Rasulün Örnekliği ve Bağlayıcı Sünnet

ZEHRA TÜRKMEN

Peygamberimizin Kur’an’da zikredilen öncülük ve örnekliğine “usvetü’l hasene”denir.  

Aynı zamanda O’nun Kur’an’daki ilk sıfatı (Müzemmil, 15“şahitlik”tir. Yani Kur’an’da şahitlik yapan ve Kur’an’ın anlaşılmasında örneklik gerçekleştiren Hz. Muhammed’in bu örnekliği Kur’an-ı Kerim’i Rabbimizin denetiminde en iyi anlayan kişi olmasından kaynaklanmaktadır.

Hz. Muhammed’i örnek alma, onun yaptığını yapmak değil, yaptığını hangi amaç doğrultusunda yaptığını kavrayarak yapmaktır. Hz. Aişe’nin haber verdiği gibi Hz Peygamber’in tatlıyı sevmesi, kabağı sevmesi, soğuk içecekleri sevmesi, kına kokusundan nefret etmesi gibi davranışların teşrii bir değeri ya da örnek alınması gereken bir tarafı yoktur.  Aslında bizzat Peygamberle birlikte yaşayan O’nun Kur’an eğitiminden geçmiş olan sahabenin bu tarz kişisel davranışlarını taklit etmediklerini görmekteyiz. Zaten Rasul’ün hayatına baktığımız zaman da kendi davranışlarının bilinçsiz bir şekilde taklit edilmesine karşı çıkmıştır. Çünkü bu mantık Hz. Peygamber’in örnek alınma vasfını yok eden bir mantıktır.  

 Hz. Muhammed hem Rasul’dü, hem de kul’du.

O’nun Rasullüğü yani vahyi gayb katından alması ve insanlara iletmesi Allah’ın koruması altındadır.  Bu konuda Kıyame Suresi’nde bildirilen hal belirleyicidir.  Rabbimiz O’na vahyi ezberlemek için “Dilini depretme. Onu hıfz ettirmek ve korumak bize aittir” demektedir.

O aynı zamanda abd’ır. Yani insandır. Bizim gibi vahye tabi bir insandır. İnsan olmalı ki onu örnek alalım.  İnsan olduğu için de her insan gibi zaafları olabilir, ama yukarıda ifade ettiğimiz gibi Kur’ani işaretler doğrultusunda vahyin tebliği ve uygulamasında Rabbimizin  gaybi yardımına da mazhar olmuş bir insandır. Yani onun Rasullüğü masumiyet yanını, Nebiliği insanilik yanını hatırlatır.

Kur’an açık, anlaşılır, mübin bir kitaptır.  Rasul’ün tebliğ ettiği o Kur’an’a ve Kur’an’ın mesajına insanlar kavrayarak iman ediyorlardı. Yani asıl olan uyulması gereken Kur’an’ın bilgisiydi. Rasul de o bilgiye itaat ediyordu. Kur’an’da ki Rasule itaat hükmü Kur’an’ın emirlerini ve bütünlüğünü en iyi anlayan, ona örneklik yapan ve Kur’ani mesajın şahitliğini yerine getiren birisi olmasından ileri geliyordu.

Rasul’ün Kur’an’da övülmekte olan hüküm vermesi de yine ayette belirtildiği gibi Kur’an’a dayanmasından ileri geliyordu. Çünkü Rabbimiz O’nun için insanlar arasında hüküm verdiği zaman vahiyle hükmettiğini bildirmektedir.

Kur’an’da Sünnet kavramı vardır. Yol, kanun veya sünnetullah ( toplumsal yasa) anlamında kullanılır. Ama Rasulullah’ın Sünneti ifadesi yoktur. Rasul’e itaat hükümlülüğü kapsamında Rasul’ün Kur’ani mesajın uygulamasına ve uygulama örnekliğine itaat etmemize onu örnek alma sorumluluğumuza ise daha sonradan Sünnet adı verilmiştir. Rasulullah’ın Kur’an’dan anladıklarını uygulayıp örneklik oluşturmasına, diğer sünnet kullanımlarından ayırmak için Muhammedi Sünnet denilmesi daha öğreticidir.

