Ramazan’ın Mahiyeti Yemek midir?

Yemek yemenin sınırlarına değinerek, bunun  asıl gayemiz olan kulluğumuzu yerine getirme için araç olabileceğini söyleyen Faruk Beşer, kontrollü yemenin Allah rızası için yapıldığında ibadet teşkil edeceğini vurguluyor.

Faruk Beşer’in Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısı ( 12 Mayıs 2019):

Yemek İçin Yaşamak

Yemek için mi yaşarız, yaşamak için mi yeriz?

Bu sorunun cevabı, niçin yaratıldık, sorusunun cevabına bağlıdır.

Allah (cc) insanı kendini tanıyıp ona kulluk etmesi, bu dünya ile öbür dünyayı kazanması için yarattığını söylüyor. Yani insanın var olma gayesi bu. O halde yemek bir gaye değil, bu gayeyi gerçekleştirebilmenin bir aracı. Ama gayesi için yapıldığında aynı zamanda bir nimet.

Yemek asla bir amaç olamaz. Bir gaye için yaratılan bedenimizin görevini en iyi biçimde yerine getirebilmesi için kullanmak zorunda olduğumuz bir yakıttır o.

Burada az yemenin faydalarını, ya da çok yemenin zararlarını sayacak değiliz. Aslında az yemek de zararlıdır, çok yemek de zararlıdır. Ama azın ve çoğun ölçüsü nedir? Bunu da elbette bu işin bilimi ve tecrübe belirler. Normal bir insanın günlük olarak alacağı kalori, protein ve vitamin ihtiyacı bellidir. Ne var ki, insan kötü yeme alışkanlıklarıyla bunu artırıp ek ihtiyaçlar üretebilir.

Efendimizin yeme konusundaki beyanları muhteşemdir. Zaman zaman tıbbın dönüp dolaşıp hep o beyanlara geldiğini görüyor ve şaşırıyoruz. Buyuruyor ki:

“İnsanoğlu midesinden daha kötü bir kap doldurmuş olamaz. Oysa ona, kendini ayakta tutacak birkaç lokma yeter. İlle de yiyecekse midesinin üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birini de nefes için kullansın”.

Mide ile nefes alınmaz, ama midesi dolu iken insan nefes almakta zorluk çeker.

Geçen yıllarda bir Japon doktorun: Yediğiniz midenizin ancak üçte birini dolduracak kadar olmalı, sözünü okuyunca bu hadisi şerifin muhteşemliğini bir kez daha anladım.

Merhum Aliya ne demişti: ‘En kötü kombinasyon boş bir ruh ile dolu bir midedir’.

Derler ki, Mısır’ın eski Hiyeroglif yazılarında şöyle bir cümle yer alırmış: Yediğinizin dörtte birini kendiniz için, dörttü üçünü ise doktorunuz için yersiniz.

Efendimiz bir defasında göbekli bir insan görünce, “oraya doldurduğunu başka yere koysaydın daha iyi ederdin, Allah göbekli insanları sevmez” buyurmuşlar.

“Mümin bir midesiyle, kâfir yedi midesiyle yer” buyururlarken her halde tıka basa yiyenlerin, normalin yedi kat fazlası yediklerini anlatıyor olmalıdır.

Gerçekten de şu anda hali vakti yerinde olan insanların çoğu, ihtiyacının yedi kat fazlası yiyecek tüketmektedirler. Tıpkı Amerikalılar gibi.

İlginçtir ki, Kur’an-ı Kerim ‘temettu’ kelimesini kâfirlerin yeme tarzı için kullanır. Temettu’, yemenin keyfini çıkarma, zevk için yeme gibi anlamlara gelir. “Allah, iman edip salih amel yapanları zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. İnkâr edenler ise şimdilik ‘temettu’ ediyor ve davarların yediği gibi yiyorlar. Onların gideceği yer de ateştir”. (Muhammed 12)

Çünkü yemeğin bir zevk haline getirilmesi, yemek için yemek, ya da yemek için yaşamak anlamına gelir. Duyguların ve dikkatin yemeğe yönelmesine sebep olur. Madde ve zaman israfı doğurur. Oysa insan, ürettiğini önce düşüncelerinde ve hayallerinde üretir. Yemekten başka bir şey düşünmeyen, himmetini ve dikkatini yemekte harcayan insan gerçekten de başka bir şey düşünemez, düşünemeyince üretemez. Üretemeyince de başarılı olamaz. Midesi dolar, sindirimi zorlaşır. Beynini besleyecek olan kan, bu anormal olaya müdahale etmek üzere midesine hücum eder. Beyin hücreleri yeterli kan alamayınca beslenemez. Böyle olunca da insan sağlıklı düşünemez. Zekâsı azalır.

Yeterinden fazla yeme vücudun dengesini bozar. Denge bozulunca hastalıklar baş gösterir, biri diğerini körükler, ardı arkası gelmeyen sıkıntılar doğar. Bunları tedavi etmek için insan hesapsız zaman ve para harcar. Hem sağlığı, hem morali, hem işlerinin dengesi bozulur. Ağzının tadı kaçar, böylece bu hatasının cezasını daha dünyada iken çekmeye başlar. Belki her şeyi bulur ama artık yiyemez.

Bulduğu halde yiyememek, bulamadığı için yiyememekten çok daha ıstırap vericidir.

Sakıp Sabancı’nın bir sözünü hatırlarım, diyordu ki: “Bir zamanlar ekmek almaya paramız yoktu, şimdi canımız ne isterse alabiliyoruz, ama doktor diyor ki, yemeyeceksin. Bir zamanlar otobüse binebilmek içen bilet alamıyorduk. Şimdi uçağımız oldu, ama doktor diyor ki, yürüyeceksin”. İlginç değil mi?

Demek ki, yemek zevk ve eğlence için yenmemelidir. Vücudu ayakta tutmak canlı ve zinde kılmak için yenmelidir. Bedenin sağlığı için yaratılan yemeği, onun hastalanacağı şekilde yiyen insan akıllıyım diyebilir mi?

Bunca sıkıntılara sebep olan çok yeme, şişmanlık ve tıksırma başarıya mecal bırakmaz.

Kaldı ki, sırf Allah (cc) çok yemeyi sevmiyor diye yemeğini kontrollü yiyen insan bu tercihiyle sağlık ve başarı elde etmesi yanında, aynı zamanda ibadet yapmış olur.

 

 

İslam Düşüncesi Haberleri

Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı
Yaratılış gayesinden uzaklaşan insan huzurlu olamaz!
Öncelikli hedef neden tağuti otoritedir? Ve asabiye gündemleri geri itilmelidir!