Rasyonalizasyon/Aklileştirme

MURAT AYDOĞDU

“Rasyonal” deyince sözlük anlamı “akli” anlaşılır, “Rasyonalizasyon” ise “Aklileştirme”. Öncelikle Rasyonalizm denilen fikri akım böyle kaba sözlük anlamını karşılamıyor. Tarihi süreçteki seyri ve reel olarak yapılagelen “Nesnelleştirme”dir. Çok kişi bunun Rasyonalizm değil, Pozitivizm olduğunu söylese de Rasyonalizm’in süreci buna evirilmiştir. Kavramsal süreçte ise gaybi olan, teşbih ile anlatılan, manaya yönelik bütün kavramların maddileştirilmesi. Bazen Batı dillerinden Doğu dillerine çevrilen kavramlar bırakın kapsamamayı, örtüşmemeyi taban tabana zıt anlamlar bile yüklenebiliyor. Tıpkı İslam kültüründe ve Kur’an’da kullanımı ile olumlu “Milli” kavramının Nasyonalizm için “Milliyetçilik” çevirisinin kullanılması gibi. Aradaki fark imanla küfür kadar uzak. Bence Akli ile Rasyonel arasında benzer bir zıtlık var.

Konu kapsamlı biz bazı değinilerle giriş yapalım:

Öncelikle “akıl” kavramına bakalım. Yine bir kültürde şekillenen kavramlar da tamamen örtüşmez. Arap dili ve Kur’an’ın kullandığı akıl var olan bir şeyi, hakikati ile kavramaya, anlamaya işaret eder; bu ihdas ya da ibda yani sonradan oluşturulan bir şey ya da yoktan var edilen bir şey değil. Bu anlamda Allah’ın varlığından, gayb alemine kadar her şey akli olarak kabul edilir, inançlar akli olarak izah edilebilir. Lakin İslam kültüründe bile var olan aklileştirme biraz farklı mecrada seyretmiş. Daha geniş çerçevede bir anlatının, soyut ya da somut verilerin değerlere, inançlara, hayat görüşüne uygun hale getirilmesi için kullanılır. Bu gerçek ya da doğru olması da gerekmez.

Örneğin İslami olmayan bir geleneğin, örf ’ün hatta batıl bir itikadın İslamileştirilmesi aşamasında bunun te’vil edilerek (yorumlanarak) İslami prensiplere uydurulması için de kullanılır. Bu bağlamda her felsefi düşünce, inanç sistemi kendi içerisine karışmış, ayıklamakta başa çıkamadığı ya da kabullendiği şeyleri aklileştirmeye çalışır. Bazen bu kendi öz düşüncesinde olan ama kavrayış üstü benzetme/teşbih, mecaz/işaret edilen mana ve misal verilen şeylerin emsallerine olan farklılık ya da ortak noktaların izahında da kullanılır. Örneğin Âdem-Havva kıssasında Kur’an’ın detayına girmediği ama birçok Müslümanın dünya üzerinde ilk insan türünün çıkışı olarak algıladığı yaratılış konusunda kardeşlerin nasıl evlendiği sorusu ile karşılaştığında yapılan budur. İslam kültürü, kabulü kardeş evliliklerini ahlaki bulmaz. Bu değerin kıssayı nesnelleştiren kişi için aklileştirilmesi gerekir. Yapılan izahlardan biri “aynı batında doğanların kardeş, diğerlerinin kardeş olmadığı” te’vili yapılır. Tabi Modernizm buna başka aklileştirmeler de yapacak, yapılmaktadır da. Belki farklı bir paradigma ile Âdem ve Havva’nın tekil şahıslardan öte bir topluluk olduğu üzerinden yürüyen bir süreç olsa böyle bir te’vile de gerek kalmayacaktı. Nitekim kardeş evliliğinin ahlaki görülmemesi insana mahsus, insanların ilişkilerine has bir tutum. İnsanoğlu asırlardır evcil hayvanların üretimi ve bakımında bu tip hayvanlarda kardeşlerin çiftleşmesi olayını sorun görmemiştir.

İnanç ve değerlerin gaybdan neşet ettiğine, en azından insana Resuller aracılığı ile gaybdan bir takım mesajlar geldiğine inanan Müslümanlar için bu anlatımlar teşbihler/benzetmeler ve temsillerle anlatılır. “Teşbih”e kavramamızın ötesindeki bir gayb aleminin insan algısına anlatımı, “Temsil”e ise nesnel olanlarla emsal gösterilmesine de temsil diyelim. Alında teşbih mana anlatımı iken temsil daha çok nesnel verilerin kullanılması. Temsillerin zamanla nesnel putlara dönüştürüldüğü de malum.

Örneğin İsa (as)’ın haçı sırtına yüklenen ardımca gelsin anlatımındaki haç bir temsildir. İşkenceyi göze almayı sembolize eder. Sembolizmin üzerinde nesnel kutsallık atfedildiğinde Put’a dönüşür. Kritik anlamda Kur’an’da geçen ya da örfi anlatımlarla işaret edilen Kâbe, Hacer’ül Esved, Kutsal Belde gibi anlatımlar, semboller için de benzer tehlike mevcut.