Yani Rasul’ün Sünneti yeni bir din,  Kur’an dışında yeni bir akaid veya gayb haberi veya“ilmel yakin”diyebileceğimiz Allah katından Kur’an dışında farklı kesin bir bilgi getirmez.  Muhammedi Sünnet,  Kur’an’daki bildirimlerin ve hükümlerin bir açılımı daha doğrusu örnek alacağımız uygulamasıdır.

Bu bağlamda Rasul’ün Sünneti’ni zamanıyla kayıtlı ve zamanını aşkın örnekliği olarak ele alabiliriz.

Zamanla Kayıtlı Muhammedi Sünnet: Kur’an’daki cihat hükmünü Uhud Savaşı’nda uygularken yaptığı düzenlemelerdir. Rasul hücum edin dediğinde iman edenler hücum etmek zorundaydı. Düşman süvarilerini engellemek için dağa yerleştirdiği okçularda yerlerinden ayrılmama emrine uymak zorundaydı. O hücum dediğinde Hz. Hamza başta olmak üzere sahabe sünnete uydu ve görevlerini yerine getirdiler. Ama savaş lehimize döndü deyip sevinçle dağı terk edip aşağı inen okçular Rasul’ün Sünneti’ne bağlı kalmayı unutmuş oldular.

Zamanı Aşkın Muhammedi Sünnet ise  ikiye ayrılır.

1- Kesin/mütevatir haber yoluyla gelen Muhammedi Sünnet.

2- Zanni haberler, rivayetlerle öğrenilmeye çalışılan Muhammedi Sünnet.

Her iki halde de sünnetin bağlayıcı yani farz şeklinde algılanması için örnek alacağımız konunun aslı Kur’an’da yer almalıdır.

Kesin sünnet’e bağlılık anlamında Salatı ikame etmeyi örnek verebiliriz. Salat’ın aslı Kur’an’da vardır. Ama uygulaması “Yaşayan Muhammedi Sünnet”le bize gelmektedir. Bu vakanın kesin halidir. Bu gün Şiiler de Sünniler de akşam namazının farzını 3 rekât kılar.

Zanni habere, hakkında kesin haber olmayan bazı rivayetleri örnek gösterebiliriz. 

Mesela İsraf haramdır. Bu Kur’an’daki kesin emirdir. (İsraf sadece ekonomik değildir. Hududullahı aşan bütün davranışlardır.)  Ancak tüketimde israftan kaçınmak konusunda zanni rivayetler vardır. Erkeklerin ipek giymemesi, altın takmaması gibi. Bu rivayetler bize sahabelerden ve tabiunun tüm uygulama ve aktarımlarından kesin (mütevatir) olarak gelmemektedir. Ama bir veya daha çok kişiden sahih yollarla aktarılarak geldiği için doğru olabilirler veya “galip zan” olarak değerlendirilebilirler.

Sonuç olarak usvetü’l hasene olan Rasul, beşer olan Hz. Muhammed’dir.  Allah’ın mesajını alan ve insanlara aktarma görevinin üstlenen ve bu mesajı Rabbimizin verdiği sebat ile eksiksiz olarak ileten, mesajı açıklayan, Allah’ın mesajını yaşayarak öğreten O‘dur.

Ahlakı Kur’an olan, zulme sabırla ve yeri geldiğinde fiilen karşı koyan, müminleri fıtratlarıyla buluşturup vahiyle eğiten bir Rasül’un  doğru anlaşılmasına bugün çok daha fazla ihtiyacımız var. İtikadi efsanelerin anlattığı veya ilahlaştırılan bir rasule değilRabbimizin vahiyle eğittiği ve vahyi ölçüleri her türlü cahiliyyeye karşı  yaşamlaştırmaya çalışan, insan olan bir Rasul algısına bugün her zamandan daha fazla ihtiyacımız var.