirdiğidir. “Ben yaparım, olur" dönemi KCK-PKK için de bu saatten sonra sona ermiştir. Hem Kürtlerin hem de geniş toplumun gözünde çatışmasızlık durumunun sona erdirilmesini haklılaştıracak tezlerinin olması gerekmektedir. Aksi halde, legalitelerinin yanı sıra meşruiyet krizleri de, güç krizleriyle birlikte daha da derinleşecektir.

KCK-PKK'nin çatışmasızlık halini sona erdirirken başvurduğu tek işlevsel gerekçesi, Türkiye'nin, özellikle de AK Parti hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın IŞID'e destek verdiği iddiasıdır. “Pan-Kürdist" duygulanımın kaidesini oluşturan bu spekülatif tezin olgusal bir karşılığı yoktur.

SORUNLARI DEMOKRASİ İÇİNDE ÇÖZMEK MÜMKÜN

AK Parti'nin IŞİD siyaseti, reel politiğin ortaya çıkardığı kısıtların kendi siyasi pozisyonunu tahkim edecek şekilde kullanılmasıyla ilişkilidir. ABD-AB ülkelerinde eşyanın tabiatı olan bu durumun Türkiye'nin dış politikasına idealist-normatif bir dayatma üzerinden projeksiyonu, AK Parti karşıtı cephenin reel politik tercihidir; etik mülahazalardan hareketle oluşturulmamıştır.

Nitekim, reel politik mülahazalar Türkiye'yi IŞİD'e karşı “açık pozisyon" almaya zorlamış ve bu da KCK-PKK'yi en önemli propaganda aracından yoksun bırakmıştır.

Türkiye toplumu, bütün siyasi anlaşmazlıkları demokrasi içerisinde çözebilecek bir hazım kapasitesine sahiptir. Şiddet kullanımı yoluyla siyasi problemlerin çözümü “kalıcı ve adil barış" değeri açısından kabul edilemez bir durumdur. İnsanı kendi politik tasavvurunun nesnesine dönüştüren yaklaşımlar, Doğan grubu medyasında “pozisyonel" olarak karşılık bulsa da, barışın en büyük engelidir.

Barış, hamasi bir dil arkasına saklanmış reel politik hesaplara kurban edilemeyecek kadar insani bir değerdir, KCK-PKK için bile.

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!