Yine Allah’ın bazı sıfatlarının zamanla ayrı İlahi varlıklara çevrilmesi de benzer durum arz eder. Hint ve Buda kültürlerinde 2 bin yılı aşkındır “Tesbih”ler, hem de 33’lük teşbihler kullanıldığı biliniyor. Veda denilen ilahi anlatımlarında ya da sonradan oluşan Upanişad denilen kutsal yazıtlarında 33 veda tanrısından söz ediliyor ve Budist kültürdeki teşbihlerin karşılıkları bunlar. İyi bir araştırmacı aslında bu 33 ilahi varlığın aslında tek bir İlah’ın vasıfları olduğunu fark edecektir. Ve yorumu muhtemelen şu olacaktır; “Muhtemelen İdris Peygamber dönemine ait olabilecek tek bir Allah’ın vasıfları tahrifat ile ayrı İlahlara hamledilmiş.” Bu Sufi ekolden birisi için de aklileştirme yoludur. Yani “son Vahyin takipçisi Müslümanlarda, Resulullah(as) ve ashabının yapmadığı, İslam kültürüne sonradan girdiği iddia edilen boncuklu tesbih aslında eski ümmetlerden kalan örfü bir uygulamadır ve tevhidi zedelemeden kullanılmasında bir sakınca yoktur” denilecek ve Te’vilinde “Allah’ın Kur’an’da da geçen hamid, vahid, rahim gibi sıfatlarını biz kullanıyoruz.” Şeklinde bir aklileştirme yoluna gidilecektir. Tabi bunun hakikat/doğru olup olmadığı ayrı bir konu. Örneklemelerin (yaptığım kıyaslamalar ve çıkarsamaların) doğru olup olmadıklarını da tartışabiliriz. Ama soruna değini babında yaklaşımlar ve kastedilenler önemli.

Daha modern(!) dönemlere gelelim:

Modernizm’in kıskacında günümüz paradigması nesnelleştirme çağını yaşadı ve bu hala devam ediyor. Avrupa Aydınlanma / Enlightenment sürecinde Skolastik Hristiyan Felsefe’sinin insan algısının üstü diyerek aklileştirme işlemlerini askıya aldığı dönemin ardından Avrupa her şeyi aklileştirmeye başladı. Spinoza’dan, Descardes’e, Hegel’e kadarilk aydınlanma filozofları metafizik/gayb fikrine karşı olmasalar da bunları aklileştirmeye çalıştılar. Bu aklileştirme güçlü bir paradigma değişimi ile birlikte yürüdü. Skolastik Felsefe’nin tamamen aklı kullanmayı devre dışı bırakan paradigması önce Aristo, Eflatun gibi antik Yunan Felsefesinin yeniden keşfi ile yeni bir devreye girdi. Reform dönemlerinin ilk güdüsü buydu. Ama zamanla Newtonyan Dünya Görüşü (paradigması) Eflatun’un ideler ve nesneler alemi ayrımına da Aristo’nun ay altı, ay üstü evren anlayışına da galebe çaldı. Nesnelleşme, bütün teşbihlerin nesnelleştirilmesi (aslında inkârı) temsillerin de nesnelleşerek Rasyonalleştirilmesi (aklileştirme değil) süreci bu. İzafiyetçilere kadar varan Rasyonalleşme’yi ayrı bir çalışmada incelemek gerek.

Foucault "İmgesel olanlar benzeşimlerle, simgesel olanlar ise temsillerle ortaya çıkar. Modern çağ daha çok imgesel'in bozulması ile ortaya çıkan simgesel bir dönemdir" derken bunu ifade etmektedir.

Benzeşim denilen bizdeki teşbih, simgesel olan ise temsil’in ifadesi aslında. İmge derken de Aristo anlayışı ile içkin metafizik olan yani insan zihnindeki mana’ya tekabül eden kelimeyi düşünürsek; Modern Çağ artık benzeşimleri (teşbihi anlatımları) mitoloji, masalsı anlatımlar, gerçeklik dışı olarak alıyor ve kullanmıyor. Simgesel olanlar ise öylesine tüketim odaklı liberal zihnin hegamonyasındadır ki; her şey nesnelleşmiş, pratik yarar’a daha ötesi hedonik tüketim güdüsüne dönüşmüştür. Ve günümüz bu anlamda tarihin en büyük putperest dönemini yaşamaktadır. Sonuçları da Ruh’un ölümü, Mana’nın kaybı. İslam Dünyasındaki yansımaları ise şüphecilik/septisizm’in izafilik şeklinde yeniden zuhuru, Hermenötiğin Tarihselcilik olarak dini yeniden inşa çabalarıdır. Ve inanın sürecin devamında Deizm’in yaygınlaşması bunalımının varacağı nihai nokta Nihilizm’in ta kendisidir. Tabii birçokları buna cesaret edemeyecek, ara formlarda kendilerine sentezci bir takım aklileştirme metotları uygulayacaklardır.

Rasyonalizasyon da bu gidişi kesmez, zira klasik felsefi kavramda Rasyonalistler dogmatik kabul edilir. Dogma da galat’ı meşhur olumsuz avami anlamda değil; Dogma genel geçer, evrensel, değişmeyen gerçekler olduğuna inanmaktır ve Rasyonalistler buna akılla ulaşılabileceğini öngörür.

Güncel görülen tartışmalar aslında kadim tartışmaların yansımaları. Daha fazla yansıma, daha çok tartışma götürecek şeyler; yapabildiğimiz birtakım değiniler, şimdilik burada keselim….