Raziye Özköse'nin yazısı:
Bir nice zamandır kelimeler zorlarken yüreğimi, ben inadına kalemime sükût içiriyorum. Çığlık çığlık birikiyor tüm heceler…
Ve senden Yusuf, bir güzel haber geliverince aniden, yollara düşen gömleğinin kokusu ulaşınca Yakub’ a, azad ediyorum kelimelerimi…
Bir Yakub’a sesleniyorum, bir Yusuf’a. Bir içime yöneliyorum, bir sana…
Yusuf, titreyen sesin ulaşınca kulaklarımıza, Yakup kokusunu alınca gömleğinin, şükür düşüyor günlerimize. Öyle içten, bir dua kaplıyor benliğimizi. Tüm Yusuflar dönsün için. Ve yıllardır bekleyen tüm Yakupların yüzleri aydın olsun için…
Günlerine sığmayan heyecanın ve içini yakan yangınlarımızla gittin Yusuf! Bastıramadın bir gün acıları da, heybene ayrılıkları alıp da gittin.
Sana kal diyemezdi Yakub’un. Gidenlerin onuru yakışırken alnına, gözyaşlarını seremezdi yollarına.
Gözyaşlarımızı hep gecelere emanet ettik Yusuf. Ve Yakup’tan öğrendik en güzel sabrı. “İnnema eşku bessi ve hüzni ilallah” dedik. “Ben hüznümü ve tasamı ancak Allah’a şikayet ederim.” Ve bekledik…
En güzel kıssa, en güzel öğüt oldu bize. Ve en güzel umut…
Yusuf! Zindan, Allah’ın kelamıyla aydınlanan günleri karartmaya güç yetirebilir mi hiç? Hiç tutsak edilebilir mi sonsuzluğa kanat açan yürekler? Öylesine güzel bekleyişler varken, umutlar yitirilir mi hiç?
Kalbini ferah tut Yusuf.
Kalbimizi ferah tut…
Yakın bir müjdedir şimdi beklediğimiz.
Sabırla denenmişken yüreğimiz, şimdi şükürdür denenmeyi beklediğimiz.
Bitmedi imtihanlar Yusuf. Bitmeyecek… Zindanlar gidecek, saraylar gelecek. Darlıkların ardını bolluklar izleyecek.
Onca imtihandan sonra, onca güzel, dik tavırlarından sonra, Yusuf’un “ben nefsimi temize çıkarmam” sözleriyle gel Yusuf…
Peygamberin başı önünde istiğfarlı fethi ile gel…
Gel Yusuf…
Gel ki, gömleği önünden yırtılan dünyaya, arkadan yırtılan gömlekleri gösterebilelim. Gel ki, utancını kaybeden dünyaya, hayâsını yitiren insanlara, en güzel ahlak dersini verebilelim. Ve gel ki, yıllardır bitmeyen şu kuraklığa bir çare sunabilelim.
YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ…